Yeni Kitap Haberleri

Bir “netlik” oluşturamadım. Bütün her şey bulanık ve bilincimi aşıyor. Kendimde bu eleştirdiğim düzenin içerisinde bir “piyon”um sadece.

“Kimin yaşayacağına kim karar veriyor? Kimin öleceğine kim karar veriyor? Bu savaş anlamsız.”

The Thin Red Line filminden bir replik.

Şu an üzerimize giydiğimiz kıyafetlere kim karar verdi? Elimizdeki telefona kim karar verdi? “Zorunlu eğitim” adı altında gittiğimiz okullarda alacağımız bilgileri biz mi seçtik? Okuduğumuz kitapların yayınlanıp yayınlanmayacağına kim karar verdi?

Bütün bunlara kendi “özgür irademizle” mi karar verdik yoksa biz bunlara erişmeden bunları tamamen kendi özgür irademizle yapıyormuşuz gibi hissettik? Yoksa bizim öyle düşünmemizimi istiyorlardı? Bence öyle istiyorlardı.

Bir “özgür irade” altında yaşadığımızı düşünmüyorum. Özgür irademiz bile belli bir bağlamda özgür ve sınırlar çok hassas her an özgürlüğünün dışında kalabiliyorsun.

“Düşünce özgürlüğü”nün bile bir sınırları var ve buna toplum karar veriyor. Hem kendi öz bilincinle “acaba yanlış bir şey mi söyledim/düşündüm” de diyebiliyorsun hem de özgürlük altında şekillendirilmiş bir kafeste, onların izin verdiği kadar özgürlüğünü kullanabiliyorsun.

Sahte bir özgürlük içerisinde önceden çizilmiş bir yolda ilerliyoruz. Halüsinasyon görüyormuşuz gibi. Belki de yanılıyorumdur.

Bizleri zerre umursamayan kozmik kaos içerisinden idrakımız kadarınca kopartabildiğimiz şeylerce “güvenli” alanlar tasarıladığımız ve hayatlarımızı onlara göre biçimlendirip yönlendirdiğimiz görüşü uyarınca cevaplarsam:

Evet, bakış açınız itibariyle “özgürlük” fikri yanılsama. Ancak onu yanılsamaya dönüştüren etkenler anlamsız veya önemsiz değil. Başkalarının bizden çok önce, aynı çare arayışıyla geliştirilmiş stratejilerle vermiş oldukları kararlar uyarınca icat edilmiş soyut ve somut nesneler sistemi (insanla ilişkili hemen hemen her şey) içerisindeki her şey, etki-tepki sebebiylen kaotik düzendeki türlü olasılık uyarınca hem olumlu hem de olumsuz şeylere sebebiyet verebilir. İcat edildikleri zamanda olumlu etkilerinin olumsuza göre yüksek olması onları nesneler sistemine katmış. Yani olumsuz yönü de olumlu yönü gibi insan doğasında bir karşılık bulmakta. İnsanlar mevcut duruma göre “olumlu” veya “olumsuz” olarak nitelenen etki-tepki-sonuç süreçlerinde, şimdi ve ilerisi için neyin “iyi” neyin “kötü” olduğunu kavramada zorlanabilir. Çünkü o anda eksikliği hissedilmiş şeyin nesne aracılığıyla karşılanması keyif vericidir. Alınan keyfin nasıl ve ne biçimde tesirler gösterdiği bu yüzden güdüsel olarak kolayca fark edilemez. Bazen insan bir şeyden sebebini anlamadığı halde keyif duyabilir. O yüzden bu nesnelerin nerede ve ne durumda yararlı ama önemsenmez, nerede zararlı ama vazgeçilmez olduklarını üzerine eğilmek önemli. O yüzden üstlerine gidilmeli, sahte, uydurma etiketiyle bir kenara atılmamalılar. Bilişsel ve güdüsel doğamızın hangi ihtiyacını karşılıyor da kabul görüyorlar? Hangi ihtiyaçlara karşılık üretildiler? Doğaları başka ne gibi amaçları haricinde ihtiyaçları karşılayabilme potansiyeli taşıyorlar? Diğer nesnelerin varlığını etkilemekteler? Nasıl ayakta kalmayı başarıyorlar ya da başaramadılar? Gibi gibi soruların peşinden gitmek, onlarla ne yapacağınız hakkında size ipuçları sağlayabilir.

Yani değişen durumlara göre, neyin, nerede ve nasıl olumlu veya olumsuza dönüştüğüne dikkat ederek kararlar almaya çabalamak daha yararlı olabilir. Bunun sonsuz saadetin formülü olduğu ya da sürecin harikulade “huzurlu” geçeceği iddiasında değilim. Kendiliğinizi keşfetmek üzerinden hayatı anlamlandırma arayışınızdaysanız, neyi nasıl, ne zaman ve ne biçimde kabul edip etmeyeceğiniz hususunda daha berrak düşünmenize yardımcı olabilir… Belki… :man_shrugging: :sweat:

Neyse, bu kadar soyutluk yeterli :roll_eyes:

4 Beğeni

Mesela siz böyle uzun uzun yazınca ben çok baskılanmış hissediyorum ve “özgür iradem” baskılanıyor. Ne yazsam diye düşünüp yazıp-siliyorum. Bu kadar olağan normal bir insan iletişimi içerisindeyken bile özgürlük denen kavram sekteye uğruyor, saçmalaşıyor.

Bu sebeble zaten günümüzdeki “sığ” bilim adamları çıkmıyor mu? Bilimin gelişme hızı bu denli artmışken, dünün ve bugünün gerçeklerinin bile farklı olduğu dünyada insanlar kendi bildiklerini dikte etmeye çalışmıyor mu sürekli? Daha sonrasında taraflar ayrılıyor ve kabul ettikleri bu fikirler yine insanların gerçeklik içerisindeki “doğru” bilginin ne olduğunu ararken zorlanmasına sebebiyet vermiyor mu?

Berrak düşünmemizi bile engellediklerini düşünüyorum. Meditasyonda geçen 1 saatten sonra “gerçek dünya”ya geri dönmek beni daha fazla çamurlu gerçekliğin içerisine geri döndürüyor. Meditasyon yaparak huzur bulan insanların tam tersiyim aslında daha fazla karamsarlığa bürünüyorum.

Aynı şey kitaplar için de geçerli, herhangi bir kitabı okuduktan sonra onu kapatıp normal dünyaya dönmek bana çok zor geliyor.

Hem zaten günümüzde modern insanlar nasıl o bahsettikleri Meditasyon sürecine geçebilir onu anlamadım ben. Meditasyon dediğimiz şey eğer bir “trans” süreci ise insan sevdiği şeyi yaparken transa geçmesi olası.

Ama Yoga’daki gibi bir üst bilince ulaşma, kendi vücuduna dönme eylemi bu denli kirlenmiş dünyanın besinleriyle beslenirken nasıl mümkün olabiliyor ki?

Hatta Yoga gibi bir öğreti bile spora dönüştürüldü günümüzde. Çoğu insan spor gözüyle bakıyor. Demek istediğim şu ki; kendi iç dünyasında yolculuk edip özgürleşmeye çalışacak insanların bile yoluna taş koymaları olası. Çünkü sınırlı bir evrende eğer kontrol birisinde ise senin sistemden çıkmanı sağlayacak her türlü eylem, yani bizlerin alternatif olarak değerlendireceği yollar, onlar tarafından bize sunulan ama bizim kendi özgür irademizle yapıyoruz sandığımız birer yanılsama.

Hem bu denli kirlenmiş bedenimiz ve ruhumuzu nasıl arındabiliriz de, beynimiz ruhumuzdan ayrılmaya izin verir onu bilmiyorum. Kendisini ve ruhunu arındırmak için çabalamadan uyarıcı ve uyuşturucu maddeleri deneyen bir çok insan bu yüzden kötü bilinç deneyimleri yaşıyor.

Hem sen kendini arındırmaya çalışsan nolur ki? Yediğin içtiğin her şey tamamen organikliğini ve dolayısıyla ruhunu da kaybetmiş. Biz aslında bir şeyi yerken bir nevi onun “dna”sına da yediğimiz için dolayısıyla enerjisinden ve genetiğinden hayli etkileniyoruz. Bu yüzden yediğimiz her kötü yiyecek insan vücudunu dolayısıyla ruhunu da etkiliyor. Yani desek ki biz Budist gibi bir yolculuğa çıkalım desek sistem onu bile engelleyebiliyor gayet. Hepimizin ucuz ve vasıfsız bir iş gücü olması daha çok işlerine gelecek. Ee, herkes ben Doğu Yolculuğu’na çıkacağım dese (o kadar büyük bir aydınlanma yaşanır mı bilmem) nasıl dönecek bu sistemin çarkı? Ucuz ve vasıfsız olmasan da olur. Bugün CV’siyle övünen çoğu “nitelikli insan” şirketlerin ve kişilerin altında çalışıyor. Hatta en büyük hayalleri o hayalini kurduğu şirketler oluyor daha sonra sırasıyla gelen o şaşalı hayat, belirli araba modelleri, telefonlar gibi statüsünü gösterebilecek ve itibarını koruyabilmesi için sahip olması gereken her şey.

Bugün mesleğimizi seçerken, aşık olacağımız insanı seçerken, inanacağımız dini seçerken, izleyeceğimiz diziyi, okuyacağımız kitabı seçerken genetiğimize biz doğmadan önce işlenmiş kodlarla ve doğduktan sonra ailemizden, medyadan, çevremizden öğrendiğimiz birkaç takım gözlem sayesinde “ben” dediğimiz varlığın beyne emirler yollamasıyla karar veriyoruz. Bunları yaparken sürekli bir tarafın doğrusuna-yanlışına ayak uydurmak gerekiyor. Bu bana özgürlük gibi gelmiyor. Bunu yaparken bile bilinçaltımızda gerçekleşen bir takım olaylar oldu ve onlar bizden önce karar verdi. Bunları açığa çıkarıp söylemek ise cesaret işi olduğu için genel de toplum içerisinde sorunlar yaşamamız da olası.

Bugün depresyon ve anksiyetenin bir bozukluk olarak tanımlanmasına kim karar veriyor mesela?

Bunları yaparken de tamamen kendi düşüncelerimin bana yardım etmesiyle mi yazıyorum yoksa zaten ben böyle düşündüğüm için mi yazıyorum ya da tamamen okuduklarımın, izlediklerim, deneyimlerimin etkisinde kaldığım için mi böyle düşünüyorum ondan bile emin değilim.

Sisteme başkaldırı mesajı güden dizilerin, filmlerin, kitapların bile sistemin en büyük oyuncularını barındıran platformlarda oynuyor olması da zaten asıl garip olan. Orda bile sistem dışına çıkmanıza izin verilmiyor.

Bu yapımların final sezonlarında ya da bitimine yakın hep sistemin içine girmeden sistemin dışına çıkamayacağından bahsedilir ve sistemin dışına çıkmaya çabalaman sistemi daha da güçlendiren birer işe yaramaz denemeden ibarettir. (Matrix, Mr. Robot, Maniac daha sayamadığım bir çoğu)

Bazen düşünüyorum bütün bu olanlar bizim gazımızı almak için mi yapılıyor sadece diye?

Tesla gibi bilim insanları bile “özgürlükler ülkesi Amerika’da” çalışmalarını gerçekleştirirken bazı görüşleri, buluşları ve deneyi o zamanın politikasında ve mühendisler odasında onaylanmadığı için gün yüzüne çıkarılmadı. Hatta Amerikalı olmadıkları için (Tesla gibi) bir çoğunun buluşları, patent dedikleri resmiyet tiyatroları altında hiç edildi, çalındı.

Neyse, ben sizin kadar yazmada başarılı bulmuyorum kendimi. Anlaşılmaz cümleler bütünü kurup, “ne diyor bu a*” düşüncesi oluşturmayayım. (aha yine özgür olamadım)

Bu denli samimiyetin bittiği ve gerçekliğin sadece bir illüzyon olduğu bir dünyada Yapay Zeka en kısa zamanda gelsin bir zahmet. Gerçekliğimizle övündüğümüz, kendimize yarattığımız sahte “güvenli alanlar”ımızdan, sahte benliğimizden, sahte gülüşlerimizden, sahte benliğimizden, kendimize takındığımız sahte maskelerden ve sahte bütün bilgilerimizden arınıp şu an için görebildiğimiz olası Evrimimizi hızlandırıp yok olalım. Ha belki yine beynimizi o sahte “robotumsu” vücutlarımıza yerleştireceğiz ama insanların bu samimiyetsizlik ve yalan dolan katamayacağı, gerçekleri kimsenin değiştiremeyeceği o katı Yapay Zeka bizi bu sahtelikten bizi çekip alacaktır. Belki de almaz nasıl günümüze ulaşan ilk yazılı kaynaklardan beri insan türünün ve toplumun hareketleri çok büyük benzerlikler taşıyorsa zaman geçtikçe hep aynı sabitlikte varolacaktır.

Şunu da bilgi notu olarak ekleyeyim:

Dünya nüfusu 1 milyar olduğunda sene 1800’dü, (dünyanın milyarlarca senedir varolduğu biliniyor) ve şimdi sene 2019, yarısında felanız, yaklaşık 200 senede 7.5 katına çıkmışız.

Şu belgesellerde olur ya hücreden galaksilere motion-lapse yaparlar sonra da aynı görüntüyü geri sararlar da anlarsın “hiç” olduğunu. Bu hiçliği hisseden 7.5 milyar kişi olduğumuzu düşünmek bana zor geliyor. Sadece Dünya sınırları içerisinde bile bakarsak hepimiz birer “dolar”dan ibaretmişiz gibi hissediyorum.

Belki ilerde Nirvana’ya ulaşırım o zaman düşüncelerim değişir.

Hayatın kontrol edilememezliğine karşı duyumsadığınız huzursuzluk normal. Sanırım genel sorununuz, hayatın sadece olumsuz gelen ya da olumsuzlaştırılmış yönlerini kıstas alarak, türlü olasılık içerisinden "hayatın kontrol edilememezliği"ni kendi içinizde daha da huzursuzlaştırıcılaştırma eğilimi göstermekle başlıyor. Durumunuzu çıkışsızlık hissiyle katatonikleştirmeye meylettiren ve daha da huzursuzlaşmaya sebebiyet veren, eyleme geçme sürecinde "huzursuzlaştırma"yı desteklemeden yana itkilerle karar vermek.

İtkisel olarak huzura yönelip huzursuzluk verenden kaçınma eğilimi hepimizde mevcut. Söz konusu o kaçınma itkisini eylemsel olarak hayata geçirmek olunca, nerede, ne biçimde ve ne kadarlığına huzursuzluğun göze alınacağı önem kazanıyor. Belki de, itkisel aşamadayken anında "huzur"a erişme arzusu baskın çıkıyordur. O anda da olumsuzluk yüklü olasılıklar akla hücum ediyordur. Bu da belli ölçüde huzursuzluk ve risk talep eden eylemlerde bulunmaktan caydırıyordur. Belki. Yani. Kendi anksiyetem sürecince öğrendiğim şey buydu: Olasılıkların hepsine takılma. Özellikle asla ve asla kontrol edemeyeceğin gerçekler (ölüm, şartlardaki doğal değişkenler yüzünden yaşanan başarısızlık, kaza, vs.), başka olasılıkları da dikkate alınca iç ve/veya dış tutarsızlıklar gösterenler ve komplo teorisinden hallice olanlar, vs.

Huzursuzluğu sağlıklı biçimde duyumsamayı öğrenip, eylem aşamasındaki huzursuzluğu da şartlara uyan ve dengeli biçimiyle kabul edebilince, belki, belki de, arzulanan saflıkta olmasa da fena da sayılmayacak kazanımlar elde edilebilir. Denemeye değer.

1 Beğeni

Karar Anı

Beynimiz Karar Vermemizi Nasıl Sağlıyor?

İnsanın akılcı bir varlık olduğuna ilişkin varsayımın tek bir kusuru vardır, o da yanlış olmasıdır. Beynimiz bu şekilde çalışmaz. İnsanlar karar aldıkları ilk günden beri nasıl karar aldıkları konusuna kafa yormuşlardır. Genel kanı, mantıklı ve düşünüp taşınarak hareket eden canlılar olduğumuz yönündedir. Öyle mi peki? İnsan nasıl karar alır?

Bugün insanlık tarihinde ilk kez bu soruya cevap verebiliyoruz. Beynin içine bakıp insanların nasıl düşündüklerini görebiliyoruz: Kapalı kutu artık açılmıştır. Fakat kutudan akılcı varlıklar olmadığımız çıkmıştır. Zihin farklı alanlardan oluşan karmakarışık bir ağa benzer ve bu alanların çoğu duygu üretimi surecinin birer parçasıdır.

Duygular ile düşüncelerin birbirinden kopuk şeyler olarak görülmesi en temel sorunlardan biridir. Bu kitabın amacı bu yapay ikili karşıtlığı aşarak iki soruya cevap vermektir: “İnsan beyni nasıl karar alır?” ve “Bu kararları nasıl daha iyi hale getirebiliriz?”

https://www.babil.com/karar-ani-kitabi-jonah-lehrer-ayrinti-yayinlari

3 Beğeni

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi baskısını okumuştum. Harika kitap. Beynin oyunbaz ve mucizevi yönlerini keşfetmek isteyenlere tavsiye ederim :+1:

2 Beğeni

Okuma önerisi daha önce bir arkadaşımdan gelmişti bu nedenle bandrol alındığını ve yeni baskı görünce kitap satın alma listeme ekledim. Sizden de tavsiye gelince, okuma isteğim de pekişmiş oldu.

1 Beğeni

Heh, heh. O zaman, bağımlılık ve zor anlarda doğru kararlar verebilme hususunda aydınlanacağınız ön bilgisini şimdiden vereyim :slight_smile:

1 Beğeni
19 Beğeni

İthaki Yayınları’nın başlattığı yeni bir serinin, yerli spekülatif kurgu eserlerinin yayımlanacağı Pangea Kitaplığı’nın ilk kitabı denmiş. Yeni bir seri geliyor o zaman :+1:t3:

4 Beğeni

11 Beğeni

4 Beğeni

Okuyacak Fitzek’ler biterken yenileri geliyor ne güzel :smirk:

1 Beğeni

Bandrol tarihleri arasında oldukça fark vardı ancak Sekizinci Gece den hemen sonra geldi güzel oldu. :slightly_smiling_face:

1 Beğeni

Sekizinci Gece bugün elime geçti. Bekletecektim biraz, dediğiniz gibi bandrol tarihleri arası çok olmuştu. Bu hafta okurum onu artık arkası geliyor.

2 Beğeni

yediucuzsey

Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi

Doğa, Para, Ekmek, Bakım, Gıda, Enerji, Yaşam

Yarım binyıllık sömürgeci kapitalizmin anatomisi sayılabilecek bu çalışma, apaçık ortada durduğundan olsa gerek, çoğunlukla önemsemediğimiz doğa, para, emek, bakım, gıda, enerji ve yaşamın ucuzlatılmasıyla kapitalizmin insanlarla yaşam ağı arasındaki ilişkileri nasıl kontrol ettiğinin izini sürüyor.

İlk kapitalist ürün şekerin üretiminden kapitalist sınırların genişlemesine uzanan süreçte doğa-toplum, kadın-erkek ikiliğinin, sömürgeciliğin, ırkçılığın, yerli mücadelelerinin, savaşların, krizlerin, isyanların bu yedi ucuz şeyle ve birbirleriyle nasıl ilişkilendiğini irdeleyen, günümüzün krizlerini ele alan özgün bir neoliberal ekonomi eleştirisi Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi bugün bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizin ve daha adil, sürdürülebilir bir medeniyet için nasıl ilerlememiz gerektiğinin ufuk açıcı bir anlatısı.
Çoğu insan için gezegenin sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay

“Ucuzluk derken ne anlatmak istediğimize gelelim: Kapitalizmin krizlerini geçici olarak çözerek kapitalizmle yaşam ağı arasındaki ilişkileri yöneten bir dizi stratejidir. Ucuz, düşük maliyetle aynı şey olmasa da maliyetlerin düşmesinde etkilidir. Ucuz, çalışmanın herhangi bir biçimini –insan ve hayvan, botanik ve jeolojik– mümkün en asgari bedelle seferber eden bir strateji, bir uygulama, bir şiddettir. Kapitalizmin bu adlandırılmamış yaşam kurma ilişkilerini üretim ve tüketim döngülerine dönüştürdüğü ve bu ilişkilerin olabildiğince düşük fiyatlarla hayata geçtiği süreç hakkında konuşmak için ucuzu kullanıyoruz.

9 Beğeni
7 Beğeni

Sunlari da ben koyayim:)

25 Beğeni

Woooowww derim buna. :scream::scream::scream:

3 Beğeni