Ursula K. Le Guin’den, kişiselden kitlesele kadar uzanan kimlik krizlerinin çıkışı noktasını, tüketimsel imajların peşinden gidilmesinin ve bunların üretilip pompalanmasının ardındaki gerekçelere, yani günümüz medeniyetinin açmazlarını tahlil etmeye yarayabilecek bir pasaj:
Her kültür hikâyeler aracılığıyla kendini tanımlar, çocuklarına nasıl insanlar olacaklarını ve kendi halklarının bir ferdi olabilmeyi öğretir…
Şairlerin ve hikâye anlatıcılarının betimlediği dünyanın merkezinde yaşamayan bir halk, çok zor durumdadır. Dünyanın merkezi sizin dolu dolu yaşadığınız, işlerin nasıl yürüdüğünü, hayatın nasıl doğru ve iyi şekilde idare edildiğini bildiğiniz yerdir.
Merkezin nerede olduğunu -yuvasının neresi olduğunu, nerede olduğunu- bilmeyen bir çocuk, çok ama çok zor durumdadır.
Yuvası aslında anne, baba, kız ve erkek kardeş değildir. Yuva içeri girmenize izin veren yer değildir. Aslında bir yer bile değildir. Yuva hayal ürünüdür.
Hayal edilen yuva, öylece oluverir. Gerçektir, diğer tüm yerlerden daha gerçektir; fakat parçası olduğunuz halk kim olursa olsun size o yuvayı nasıl hayal edeceğinizi göstermediği müddetçe oraya ulaşamazsınız. Bu kişiler sizin akrabalarınız olmayabilirler. Dilinizi hiç konuşmamaış bile olabilirler. Tam bin yıldır öli olabilirler. Kim bilir, belki yalnızca kâgıt üstünde kelimelerden, ses hayaletlerinden, zihin gölgelerinden ibarettirler. Ama size yuvanıza giden yolu gösterebilirler. Onlar sizin insan topluluğunuzdur.
Hepimiz hayatlarımızı nasıl inşa edeceğimizi, uyduracağımız, tasavvur edeceğimizi öğrenmek zorundayız. Bu becerilerin bize öğretilmesi gerek, bize yol gösterecek rehberler gerek. Onlar olmazsa hayatlarımızı bizim adımıza başka insanlar yaratır.
İnsanlar en iyi şekilde nasıl yaşanacağını hayal etmek ve birbirlerinin tasarılarını gerçekleştirmeye yardımcı olabilmek için daima bir grubun parçası olmuştur. İnsan topluluğunun esas işlevi, neye ihtiyacımız olduğuna, hayatın nasıl olması gerektiğine, çocuklarımızın neler öğrenmesini istediğimize dair bir nevi mubakata varmaktır. Böylece doğru istikamet olduğunu düşündümüz yola, hem bizim hem de çocukların devam edebilmesi için öğrenme ve öğretmekte işbirliği yapabiliriz.
Güçlü gelenekleri olan küçük topluluklar, yönelmek istedikleri istikamet konusunda çoğunlukla nettir, bunu öğretmede de iyidir. Fakat gelenekler hayal gücünü alıp bir dogma olarak taşlaşacağı noktaya kadar kristalleştirebilir, yeni fikirleri yasaklayabilir. Şehirler gibi daha büyük toplumlar ise insanların alternatifleri hayal etmelerine, farklı geleneklere bağlı insanlardan bir şeyler öğrenmelerine ve kendi hayat yollarını bulmalarına uygun bir alan yaratır.
Gelgelelim, alternatifler çoğaldıkça öğretme sorumluluğunu üstlenenler ne öğretmeleri gerektiği, neye ihtiyacımızın olduğu ve hayatın nasıl olabileceği hususunda toplumsal ve ahlaki fikir birliğine daha nadir ulaşabiliyor. Bugün, ticari ve siyasi fayda için kullanılan yeniden üretilmiş seslere, görüntülere ve kelimelere sürekli maruz kaan devasa kitleler çağında, baştan çıkarıcı ve muktedir medya aracılığıyla bizi yaratmak, bize sahip olmak, bizi şekillendirip kontrol etmek isteyen ve bunu yapabilen çok fazla insan ortaya çıktı. Tüm bunların ortasında, bir çocuktan yolunu tek başına bulmasını istemek biraz aşırıya kaçmak olur.
Sözcüklerdir Bütün Derdim (Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar) - Ursula K. Le Guin, Hep Kitap, Çeviri: Damla Göl, Kullanma Talimatları Makalesi, Sayfa: 21-22 arası