Bana barışın, savaşılmayan zamanlardan ibaret olduğu öğretildi.
Kılıçlar Kenti - Robert Jackson Bennett - 156. syf.
Bana barışın, savaşılmayan zamanlardan ibaret olduğu öğretildi.
Kılıçlar Kenti - Robert Jackson Bennett - 156. syf.
Dünyanın en çaresiz çocuklarına en büyük hayalleri kurduran, umut denilen o doğal felaketten nefret ediyordum!
Daha - Hakan Günday
Ne de olsa dünyanın bütün savaşları, aslında birer iç savaştı. Ama demokrasi ve özgürlük ve dinler ve mezhepler ve bayraklar ve akla gelip gelebilecek bütün simgesel kavramlar gökyüzünde o kadar güzel dalgalanıyordu ki, hipnotize olup peşlerinden koşmamak mümkün değildi. Sokak aralarında, siper diplerinde, gecenin karanlığı ve düzenli şiddetin olduğu her yerde, her şey simgeseldi. Dökülen kan hariç. Aslında o bile simgeseldi galiba… Ne de olsa rengini bayraklara veriyordu…
Daha - Hakan Günday
“The less the gods meddle, the better for all,” said Ilnezhara.
“They view their mortals as toys,” Tazmikella said, her voice dripping with contempt. “And I loathe to call them gods. More like accomplished wizards playing as gods to soothe their own sense of personal vanity.”
Hero - R. A. Salvatore
Asıl soru şu : Bu kölelik neden devam ediyor? İnsanlar, tüm işlerin mantıklı bir amaca hizmet etmek adına yapıldığına gözü kapalı inanıyorlar. Başkalarının hoş olmayan bir iş yaptığını görünce, bu işin gerekli olduğunu söyleyerek her şeyi çözdüklerini sanıyorlar. Sözgelimi kömür madenciliği zor bir iş ama gereklidir, kömüre ihtiyacımız var. Lağımda çalışmak tatsız bir iş ama birilerinin lağımda çalışması lazım. Plongeur’lerin işi için de benzer bir durum geçerli. Birtakım insanların lokantalarda beslenmesi lazım, bu yüzden de birileri haftada seksen saat bulaşıkları temizlemeli.Bu medeniyetin bir gereğidir, dolayısıyla sorgulanamaz. Bu noktayı ele almalıyız.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
Bu paragrafın öncesinde Ahmet Altan hikaye içerisinde Kaan bey isimli bir hoca üzerinden yazarların çoğunun edebiyat da yeniliği, değişikliği neden öz de değil de biçimde aradığını soruyor ve sonrasında Öz ile ilgili şunları söylüyor.
Edebiyatın özü insandır… İnsanların duygularıdır. Bütün duyguların içinden çıktığı tohum da sahip olma isteğidir. Bir insana, bir insanın ruhuna sahip olmak istediğinizde, bu aşktır. Bir insanın bedenine sahip olmak istediğinizde bu şehvettir. İnsanları korkutacak, onları sizin emirlerinize uymak zorunda bırakacak bir güce sahip olmak istediğinizde bu iktidardır. Paraya sahin olmak istediğinizde bu aç gözlülüktür. Ölümsüzlüğe, ölümden sonra da yaşama hakkına sahip olmak istediğinizde, bu inançtır. Edebiyat da aslında tek kaynaktan, sahip olma isteğinden çıkan bu beş ana damardan beslenir, bunları anlatır. Öz budur.
Hayat Hanım - Ahmet Altan
Plongeur’ların işi medeniyet için gerçekten de gerekli mi? Zor ve tatsız bir iş olduğundan ve ağır işleri bir tür fetişe dönüştürdüğümüzden bunun “namuslu” bir iş olduğunu hissediyoruz belli belirsiz. Bir adamın bir ağaç kestiğini görünce sadece ve sadece kaslarını kullandığı için sosyal bir ihtiyacı giderdiğine inanıyoruz. Çirkin bir heykel için güzel bir ağacı kesiyor olabileceği ihtimali hiç aklımıza gelmiyor.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
Buralardaki iş yükünü yaratan temel ihtiyaçlar değil; sözde lüksü temsil eden sahtekarlıklar. Adına zarafet denilen şey, temelde personelin daha çok çalışması ve müşterilerin daha fazla para ödemesi anlamına geliyor.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
Para en büyük erdem sınavına dönüştü. Dilenciler bu sınavda çakıyor, bu yüzden de hor görülüyorlar. Eğer dilenerek haftada on sterlin bile kazanılabilse, dilencilik anında saygın bir mesleğe dönüşür. Konuya gerçekçi bir şekilde yaklaşırsak dilenciler sadece birer işadamı ve diğer işadamları gibi, ellerinin altındaki imkanları kullanarak geçimlerini sağlıyorlar. Şereflerini diğer çoğu modern insandan daha fazla satmış değiller; sadece zengin olmayı imkansız kılan bir meslek seçme hatasına düştüler.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
Küfür meselesi, özellikle de İngilizce küfür meselesi baştan sona gizem dolu. Küfretmek, doğası itibarıyla büyü kadar mantıksız bir şey - hatta aslında bir büyü türü. Ama bir çelişki de içeriyor, o da şu: Küfretmekteki amacımız karşımızdakini şok edip yaralamak, bunu da gizli tutulması gereken bir şeyden, çoğunlukla cinsel işlevlerle alakalı bir şeyden bahsederek yapıyoruz. Ama işin tuhaf yanı şu ki, bir kelime küfür olarak yerleştikten sonra gerçek anlamını, yani onu bir küfre dönüştüren özelliği kaybediyor. Bir kelime belirli bir anlama geldiği için küfre dönüşüyor ve küfre dönüştüğü için o anlamını yitiriyor.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
İşsiz bir adamın tek derdinin ücretsiz kalmak olduğunu düşünenler çok yanılıyorlar; bilakis, çalışma alışkanlığı kemiklerine işlemiş eğitimsiz bir adamın çalışmaya paradan daha çok ihtiyacı var. Eğitimli bir adam, yoksulluğun en feci yanlarından biri olan zorunlu aylaklığa dayanabilir.
George Orwell- Paris ve Londra’da Beş Parasız
Şunu da unutmamalısınız, eleştirmenlik züppelik değildir. Hiç kimsenin anlamadığı kitabı bir ben anladım yarışması da değildir. Okuyucuyu küçümseme mesleği de değildir. Yirminci Yüzyılda eleştirmenler hiç kimsenin okumaktan tat almadığı kitapları yücelterek edebiyatı bir anlaşılmazlığa, tatsızlığa, sıkıcılığa sevk ettiler… Borges, hiçbir zaman bitiremediği Fin negans Wake hakkında ders verdi… Bitiremediğiniz kitaplar hakkında ders vermeyin, bitiremediğiniz kitaplar hakkında eleştiri yazmayın. İyi bir kitabın birçok bilinen veya bilinmeyen özelliği vardır ama ilk özelliği sonuna kadar okunabilmesidir.
Finnegans Wake’i sonuna kadar okuyamıyorsanız o sizin için kötü bir kitaptır… Okuyabilen bir başkası için iyi bir kitap olabilir. Züppelik dediğim, insanın okuyamadığı bir kitabı övmesi, onun okunamaz olmasından kendine bir değer aktarmaya uğraşmasıdır.
Hayat Hanım - Ahmet Altan
Sonunda birileri içimdekileri yazıya dökmüş.
“Tanrı’ya İnanıyor musun?..”
“Bazen dedi. Ama bugün değil…. Tanrı da bazen olanlardan bir şey anlamıyor bence.
……. kendi kendine söylenir gibi:
Bazen dükkânı çırağına bırakıp gezmeye mi gidiyor, nedir, bilmiyorum ki, dedi.
Hayat Hanım - Ahmet Altan
Eğer D.H. Lawrence bir yazar değil de yeryüzündeki tek yayıncı olsaydı dünya Tolstoy’u asla okuyamazdı, çünkü Lawrence Tolstoy’u hiç beğenmiyor, hatta onu ahlak dışı buluyordu. Eğer Tolstoy tek yayıncı olsaydı dünya Dostoyevski’yi okuyamazdı çünkü Dostoyevski’yi beğenmiyordu… Dostoyevski tek yayıncı olsaydı dünya hiçbir yazarı okuyamazdı çünkü o hiç kimseyi beğenmiyordu. Gide tek yayıncı olsaydı Proust’u, Henry James tek yayıncı olsa Flaubert’i okuyamazdık…
Hayat Hanım - Ahmet Altan
Hiçbir kadın, ihtiras halindeki bir erkek kadar aciz ve gülünç olamaz. Buna rağmen bu hallerini bir kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır.
Kürk mantolu Madonna
İnsanın karnı tok, sırtı pek oldu mu başkalarının yoksulluklarını okuması, merhamete gelip iç çekmesi ne tatlıdır.
“Hayatı anlama gayesi neredeyse tüm felsefenin temelini oluşturuyor. Bunları ilk düşünen sen değilsin, son düşünen de bizler olmayacağız. Ama bütün bu soruların net bir cevabı yok. Senin cevaplarını ben yeterli bulmayabilirim. Benim cevaplarımı da sen… Bunda yanlış bir şey yok. İnsan kendini, hayatını, dünyayı sorgulamalı. Amaçlarını, yaşadıklarını, nedenleri, sonuçları yargılamalı. Anlam vermenin hazzı farklı bir şey. Anlamak tatlı bir su.
Yaşamaklar - Caner Almaz