Bir topal yarış atı, düş değil.
Ve görmeyen bir ressam, doğru mu?
Ve dokuz can alan birisi,
Kurtardı karıncayı, bir damla denizden.
…
Karac’oğlan Dertli Yunus soyum var
Mansur’a benzeyen bazı huyum var
Ne sen var ne ben var bir tane GaffarHayyam’a görünmüş kadehte meyde
Neyzen’e görünmüş kamışta neyde
Veysel’e görünür mevcut herşeyde
Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar
Dört duvar içinde olsa mekânım
Taşrasından esen yel bana neyler
Yanımdaki suyun kahrın çekerim
Uzakta çağlayan sel bana neyler
Çok genç yaşta kanserden kaybettik maalesef bugün, babası gibi aşıklık geleneğinden gidiyordu. Buraya da bu türküsünü bırakayım.
Sevdiğim Dilberin
Sevdiğim Dilberin Eşi Benzeri
Bulunmaz Bir Zaman Böyle Gider Bu
Bu Benim Derdimin Emi Merhemi
Bilinmez Bir Zaman Böyle Gider Bu
Türlü Cefa İle Uşşaka Bakıp
Aşkın Ateşini Sineme Çakıp
O Güzel Şiveyle Çıkıp Sallanıp
Salınmaz Bir Zaman Böyle Gider Bu
Şiveyi Naz İle O Güzel Çıkıp
Salınmaz Bir Zaman Böyle Gider Bu
Türlü Cefa İle Uşşaka Bakıp
Aşkın Ateşini Sineme Çakıp
Genci Bu Devranın Sırrı Nakkaşı
Canıma Kar Etti Derdi Gam Taşı
Ağlayı Ağlayı Gözümün Yaşı
Silinmez Bir Zaman Böyle Gider Bu
Türlü Cefa İle Uşşaka Bakıp
Aşkın Ateşini Sineme Çakıp
Genç Abdal-Yavuz Top
Dönemin padişahı, göçebe Avşar aşiretini yerleşik hayata geçmeye zorlayan kanunlar ilan ediyor. Bölge güvenliğini arttırmak ve aşiret halkını da vergiye bağlamak niyetinde. Peki durur mu yiğitler, Avşar aşireti adına konuşan Dadaloğlu türküsünde ne diyor:
“Devlet vermiş hakkımızda fermanı.
Ferman padişahın, dağlar bizimdir.”
Hacı Taşan
Muharrem Ertaş
Çekiç Ali
Bu üç usta son günlerde araştırmadan araştırmaya sürüklüyor beni.
Söyledikleri türküler kendilerine gelenekler aracılığıyla yıllar içerisinde sözlü bir şekilde kulaktan kulağa aktarılıyor. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet ve dahası tarafından yazılmış 16. ve 17. yüz yıllardan gelen türküler bunlar. Her birinin bu günlere dek aktarılamaması çok üzücü. Kim bilir ne yaşanmışlıklar, ne tarihler anlatıyordu o türküler.