Mesela siz böyle uzun uzun yazınca ben çok baskılanmış hissediyorum ve “özgür iradem” baskılanıyor. Ne yazsam diye düşünüp yazıp-siliyorum. Bu kadar olağan normal bir insan iletişimi içerisindeyken bile özgürlük denen kavram sekteye uğruyor, saçmalaşıyor.
Bu sebeble zaten günümüzdeki “sığ” bilim adamları çıkmıyor mu? Bilimin gelişme hızı bu denli artmışken, dünün ve bugünün gerçeklerinin bile farklı olduğu dünyada insanlar kendi bildiklerini dikte etmeye çalışmıyor mu sürekli? Daha sonrasında taraflar ayrılıyor ve kabul ettikleri bu fikirler yine insanların gerçeklik içerisindeki “doğru” bilginin ne olduğunu ararken zorlanmasına sebebiyet vermiyor mu?
Berrak düşünmemizi bile engellediklerini düşünüyorum. Meditasyonda geçen 1 saatten sonra “gerçek dünya”ya geri dönmek beni daha fazla çamurlu gerçekliğin içerisine geri döndürüyor. Meditasyon yaparak huzur bulan insanların tam tersiyim aslında daha fazla karamsarlığa bürünüyorum.
Aynı şey kitaplar için de geçerli, herhangi bir kitabı okuduktan sonra onu kapatıp normal dünyaya dönmek bana çok zor geliyor.
Hem zaten günümüzde modern insanlar nasıl o bahsettikleri Meditasyon sürecine geçebilir onu anlamadım ben. Meditasyon dediğimiz şey eğer bir “trans” süreci ise insan sevdiği şeyi yaparken transa geçmesi olası.
Ama Yoga’daki gibi bir üst bilince ulaşma, kendi vücuduna dönme eylemi bu denli kirlenmiş dünyanın besinleriyle beslenirken nasıl mümkün olabiliyor ki?
Hatta Yoga gibi bir öğreti bile spora dönüştürüldü günümüzde. Çoğu insan spor gözüyle bakıyor. Demek istediğim şu ki; kendi iç dünyasında yolculuk edip özgürleşmeye çalışacak insanların bile yoluna taş koymaları olası. Çünkü sınırlı bir evrende eğer kontrol birisinde ise senin sistemden çıkmanı sağlayacak her türlü eylem, yani bizlerin alternatif olarak değerlendireceği yollar, onlar tarafından bize sunulan ama bizim kendi özgür irademizle yapıyoruz sandığımız birer yanılsama.
Hem bu denli kirlenmiş bedenimiz ve ruhumuzu nasıl arındabiliriz de, beynimiz ruhumuzdan ayrılmaya izin verir onu bilmiyorum. Kendisini ve ruhunu arındırmak için çabalamadan uyarıcı ve uyuşturucu maddeleri deneyen bir çok insan bu yüzden kötü bilinç deneyimleri yaşıyor.
Hem sen kendini arındırmaya çalışsan nolur ki? Yediğin içtiğin her şey tamamen organikliğini ve dolayısıyla ruhunu da kaybetmiş. Biz aslında bir şeyi yerken bir nevi onun “dna”sına da yediğimiz için dolayısıyla enerjisinden ve genetiğinden hayli etkileniyoruz. Bu yüzden yediğimiz her kötü yiyecek insan vücudunu dolayısıyla ruhunu da etkiliyor. Yani desek ki biz Budist gibi bir yolculuğa çıkalım desek sistem onu bile engelleyebiliyor gayet. Hepimizin ucuz ve vasıfsız bir iş gücü olması daha çok işlerine gelecek. Ee, herkes ben Doğu Yolculuğu’na çıkacağım dese (o kadar büyük bir aydınlanma yaşanır mı bilmem) nasıl dönecek bu sistemin çarkı? Ucuz ve vasıfsız olmasan da olur. Bugün CV’siyle övünen çoğu “nitelikli insan” şirketlerin ve kişilerin altında çalışıyor. Hatta en büyük hayalleri o hayalini kurduğu şirketler oluyor daha sonra sırasıyla gelen o şaşalı hayat, belirli araba modelleri, telefonlar gibi statüsünü gösterebilecek ve itibarını koruyabilmesi için sahip olması gereken her şey.
Bugün mesleğimizi seçerken, aşık olacağımız insanı seçerken, inanacağımız dini seçerken, izleyeceğimiz diziyi, okuyacağımız kitabı seçerken genetiğimize biz doğmadan önce işlenmiş kodlarla ve doğduktan sonra ailemizden, medyadan, çevremizden öğrendiğimiz birkaç takım gözlem sayesinde “ben” dediğimiz varlığın beyne emirler yollamasıyla karar veriyoruz. Bunları yaparken sürekli bir tarafın doğrusuna-yanlışına ayak uydurmak gerekiyor. Bu bana özgürlük gibi gelmiyor. Bunu yaparken bile bilinçaltımızda gerçekleşen bir takım olaylar oldu ve onlar bizden önce karar verdi. Bunları açığa çıkarıp söylemek ise cesaret işi olduğu için genel de toplum içerisinde sorunlar yaşamamız da olası.
Bugün depresyon ve anksiyetenin bir bozukluk olarak tanımlanmasına kim karar veriyor mesela?
Bunları yaparken de tamamen kendi düşüncelerimin bana yardım etmesiyle mi yazıyorum yoksa zaten ben böyle düşündüğüm için mi yazıyorum ya da tamamen okuduklarımın, izlediklerim, deneyimlerimin etkisinde kaldığım için mi böyle düşünüyorum ondan bile emin değilim.
Sisteme başkaldırı mesajı güden dizilerin, filmlerin, kitapların bile sistemin en büyük oyuncularını barındıran platformlarda oynuyor olması da zaten asıl garip olan. Orda bile sistem dışına çıkmanıza izin verilmiyor.
Bu yapımların final sezonlarında ya da bitimine yakın hep sistemin içine girmeden sistemin dışına çıkamayacağından bahsedilir ve sistemin dışına çıkmaya çabalaman sistemi daha da güçlendiren birer işe yaramaz denemeden ibarettir. (Matrix, Mr. Robot, Maniac daha sayamadığım bir çoğu)
Bazen düşünüyorum bütün bu olanlar bizim gazımızı almak için mi yapılıyor sadece diye?
Tesla gibi bilim insanları bile “özgürlükler ülkesi Amerika’da” çalışmalarını gerçekleştirirken bazı görüşleri, buluşları ve deneyi o zamanın politikasında ve mühendisler odasında onaylanmadığı için gün yüzüne çıkarılmadı. Hatta Amerikalı olmadıkları için (Tesla gibi) bir çoğunun buluşları, patent dedikleri resmiyet tiyatroları altında hiç edildi, çalındı.
Neyse, ben sizin kadar yazmada başarılı bulmuyorum kendimi. Anlaşılmaz cümleler bütünü kurup, “ne diyor bu a*” düşüncesi oluşturmayayım. (aha yine özgür olamadım)
Bu denli samimiyetin bittiği ve gerçekliğin sadece bir illüzyon olduğu bir dünyada Yapay Zeka en kısa zamanda gelsin bir zahmet. Gerçekliğimizle övündüğümüz, kendimize yarattığımız sahte “güvenli alanlar”ımızdan, sahte benliğimizden, sahte gülüşlerimizden, sahte benliğimizden, kendimize takındığımız sahte maskelerden ve sahte bütün bilgilerimizden arınıp şu an için görebildiğimiz olası Evrimimizi hızlandırıp yok olalım. Ha belki yine beynimizi o sahte “robotumsu” vücutlarımıza yerleştireceğiz ama insanların bu samimiyetsizlik ve yalan dolan katamayacağı, gerçekleri kimsenin değiştiremeyeceği o katı Yapay Zeka bizi bu sahtelikten bizi çekip alacaktır. Belki de almaz nasıl günümüze ulaşan ilk yazılı kaynaklardan beri insan türünün ve toplumun hareketleri çok büyük benzerlikler taşıyorsa zaman geçtikçe hep aynı sabitlikte varolacaktır.
Şunu da bilgi notu olarak ekleyeyim:
Dünya nüfusu 1 milyar olduğunda sene 1800’dü, (dünyanın milyarlarca senedir varolduğu biliniyor) ve şimdi sene 2019, yarısında felanız, yaklaşık 200 senede 7.5 katına çıkmışız.
Şu belgesellerde olur ya hücreden galaksilere motion-lapse yaparlar sonra da aynı görüntüyü geri sararlar da anlarsın “hiç” olduğunu. Bu hiçliği hisseden 7.5 milyar kişi olduğumuzu düşünmek bana zor geliyor. Sadece Dünya sınırları içerisinde bile bakarsak hepimiz birer “dolar”dan ibaretmişiz gibi hissediyorum.
Belki ilerde Nirvana’ya ulaşırım o zaman düşüncelerim değişir.