Türkçe Klasiklerde Sadeleştirme

Bir çok yayınevi Türkçe klasikleri özgün haliyle değil, sadeleştirerek sunuyor. Yeni neslin o eseri tanıması açısından faydalı görünen bu yöntem ne kadar doğru sizce?

Bana göre eserler sadeleştikçe etkisini yitiriyor ve bu yöntem okuyucuyu kolaya alıştırarak onu yeni kelimeler öğrenmekten alıkoyuyor. Böyle olunca da zaten çeviri eserler okuya okuya dili küçülen günümüz okuyucusunu Türkçe klasikler de kurtaramıyor.

Can Yayınları ve Everest Yayınları gibi hem özgün halini hem sadeleşmiş (günümüz Türkçesiyle) halini sunan da var, İş Bankası gibi sadece sadeleştirilmiş halini sunan da var. Bunun yanında özgün halini yayınlayıp sözlük ekleyen, dipnotlarla anlaşılmasına yardımcı olan yayınevleri de mevcut.

Hangisi doğru?

O zengin dili günümüz okurunun ayağına getirdiğimizde dilden çok şey kaybetmez miyiz?

Yoksa yeni nesil, özgün halini okumaz/okuyamaz, bu yöntemle o güzelim klasiklerden en azından konu/hikaye bakımından haberdar olurlar diye sevinmeli miyiz?

6 Beğeni

Sadeleştirme denilince kelime anlamı nedeniyle biraz başka bir şey gibi algılamaya neden oluyor gibi. Dil içi çeviri denilse daha doğru mu olur acaba.

Ayrıntı bu işlemi yapmayıp eski kelime yanına parantez içi yeni kelime yapıyor ve kitapları okumak zor, akıcılık tamamen kayboluyor. Yine örneğin papersense sadece Arap alfabesi Latin alfbesi aktarımı ile bastı, sözlükle ingilizce metin okuyor gibiyim

Bugün artık kullanılmayan, toplumda, okurda bir karşılığı olmayan kelimelerin olduğu kitapları elde sözlük okumak pek tercih edilesi değil. Bahse konu kitaplar için sadeleştirme veya dil içi çeviri adı neyse artık ben bunun yapılmasının gereklilik olduğunu düşünüyorum.

16 Beğeni

Güzel konu :slight_smile:.

Ben eski eserlerin “günümüz Türkçesiyle” yayınlanmasını doğru buluyorum, zira kaçımız Osmanlıca biliyor? Bilmiyorum, mesela bir Hüseyin Rahmi Gürpinar’ı özgün metniyle elinize alıp okumayı denediniz mi?

Bu soruda birazcık çeliski de seziyorum: eski eserlerdeki Osmanlıca sözcükler gerçekten Türkçe sayılmalı ve korunmalı mı?

Sadeleştirme vesilesiyle benim gibi Osmanlıca bilmeyen birkaç bin kişi dahi o kitaplari alıp okusa, yazarları tanısa kazançtır diye düşünüyorum.

Ben günümüz Türkçesiyle derlenen eserlerde de sürekli yeni kelimeler öğreniyorum. Bunların bile eklerinde genelde sözlükleri oluyor.

7 Beğeni

Ben sadeleştirilmiş metinlerin karakteristiğini kaybettiğini düşünüyorum. Açıklamalı orjinal metin baskıları tercih ediyorum. Bunlarda da eski kullanımdan gelen kelimelerin veya tamlamaların hemen o kelimenin yanına parantez içinde veya aynı sayfada dipnot olarak sunulanları tercih ediyorum. Mesela Can Yayınları kitabın sonuna sözlük eklemekle yetiniyor ama bu da okuma akışkanlığını baltalıyor. Ben Halid Ziya’nın Özgür Yayınevi baskılarını çok beğeniyorum bu sebeple. Zira bilhassa Halid Ziya sadeleştirildiğinde bütün rengini kaybeden bir yazar bana göre. Eski dildeki anlatım bugünkü hali ile verilince o büyülü dil yok oluyor. Ki bu okumaları yapmak için Osmanlıca bilmek gibi gayrete girmeye gerek yok zira Osmanlıca diye bir dil yok. Bu metinlerdeki kelime ve tamlamaların pek çoğunun manasını zaten yetkin okur önünde ardında duran cümlelerden bile çıkarabiliyor. Eğer deneseniz göreceksiniz çok az sözlük açma ya da dipnota bakma gereği duyacaksınız. Osmanlıca diye siyaset malzemesi edilen şey aslında bir alfabe meselesidir. Türkçe tarih boyunca sayısız dilden etkilenmiş. Bugün kullandığımız dil de Öztürkçe değil. Arapça ve Farsça gibi Doğulu olduğu kadar Batılı pek çok kelime hala dilimizde yaygın kullanımda. Bir kısmının unutulmuş olması, onları eski, olmayan bir dile ait kılmıyor bence. 40’lı 50’li yıllara hatta daha geç dönemlere ait gazeteleri karıştırınca bile bu dil rengini görebilirsiniz.

4 Beğeni

10 yaşımdayım, babamın kalın bir kitabı var, Safahat(Orijinal-Sadeleştirilmiş). “Aa bu adam İstiklal Marşı’nı yazmıştı.” deyip okumaya başlıyorum. Başlıyorum başlamasına da anlamıyorum ki. Bir yandaki metne bir diğerine bakıyorum, bambaşka şeyler sanki. Sonra babam elimden alıp sen anlamazsın, eski kelime hep bunlar diyor.
“Neden normal yazmamışlar ki.” diye söylene söylene gidiyorum.
18 yaşımdayım. Her elde, her kahve masasında, her kitapçı rafında tek bir mavi kitap var, “Kürk Mantolu Madonna”. Bir gün kütüphaneden öylesine ödünç aldım, her satırda hikaye kendine çekti beni, daha ilk sayfada bağlanmıştım. Arada bir bilmediğim kelimeler ve sayfa dibinde anlamları. Hiç garipsemedim, hatta kafamı çalıştırıyorlar diye sevmeye de başladım. İlk kez böylesi kısa bir kitabı iki defa ara vererek 3 ayda bitirdim.
" Bitemez." dedim, bu dile ve hissiyata en yakın hikayeyi buldum.
Bu daha zordu, sözlük karıştırmak lazımdı.
Puslu Kıtalar Atlası’nda ip koptu. Benim beyin zarım yırtıldı. Daha çok kelime, daha farklı cümleler gerek bana. Bıktım ilkokul bebesinin söz-cük dağar-cık’ıyla vıdıvıdılayan modern vakit ediplerinden.
21 yaşımdayım. Felatun Bey ve Rakım Efendi’de duvara tosladım. 10 lafın 6’sı 7’si ya Arapça ya Farsça olmaz. 200 sayfalık kitapta 2000 kelimeye dipnot düşülmez. Sadeleştirme şart.
Araba Sevda’sı favori Cumhuriyet Öncesi romanım. Sen Türkçe-Şiveli Türkçe-Arapça-Fransızca-İngilizce karıştırırsın ha, bir de hicivli komedi yaparsın! Hangi bi-idrak seni sadeleştirme peşinde.
*
*
Günlerim Hüseyin Rahmi okuyarak geçiyor. Bir tek Everest orijinali düzgün basmış. O da romanları tabi. Ne güzel öyküleri var halbuki. O denli gerçekçi, sokakları anlatan capcanlı öyküler var ki ama hepsi sadeleştirilmiş.
Yanık Dolma, Kıpti Düğünü, İki Hödüğün Seyehati.
Bunları orijinalden okumalı. Zırt bırt Gulyabani, Mürebbiye basacaklarına Toplu Öyküler bassın bu mukallit yayınevleri.

5 Beğeni

Türkçeyi iyi öğrenememişim ben o halde, zira anlayamıyorum Hüseyin Rahmi Gürpınar burada ne anlatıyor:

(Gulyabani orijinal metin)

Harf Devrimi’nden önce Osmanlıcadaki Arapça ve Farsça sözcüklerin oranı %88’miş. Heralde kabul edersiniz ki şu anda konuştuğumuz dil Öztürkçeye 100 yil önceki halinden çok daha yakın.

6 Beğeni

Alınganlık yapmanıza gerek yok, kimse dil becerinizi ölçmüyor. Günün sonunda bu da bir tercih meselesidir ki yorumumu okursanız öznel ifadeler kullandığımı görürsünüz. Zaten bu tercih edilebilirlik sebebiyle de Can Yayınları ve şimdilik görebildiğim kadarıyla İletişim Yayınları sadeleştirilmiş ve açıklamalı orjinal metin olmak üzere ikili baskıya gitti.

Ek: Ama evet şu konu nesnel bir gerçekliktir: Tıpkı çeviri metnin asıl dilden gelirken anlatımından bir şeyler kaybetmesi gibi dil içi uyarlama metinler de renginden bir şeyler kaybeder. Zaten Servet-i Fünun gibi en büyük dayanak noktası dil yapısı olan edebiyat okullarının çıkardığı metinlerin uyarlama sonucunda sahip olduğu karakteristiği yitirmemesi de imkansız. Sadece kurgusunu/konusunu anlamak demek bir kitabı okumuş olmak anlamına gelmez her zaman.

3 Beğeni

Alınganlık yok, gerçekler ve kinâye var. Saygılar.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ilk eserlerini okuyamazsam da son yazdığı romanları okuyup keyif alabiliyorum. Yine de kendimi zorlamam, sözlük karıştırmam, dipnotlara bakmam gerekiyor.

Şahsen hem sadeleşmiş hem de özgün metnin basılması taraftarıyım. Eğer Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “gerçek” tadını almak istiyorsam anlamadığım kitabın sadeleştirilmişini okuyup ardından özgün halini okumalıyım.

Benim derdim bu çabayı tamamen yok saymak, sadece sadeleşmişe meyletmek.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, şükür ki şimdilik sadeleştirilmedi; ama on bir yıl sonra (2032) telifi düşünce bir çok yayınevi, gençler anlamaz, biz bunu iyice bir kuşa çevirelim derlerse ne olacak o güzelim kitaba?

Dilini seven bir okur olarak ben özgün metinden okuma çabasının değerli ve çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Ne de olsa günümüz Türkçesiyle baskısı var deyip bu seçenek kenara atılmamalı.

Yabancı bir dilde kitap okumak için harcanan emeğin birazı yeter bunun için.

3 Beğeni

Söz konusu eserlerin sadeleştirilmesinden, diğer deyişle günümüz Türkçesi ile yayınlanmasından yanayım. İş Bankası yayınları buna güzel bir örnek. Hem zaten eserdeki tüm sözcükler günümüz Türkçesine adapte edilmiyor. Eserin içersinde yine bazı eski sözcükler bulunuyor.

6 Beğeni

Merak ettim kendi kitaplarını kendisi sadeleştiren Halit Ziya hakkındaki düşünceleriniz neler?

2 Beğeni

Saatleri Ayarlama Enstitüsü 1961 tarihli bir roman ve sadeleştirmeyi gerektirecek bir dili yok. Fark ettiyseniz sadeleştirmeler 1870-1930 arasında yazılmış eserleri (Harf Devrimi öncesini) hedefliyor.

Taaşşuk-ı Talat Ve Fitnat (1875)
Sergüzeşt (1888)
Intibah (1896)
Zehra (1896)
Eylül (1901)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912)
Gulyabani (1913)
Bize Göre (1928)
vesaire.

Bu eserleri özgün halleriyle, günümüzde çok çok az insan çok büyük çabalar sarfetmeden okuyabilir. Akahige’nin de ifade ettiği gibi, Halid Ziya bile kitaplari anlaşılsın diye kendi kendini sadeleştirmis bir yazar.

Her ikisi de olsun; okur tabii ki kendisi seçsin hangi metni okuyacağını. Keşke ben de o yetkinlikte anlayabilseydim dilimizi. Ama günümüz Türkçesiyle olan derlemeler kesinlikle gerekli.

9 Beğeni

Sadeleştirilmiş eserler için daha çok okuma yapıyorum. Çeviri gibi sadeleştirmelerde de eser üzerinde anlamsal olarak büyü bozsa dahi sadeleştirme taraftarıyım. Ayrıca açıklama notları ile olsa dahi günümüz Türkçesi olması taraftarıyım. Yazım dili ile okumak, günümüz şartları altında ve daha çok benimsenen günümüz dili ile meşakkatli bir yol olabilir. Nesnel bir durum içermediğini ve kişinin kendi okuma şekline bağlı kaldığını düşünerek sadeleştirilmiş ve günümüz Türkçesi ile düzenlenmiş eserler okuyacağım. Kendi anadilim de olmaması sebebi ile.

3 Beğeni

Bunu Bülent Ersoy’a sormak lazım, anlasa anlasa o anlar. :joy:

2 Beğeni

Bu bilgiyi ilk defa duyuyorum. Kendisi böyle bir tercihte bulunduysa saygı duymak düşer bana. Edebi değerini azaltmadan ancak yazarın kendisi sadeleştirebilir bir eseri.

Buna kimin karar verdiğini bilmiyorum. Şu tarihten öncekilerin sadeleşmesi iyi olur şu tarihten sonrakiler olduğu gibi kalabilir dendiğini sanmıyorum. Böyle giderse 1980’lerde yazılmış bir eser bile sadeleştirilir. Bu tamamıyla okur talebi ve çabasıyla ilgili.

2 Beğeni

Çok iyi. Çünkü orada ne anlatmak istediğini yine Halit Ziya’nın kendisi bilir.

1 Beğeni

Bu meselenin iki tarafı keskin kılıç. Osmanlı Türkçesinde Farsça kelimeler çok olduğu için onların günümüz Türkçesine yada lehçelerinden yakın olanlar ile değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama bunun dışındakilerin olduğu gibi kalabilir. Tabi bu işlemi yapanın yetkinliği önemli. Zira “tahayyül etmek” kelimesini de değiştirmek bana mantıklı gelmiyor. Edebiyatın zenginliği içinde bulunan kelimeler ile ölçülmeli. Siz bunu ne kadar günümüz Türkçesi adı altında sadeleştirmeye giderseniz altın paraya değersiz maden karıştırma ile aynı etkiyi yaparsınız diye düşünüyorum. Çünkü günümüz Türkçesi manası 100 kelimelik (abartıyorum) bir dar çerçevede dönen muhabbet insanların anladığı.

Bir kere bir forumda Dune kitabının çevrisinde çok eksi kelime kullanıldı diye bir üye şikayet ediyordu. Oysa ben o kelimelerin orada olamsından çok memnun olmuştum. “Başat” kelimesinin manasını da bu sayede öğrendim.

4 Beğeni

Farklı sebepler. Bu konuyla da ilgisi yok. Halid Ziya’nın eser verdiği edebiyat çevresi bilindiği üzere neredeyse anlaşılmamak üzere eser veriyor, dili en ağır en zorlu haliyle kullanmayı tercih ediyor, kelime çeşitliliği yaratmak adına dönemi için bile en duyulmadık kelimeleri seçip buluyorlar. Halid Ziya cumhuriyetle beraber yetiştiği bu ağır edebiyat okulunun yönü aksine dil çalışmalarını yönlendirmiş ve Latin alfabesine geçilmesini destekleyip bu uğurda çalışmalar da yapmıştır. O klişe sanat sanat için midir halk için midir kavgasında hedefini anlaşılmamak üzere inşa edilen Serveti Fünun sanatından uzaklaştırmıştır. Yani zaten neredeyse anlaşılmamak üzere bir dil bilgisi üzerine yazılmış eserlerini anlaşılabilir konuma getirmek için sadeleştirmiştir. Bunu da uslubu koruyarak yaptığının altını çizmiştir. Ki zaten o zamana kadar tefrika edilerek gazetelerde kalmış pek çok kitabı o sadeleştirmelerin ardından bütün olarak basılmış. Bugün yapılan ve bu başlıkta tartışma konusu edilen sadeleştirmelerle kıyaslanması yersiz.

5 Beğeni

Dediklerinize katıldığım kısımlar var.

Verdiğim cevap kendi eserini sadeleştiren yazar içindi.

Bu çok ilginç bir tartışma konusu bence. Ben de sizin gibi yazarın kendi eserini sadeleştirmesini normal buluyorum ama farklı düşünenler de var. Diğer görüşün fikirlerinden de bahsedeyim, bence onlar da tamamen haksız değil.
Diğer bakış açısına göre yazar kitabı yayınlayana kadar istediği değişikliği yapabilir ama kitap yayınlanıp insanlar tarafından okununca yazarın malı olmaktan çıkıp topluma mal olur. Yazarın artık topluma mal olmuş bir eser üzerinde değişiklik yapmaya hakkı yoktur. Yazar o kitabı yazdığı dönemden sonra görüşlerini değiştirmiş olabilir ama kitap yazarın şu andaki görüşünü değil kitabı yazdığı yıldaki görüşünü içermelidir. Edebi eserler nasıl konusuyla yazıldığı dönemin toplumu hakkında bilgi veriyorsa üslubuyla da yazıldığı dönemin edebiyat anlayışı hakkında bilgi verir. Servet-i Fünun dönemi eserleri ağır bir dille yazılmıştır ve bu kitaplara müdahale edip üslubu başka bir dönemin edebi anlayışına göre değiştirmek kitabın dönemin edebiyatı hakkında içerdiği bilgiye zarar verir.

3 Beğeni