Aslında defterime yazdıklarımın herhalde yüzde 1-2’sini paylaşıyorum.
Ben şu ana kadar okuduğum bölüme kadar çok beğendim. Kitap dar anlamda ilk temas kurgusu gibi ama çok daha fazlası var. Özellikle ikili sohbetin olduğu bazı bölümler var ve bu bölümleri tekrar tekrar okudum. Hikayede olan bazı şeyleri internetten arayıp bulup daha fazla bilgi edinme ihtiyacı hissettim. Bu gecenin konusu da benim için Fraktal evren oldu.
Yaşadığımız dünyaya dair çok fazla şey tartışılıyor kitapta. Bir paragrafta “bilinç” tartışılırken tartışmayı kürtaja bağlayan bir paragrafla tartışma genişletiliyor. Üzerinde konuşulacak çok şey anlatıyor kitap.
"Sürü…', ‘Otlatılan hayvan sürüsü’, 'Bir çobanın güttüğü hayvanat… Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, ‘Millet sürüdür, ben onun çobanıyım,’ dediğini okuduğum zaman dehşete düşmüştüm. Oysa ne kadar uygundur Osmanlı’nın millet anlayışına bu söz… Osmanlı’nın millet anlayışı budur vatan anlayışı da MÜLK… En büyük gücü, Anadolu köylüsünden aldığını şıp diye kul yapabilmesidir. "
Ben seni, duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim. Güvenli, mağrur, muzaffer kimliğimin derinliklerinde gizlenen korku dolu, ürkek çocuk kuşkularına Batı’dan gelen etkili bir ilaç, sarsılmaz bir kanıtsın diye ve belki de kadınlığını bile öne çıkarmaya gerek duymayan, iddiasız, özgür, huzur dolu güvenin için sevdim.
Sevdim mi?
Acı bir tat kapladı dudaklarımı, unutulmuşluğun acı tadı: Eğer rüzgar, bastığımız yerlerde bizden kalan son izleri de yok edecekse, neye yarardı yaşamak?
Alıntı biraz uzun ama gerçek bir olay olduğu için paylaşayım istedim.
“Yozgatlı Osman Amca’nın hikâyesini duydun mu? Hani şu duvarın kenarına gecekondu yapan adam.” Gecekonduyu Türkçe olarak söylemişti.
Ama anlamadı Tobias.
“Gecekondu nedir?”
“Bilmiyor musun? Almanya’da da kullanılıyor. Türkçe bir kelime, yasadışı yapılmış bina anlamına geliyor. Şimdi bu Osman Amca emekli olunca, evde canı sıkılıyor. 1980’lerin başından söz ediyorum. Berlin Duvarı’nın kenarında boş bir araziyi gözüne kestiriyor. Oraya soğan, sarımsak, domates salatalık ekmeye başlıyor. Yani araziyi bostana çeviriyor Toprak, Demokratik Alman Cumhuriyeti’ne ait. Derken askerler durumu fark edip geliyorlar, 'Ne yapıyorsun burada? diye çıkışıyorlar. Osman Amca gayet pişkin bir tavırla cevaplıyor: ‘Ne yapacağım, arazi öylece duruyordu, ektim, biçtim. bak bunlar çıktı.’ Yetiştirdiği salatalıklardan, domateslerden askerlere veriyor. Biliyorsun Duvar söz konusu olduğunda asla tolerans göstermezdi Doğu Alman yetkilileri, ancak tuhaftır karışmıyorlar bu yaşlı adama. Hatta şakacıktan, ‘Bu arazi Osman’a aittir’ diye yazılı bir belge bile veriyorlar. Böylece Duvar’ın kenarında yemyeşil bir vaha yükseliyor. Derken Duvar yıkılıyor, Almanya birleşiyor fakat Osman Amca bırakmıyor bostanını. Dahası, bir de iki katlı ahşap bina dikiyor arazinin ortasına. Kreuzberg Belediyesi’nde Yeşiller Partisi olduğu için onlar da dokunmuyorlar ihtiyarin bostanına. Osman Amca’nın bostanı bugün Berlin’in bir parçası olmuş durumda. Tur rehberleri bile gezi programına alıyorlar orayı. Gelen turistler, ‘Berlin Hatırası’ diye önünde fotoğraf çektiriyor.”
Kahkahalarla gülmeye başladı Tobias.
“Eee adamın hakkı. Ne demiş bizim sosyalistler: Toprak işleyenin, su kullananın.”
Biraz kısaltmış ve olumsuzlukları pek hikayeye dahil etmemiş Ahmet Ümit ama epey mücadele etmiş Yozgatlı Osman amca, bölgeden ve bölge dışında yaşayan çeşitli milliyetlerden insanlarda destek verince orası öyle kalmış.
Şimdi hangi dergiydi hatırlayamadım ama 5-6 sayfalık dosya konusu yapmıştı bu olayı, bende oradan okumuştum.
“Küresel komplolar konusunda son kararımı vermiş değilim. Ama bana öyle geliyor ki en başarılı komplo, komplonun bir parçası olanların bu durumun farkında bile olmadıkları komplodur. Bu çelişkili gibi gelebilir, ta ki küresel komploların en göz önünde olanlarından birinin hâlâ dimdik ayakta olduğunu görene kadar. Bu komplonun adı parasalcılıktır.”
" Eğer kanunun hükümleri, kendisinin etik temelinin altını oyuyorsa, hukukun ahlaki pusulası şaşar. Kanun yozlaşmanın hizmetindeyse -bu yozlaşma sadece bilinçaltında hissediliyor bile olsa- bunun ardından nihilizm ve ümitsizlik gelir. İyiliğin bir hükmü kalmaz. Kötülük, kabul gördükçe yükselen bir tahtırevan üstüne konulmuş olur. Bu bağlamda, polis çeteleşir ve her şeyden önce kendini koruyacak biçimde davranır. Hukuk, fiilen hukuku çiğnemiş olur ve bu denetimsizlik vahşete kapı aralar."
Kapitalizm hep kısa vadeli düşünmeye meyillidir. Bugün kar et, iligini kemigini kurut, sonra kazandığını başka bir yatırım için kullan ve bunu tekrarla. Ve her bir hamle merdivendeki bir üst adımı içerir: Daha büyük bir ev, daha çok oyuncak, daha çok ayrıcalık. Kısa vade, hep tek bir ömürle alakalıdır: Yaşayan, yetişkin nesille. Öncesinin bir önemi yoktur. Gelecek ise çocukların sorunudur.