“Yardım kuruluşlarının seferber olduğuna, BM’nin işleri yoluna koymaya çalıştığına eminim. Ama ikimiz de biliyoruz ki bu yeterli olmayacak. Bak, gelişmiş ülkeler, her ne kadar gerekçeleri şaibeli olsa da, gelişmekte olan ülkelerden gelen insan dalgasına karşı direnç gösterir. Bütün o yaftalar ortaya dökülür: Cahil, eğitimsiz, terörist, hatta pis. Irkçılık siyaset sahnesine geri dönüyor bu ara. Sadece önde gelen ülkelerde de değil; her yerde. O eski kabile zihniyeti, çomak sokulmuş arı kovanı gibi canlandı. Faşizm yükselişe geçti, artık gölgelerin arasında saklanmıyor, bilakis kendini göze sokuyor. Dünya gergin.’
İzmariti yere attı. “Zamanlamanız berbat.”
“Bazı insanlar onlara neyi yapıp neyi yapmayacaklarının söylenmesinden hoşlanmazlar.”
“Bazı insanlar puştluklarına bahane uydurmak için bu lafı kullanırlar.”
Samantha şaşkınlıkla bir kahkaha attı ve sonra başını salladı. “O insanlar saçmalıklarının yüzlerine vurulmasından hoşlanmazlar. Eskiden medya bunu yapardı. Sonra medya satın alındı, yandaşlaştı ve artık düzenin suyuna gidiyor. Bir şeyler bizi öfkelendirdiğinde o şeyleri değiştirmek için eyleme geçme yetimizi de aşağı yukarı o zamanlar yitirdik.”
“İnsanların bireysel özgürlüklerini yitirmeleri çok öncelere dayanıyor, Samantha. Geriye kalan illüzyondan başka bir şey değil. El üstünde tutulan bir illüzyon, orası kesin ama yine de bir illüzyon. Şimdi, insanların özgürlüğünü sonlandıran başat etkenin ne olduğunu sorabilir miyim?”
“Ekonomi.”
“Evet. Kapitalizm, az sayıdaki insanın özgürlüğü; pahasına diğer herkesin bu özgürlükten mahrum edilmesi üzerine bina edilmiştir.”
Yakınlaşmalar tekrar tekrar geri dönüp bazı bölümlerini okuduğum nadir kitaplardan. Kitaba zarar vermemek için altını çizmiyorum dolayısıyla genelde ‘‘Şöyle bir şey vardı sanki…’’ gibi düşünüp sürekli tekrar açıp okuyorum. Bir de tabii kitabı taramak gerekiyor o aradığım şeye ulaşana kadar.
Babam benim eğitim ve öğrenimime çok özen gösterdi. Fikirlerimin aydınlanmasına uğraştı. Fakat bundaki maksadı, özel fikri ne idi? Ne olacak? Falan efendinin kızı ne güzel okuyup yazıyor. Ne mükemmel söz söylüyor desinlerden başka bir maksadı yoktu. Bana düşünme gücü verecek şeyler öğretirdi. Fakat düşündüklerimi hayatta uygulamamak kararıyla…
On yıllardır politika sahnesinde olan mevcut partilerden umudunu kesen geniş bir kitle “Senin sesin olacağım” diyen birinin peşinden gitmeyi tercih etmişti. Çünkü o insanların, sosyoekonomik sınıfları ve bütün kimliklerini aşan bir derdi vardı: Tamamen yok sayılmak.
The road will roll beneath your feet whether you step lightly with hope and swiftly with determination, or whether you plod in misery, scraping the dirt with heavy boots.
Because the perspective of that journey is a choice, and I choose happiness, and I choose to climb the next mountain.
“Bakın” diyerek açıklamaya başladı. “İnsan zihninin boş bir çatı katına benzediğini ve insanın bu çatı katını kendi seçeceği mobilyalarla döşeyeceğini düşünüyorum. Yalnızca bir aptal önüne gelen her bilgiyi kapar, böylece ona faydası dokunabilecek bilgiler kalabalıklaşır ya da çok şey birbirine girer ve o bilgiye ihtiyacı oldu mu güçlükler yaşar”
Sherlock Holmes; Kızıl Dosya Marcel Haziran 2018 Baskısı, Sayfa: 18
Peri ve şan kelimeleri bir araya gelir, bu toprakta Perişan adında kızlar yaşar. Dokuz yaşındaki erkek kardeşlerinin ayakta sürdüğü traktörlerin römorkları devrilince ölür ve bir daha doğarlar. Bu kez adları İsabalı olur, Nazi olur. Ozo olur. Humina, Belkiza, Lezgi, Tükezban, Telli, Kübar, Adman, Adle, Ebedin, Vehta olur. Ne biz onların adlarını, ne de onlar bizi anlar. Doğu’da kızlar, kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile artık dişidir. Bu yüzden Toprak Ana diye bilinir. Perilerin şanı buradan gelir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır. Buna da, kadının intikamı denir.
“Eğer bir şahıs,” der Grotius, “kendi özgürlüğünü başkasına devredip bir efendinin kölesi olabiliyorsa, neden bütün bir halk kendi özgürlüğünden vazgeçip bir kralın tebaası olmasın?” Burada elbette açıklanmaya muhtaç muğlak kelimeler vardır, fakat biz başkasına devretmek üzerinde duralım. Devretmek, ya vermek ya da satmaktır. O halde, bir başkasının kölesi olan biri, kendini vermez, satar, en azından geçinmek için satar: Peki ama bir halk kendini neden satar? Kral, tebaasını geçimini karşılamak bir yana, kendisi onların sırtından geçinir ve Rabelais’ye göre, bir kral azla yetinerek yaşamaz. Bu durumda, tebaa ellerindeki malın mülkün de alınması koşuluyla mı kendi kişiliğini vermektedir? Bu durumda ellerinde ne kalır, bilemiyorum.
“şimdi,” tıpkı serinletici akşamı olmayan aralıksız öğle gibidir; güneşin aslen durmak bilmeden yanmasına rağmen, sadece gecenin derinliklerine batıyor görünmesi gibi. Bu yüzden bir imha olarak ölümden korkmak, akşam güneşinin şöyle şikayet edebileceğini düşünmek gibidir: “Vah bana! Sonsuz geceye batıyorum.”
Arthur Schopenhauer İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya 416. syf
Ortalama ağırlıktaki beyninde evrenin bilgisini taşıyan Asil, bir saniye içinde onlarca günü yaşayabilir, temsili bir askerlik gününde yıllarca asker kalabilir. Çünkü insan, hayat ve zamanla olan ilişkisi, tek bir noktadan ibarettir. Asil, insan, hayat ve zaman tek bir noktada, üst üste durmaktadır.
Ancak evreni bilmek, onu anlamak değildir. İçinde yükselen okyanusa rağmen Asil yüzmeyi öğrenememiş ve bilgide boğulmuştur. Evrenin bilgisine sahip olmasının tek nedeni, geldiği yerdir: Hiçlik.
Kazanmak için bu haksızlıkları yapmak da doğru olduğuna inanır, yalansız, dolansız alışveriş olur mu? Doğru alışverişi sen yapsan başkaları yapmaz. O
kazanır, sen ağzını havaya açarsın, der.
Ayaşlı ile Kiracıları - Memduh Şevket Esendal
Birinin cebinde hak etmediği bir lira varsa, birinin cebinde hak ettiği o bir lira yoktur derler. Bizim kayıp bir liraların da maşallahı var malum. Sonra ağzımız açık fiyatlara bakıyoruz işte.
Derdâ, kısa araba geçmişinde en sevdiği yer olduğuna karar verdiği cam kenarında oturuyordu. Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir insan az olması demekti. Öğreniyordu Derdâ. Ne kadar az, o kadar iyi!