Kampanyada Panait Istrati’nin seriden çıkmış 3 kitabını alacaktım, Yaşar Nabi ustanın Varlık çevirisini de bir bulayım, karşılaştırayım deyince yine hüsrana uğradım: İş Bankası, canım arkadaşım, lütfen Bertan Onaran ısrarından vazgeç. Aşağıya karşılaştırmalı birer örneğini bırakıyorum. Ben elimdeki Onaran’ların neredeyse hepsini elden çıkardım, alacak olanlar için uyarı niteliğinde bulunsun:
Mihail/İş Bankası/Bertan Onaran:
Avluya girdi, değneğinin ucuyla, hiç çekinmeden Adrien’in, kıyısına bir yığın sardunya, karanfil ve fesleğen saksısı sıralanmış, açık penceresini örten perdeyi araladı. Delikanlının, evde olduğu zaman, getirdiği mektubu alırken, “Al şunu, bir kadeh cuyka içersin,” diyerek eline birkaç metelik sıkıştırmayı ihmal etmediğini bilirdi; hele şu mahalleyi ayağa kaldıran ünlü kaçışlarından sonra, bahşişler “krallara layık” olurdu.
Bu sefer de öyle oldu: Adrien yüzünü göstermeksizin kolunu uzattı, mektubu aldı, karşılığında tam elli metelik verdi -hey gidi hey; bir zamanlar neler alınırdı bu elli metelikle!- çünkü her şeyden çok severdi postacıları.
“Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da ellerine teslim ettiğimiz, devletin dilenmek zorunda bıraktığı, demokrasi paryaları,” derdi onlar için.
Gavrila Baba, bu yüklü bahşişe sevinmekle birlikte, yine de azıcık şaşırmıştı: Adrien ilk kez, elini sıkmaktan, görüşmedikleri günleri nerede ve nasıl geçirdiğini iki cümleyle anlatmaktan kaçınmıştı. Oysa bu en az bahşiş kadar sevindirirdi onu.
“Küskün mü bana?” diye sordu alçak sesle, tam o sırada ilkbahar güneşinden yararlanmak üzere evden çıkıp prispa’ya çöken anasına.
“Sana değil, bana küs,” dedi zavallı kadın. "Dün akşam eve döndüğünden beri bağrışıyoruz. Ah, Ah! Çocuk mu, şeytan alsın hepsini … "
Arkadaş/Varlık/Yaşar Nabi Nayır:
Avluya girdi, Adrian’ın çiçek saksıları ile (sardunya, karanfil, fesleğen) dolu odasının tül perdesini sopanın ucu ile teklifsizce kaldırdı. Delikanlının, evde bulunmadığı zamanlar, elinden mektubu alırken «bir kadeh tzuyka içersin» diye avucuna iki santim sıkıştırmayı asla ihmal etmediğini bilirdi; hele bütün mahallenin ayıpladığı o kaçışlardan birinden dönüşse bahşiş «şahane» olurdu.
Bu sefer de öyle oldu: pencereden başını göstermeden Adrian elini uzattı, mektubu aldı ve elli santim uzattı - (tarihe karışmış bir devrin altın santimleri) - çünkü postacıları herkesten çok severdi : «saadet ve felâketlerimizin sırlarını kendisine emanet ettiğimiz ve devletin dilenciliğe mahkûm ettiği demokrasi paryaları». Onları böyle tarif ederdi.
Gavrila baba, bahşişe sevinmekle beraber biraz şaşalamadı değil: Adrian ilk defa olarak elini sıkmamış, ona vaktini nerede ve nasıl geçirdiğini kısaca anlatmamıştı, halbuki bu samimiyet en az bahşiş kadar hoşuna giderdi.
Tam o sırada, Prispo’da bahar güneşi altında çömelmeye çıkan çocuğun annesine alçak sesle sordu:
— Bana bir küskünlüğü mü var dersin?
— Sana değil, bana küstü, dedi annesi. Dün akşam eve döneliberi çekişip duruyoruz. Ah! bu hayırsız çocuklar! insan taş doğursa daha iyi.