“Kopyalar ne kadar kuru ve tatsızsa, taklitler o kadar tatlı ve sevimliydi. Sonuç olarak realist romanlar; yazarlarının suratları kadar tek düze, şaşırtıcılıktan yoksun ve aslında gerçekdışı şeylerin anlatıldığı kitaplardı.”
Kitab-ül Hiyel, İhsan Oktay Anar
4 Beğeni
MelihAntepli
(Edebiyat bir kişinin kendisiyle diyaloğunun sonucudur)
2730
Çünkü bugün gözleri olup da bir başka kör kategorisine dahil olanların yapmakla yetindikleri gibi bakmanın değil görmenin önemli olduğu gün.
Lizbon’da açlıktan ölmek kolay değil, halk kıt kanaat yaşamaya alışmıştır.
“Bizleri mahvetmek için pusuda bekleyen sinsi güçler, tatlı ninnilerle, pırıltılı masallarla uyutur seçtikleri kurbanları.”
Undine, Friederich De La Motte Fouqué
7 Beğeni
MelihAntepli
(Edebiyat bir kişinin kendisiyle diyaloğunun sonucudur)
2732
Kadınların büyük, bitmek bilmez sohbeti bu, ipe sapa gelmez gevezelik diye düşünür erkekler ama dünyayı yörüngesinde sıkı sıkıya tutanın bu sohbet olduğunun farkında değillerdir, eğer kadınlar birbirleriyle konuşmasalardı erkekler evin ve gezegenin anlamını çoktan yitirmiş olurlardı.
BALTASAR İLE BLİMUNDA - JOSÉ SARAMAGO
3 Beğeni
MelihAntepli
(Edebiyat bir kişinin kendisiyle diyaloğunun sonucudur)
2734
Tüm dünya cehennemin bekleme odasıdır.
Deliliğin kırıp geçirdiği bu topraklarda deliler eksik olmaz.
Hakikat çoğu zaman çocukların ağzından çıkar, ama bunu söyleyebilmeleri için büyümeleri gerekir, ve o zamanda yalan söylemeye koyulurlar.
BALTASAR İLE BLİMUNDA - JOSÉ SARAMAGO
3 Beğeni
MelihAntepli
(Edebiyat bir kişinin kendisiyle diyaloğunun sonucudur)
2735
Dünya sonsuzca dönüyor ama üzerinde yaşayan insanlar daha çılgınca dönüyorlar.
“O küçükken insanlar, “Peki sen büyüdüğün zaman ne olmak istiyorsun küçük adam?” gibi sorular sormuştu ve o hep, “Bilmem elinizde ne var?” diye yanıtlamıştı.
Ama böyle bir tavra tahammül edilmezdi. Olduğunuz kişi olmanız asla yeterli olmazdı;her zaman, başka biri olmak için çabalamalıydınız.”
Sırf başkaları için iyi insan olunmaz. İyi insan olmak zaten vazifemiz. Karşındaki ister anlasın ister anlamasın sen doğru olanı yapacaksın. İnsan hiç kimse yokken de insandır.
“Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki… Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç…”
“Her şeyden önce burası, ne kadar ustaca boyarsanız boyayın sınırlı kalmaya mahkum olan tuvalin dikdörtgenine benziyor.”
“Bizim de bir birahanemiz vardı. Bir sevgi yumağıydık biz. Şimdi ise o yumağın içinde olmak için kim bilir neler verecek olan kim bilir kaç kişinin bulunduğuna hayret ettiğim, cennetin huzurunda o büyük ayıbımdan uzaktaki soğuk bir dünyadayım. Belki de o zamanlar aldatılmıyordum. Belki bizde farklı bir şey vardı. Biz insani bir gelişim, bir yaşam biçimi, bir varlıktık.”
"İnsanlar için daha iyi bir dünya inşa etmekle falan uğraşamazsın. Yalnızca *insanlar* kendileri için daha iyi bir dünya inşa edebilir. Aksi hâlde inşa ettiğin şey, yalnızca bir kafes olur."
The translator needs to be translator, literary critic, and poet all at once – he must read the original well enough to understand all the machinery at play, to convey its meaning with as much accuracy as possible, then rearrange the translated meaning into an aesthetically pleasing structure in the target language that, by his judgment, matches the original. The poet runs untrammelled across the meadow. The translator dances in shackles.
Parktaki çömelmiş ağlayan yabancı adam çıkmıyordu aklından. Biliyordum. Oysa ne o adamı ne de Ada’yı yazmak istemiyordum. Birkaç öyküde sınamıştım yıllar önce, yeterdi. Sait Faik’ten sonra başkalarının bu Ada için bir şey yazmaması gerekirdi. Daha önceleri de bunu konuşmuştuk onunla. Gene de her zaman olduğu gibi karşı çıktı : “Burada önemli şeyler oluyor, farkında değil misin? Artık burası Sait Faik’in Adası değil.” “Sait Faik bir yana, bu ülke Atatürk’ün ülkesi mi?” dedim kızgın.