“Şairlerin çoğu, ya gençliğin tecrübelerine asılı kalırlar ve yazıları ilk eserlerindeki tecrübelerin samimiyetten yoksun bir ifadesi olmaktan ileri gidemez, ya da coşkularını geride bırakıp eserlerinde sadece düşüncelerini ifade etmeye başlarlar. Bu da boş ve israf edilmişbir sanat sevgisinden başka bir şey değildir. Sanatçının yapabileceği daha kötü bir yol ise, onun saygıdeğer bir şahsiyet olup çıkıvermesi,askılarını armağanlarla doldurup toplumun kendisinden beklediği şekilde düşünmeye, konuşmaya ve davranmaya başlamasıdır.”
T.S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler… Sayfa:124
“İnsan canavardır!” diye bağırdı ve sopasını şiddetle taşlara vurdu. “Büyük canavar! Zatın bunu bilmiyor. Bütün işlerin yolunda gitmiş, ama bir de bana sor. Canavar, diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. İyilik mi yaptın? Gözlerini oyar… Aradaki uzaklığı koru patron! İnsanlara umut verme. Hepimizin eşit olduğumuzu, hepimizin eşit haklara sahip bulunduğumuzu söyleme; çünkü hemen senin hakkını çiğner, elinden ekmeğini kapar, açlıktan gebermeye bırakırlar seni.”
Tapınağın yakınındaki çam ormanında, ağaçların arasında, sağa sola dağılmış mezarlar gördüm. Mezarları seyredince düşündüm: Kimler çekip gitmemişti ki bu dünyadan? Yan yana uçan kuş çiftleri gibi, dalları iç içe geçmiş ağaçlar gibi birbirine sonsuza dek aşk sözü vermiş olan erkek ve kadınlar bile günü geldiğinde birbirinden bu şekilde ayrılıyordu. Böyle düşününce kelimeler boğazımda düğümlendi.
Genç bir kızsan sana çizilmiş kadere uzun müddet direnemiyorsun. İçinde kırılacak eşya, hatta daha fenası sadece kendisine değil, çevresine de zarar verebilecek patlayıcı taşıyan bir paket gibi daima göz önünde tutuluyorsun. Ne olur ne olmaz diye, doğduğunda babana, varsa erkek kardeşlerine, hatta amcalarına, dayılarına, sonra da ilk fırsatta baş göz edilip kocana teslim ediliyorsun. “Bir an evvel evlen de yerini bil” diyorlar sana. “Ne yani yıllarca yersiz miydim ben? Doğduğum bu ev benim neyimdi?” diye düşünmeye başlıyorsun. Böyle böyle, hiçbir yerin sana ait olmadığını, olamayacağını anlıyorsun. Babanın evinden, kocanın evine gidiyorsun. Evden eve taşınan bir paketsin sen. Kapalı bir paket olarak doğup açılmış bir paket olarak ölüyorsun!
“Klasik bir eser, yazıldığı dili konuşan milletin karakterini belirleyen bütün duygu tonlarını, bir sanat eserini sınırlayan bütünlük içerisinde en zengin bir ölçüde ifade edebilen bir ederdir. Klasik bir eser, böyle zengin bir muhtevayı hem en iyi şekilde temsil ede hem de ait olduğu toplumun tüm sosyal sınıflarını oluşturan fertlere her şart altında hitap edebilen bir eserdir.”
T. S. Eliot; Edebiyat Üzerine Düşünceler, Sayfa 183
Her yeri ekrandan görebiliyor olmak yürümenin anlamını hafifletiyor, sanki altını boşaltıyor. Bir de ülkemiz yürümek için yeterli konfora sahip değil bence. Hele de kadın olarak alıp başını ıssızlarda yürümek, aman Allah’ım. Gerçi kitapta da genelde erkeklerin yürüme serüveni anlatılıyor, çünkü çağlar geçti ama bireyselliğin erkeğe ait bir kavram olmasını aşamadık. Biraz aşmaya çalışıyoruz ama o kadar.
“Nereye gidersen git, yanlış yapman gerekecek. Bu hayatın temel şartı kendi kimliğine aykırı davranmak zorunda kalmak. Bir noktada, her canlının bunu yapması gerekiyor. Nihai karanlıktır bu, yaradılışın bozguna uğramasıdır; hayatla beslenen, evrenin her yanındaki lanettir bu.”
Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? - Philip K. Dick