Ben çoğu geceler içiyorum, dedi. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için içiyorum. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burada gülerler. Böylesi az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum? Belki yalnız baş ağrısından…
Hava soğuktu. Paltosunu giymiş, bir battaniyeye sarıp sarmalanmıştı; kızarmış ellerle yazıyor, ara sıra mantıklı ve inandırıcı sözcüklerle dolu kâğıttan başını kaldırıp artık farkına bile varmadığı tanıdık görüntüye, o gün cam solgunluğunda görünen tepelerden düşen kaya parçaları, güneşte ara sıra ışıldayan yerleşim alanları, bir bölümünü seyrelmiş ormanlar, bir bölümü de çıngırak seslerinin geldiği çayırlarla kaplı yamaçlarıyla uzanan vadiye bakıyordu. Giderek daha kolay yazmaya başladı.
Tek düşünebildiğim zamanın durmasıydı. Biliyordum burada zaman diye bir şey yoktu. Ama o an, o savaşçının hayatını kurtarmaktan başka bir şey düşünemiyordum.
Sen de sürgünsün diye düşündüm. Sen de geniş bozkırların özlemi içindesin. Soğuk kanatlarını rahatça açabilirsin orada ama burada demir kafesinin parmaklıklarına haykırışlarla saldıran tutsak bir kartal gibisin.
İnsanın kendinden başka hidayet yolu yoktur. Kendi haricindeki bir yol, bir sistem bir istikamet kendi iç hakikatin ile birleştirilemez," dedi. İyice yan dönerek, “Bende beni bana yönlendirecek sonsuz bir varlık var. Sen uyanırsan benim zindanım da bitiyor. Seyir başlıyor. Nefes’i rahman geliyor. Makes oluyorum. Kendi eflakimde buluşup Fatiha oluyoruz. Feth’i küşad oluyoruz. Sen açılıyorsun. Beni de diriltiyorsun. Hasılı nefes Allah’ın nefesinden almaktır. Varlık, nefesi hissetmektir.
Allah seni niye yarattı biliyor musun? Kendisi ile nefes alasın
diye. Muhatap tuttu kendisine. Evliya nutuklarına da bu yüzden nefes denir. Ancak onun ünsiyetiyle hayat bulur çünkü.
Bunu çok özleyeceksin. Beni değil, aslındabunu özleyeceksin,
nefes almayı, beraber nefes almayı. Ben de sensiz nefes alamam çünkü, ben de seninle seyrediyorum.”
“Kendi kendimizi suçladığımız zaman başka birinin bizi suçlamaya hakkı kalmadığını düşünürüz. İnsanın ruhunu suçluluk duygusundan arındıran şeyitiraf etme eylminin kendisidir;günah çıkaran rahip değil.”
Benim için bir ilişkide sevgiden önce güven, güvenden önce saygı gelirdi. Çünkü saygının olmadığı yerde güven yok olurdu. Ve güvenin yok olduğu bir yerde sevginin hiç bir önemi kalmazdı…
Zaman Savaşçıları 2 - Kraliçelerin Yükselişi Beyza Bulut
Bir geminin kalkışının nedeni ne olursa olsun, her zaman bizlere bir tür belirsiz bir umut hissettirir. Bu antik çağlardan beri değişmeyen, insanın doğasına ait bir şeydir. Yunan mitolojisindeki Pandora’nın kutusu hikâyesini bilirsin. Açılmaması gereken kutu açılır açılmaz hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, ihanet, açlık ve kin gibi akla gelebilecek her türlü kötülük ve uğursuzluk kutudan sürünerek kaçmış, gökyüzünü kaplayarak uçup gitmiş. Bundan sonra, insanlar ne yazık ki sonsuza kadar sefalet içinde acı çekip kıvranmak zorunda kalmış. Ancak kutunun köşesinde haşhaş tanesi kadar küçük, parıldayan bir taş kalmış ve taşın üzerinde belli belirsiz “umut” kelimesi yazılıymış.
“kaldı ki kendini öldürmek kolaydır. anlık bir cesaret meselesidir sadece. asıl zor olan yaşamaktır. bunca felaket arasında, fazla rezil olmadan yaşamak gücünü bulmaktır asıl zor olan.”
mînâ urgan, bir dinozorun anıları
"Hayat herkesin ütüldüğü bir oyun bence. Yaşamak ne ki? Yaşlılık omuzlarımıza çökünceye, ellerimiz sönmüş ateşlerin külleri üstüne düşünceye kadar hep çile çekmek, hep yorulmak değil mi?
Hayatta acıma, insaf diye bir şey aramayın hiç. Çocuk, ciğerlerine ilk soluğu acıyla çeker. Yıllar sonra ölürken son soluğunu acıyla verir. Hayatının her gününde üzüntüden, sıkıntıdan, çileden başka ne görür ki?
Ama o kendine kollarını açan ölüme doğru ha bire ilerler. Sendeleye sendeleye, düşe kalka, ölümü görmemek için kafasını geriye çevire çevire… Sonuna kadar da ölümün kucağına atılmamak için direnir.
Ölüm güzel şeydir. Hayat ha bire vurur, yaralar, kanatır. Ama gel gör ki bayılırız yine de ona. Ölümdense nefret ederiz. Ne garip değil mi?"
Mazoşizmin modern insanda nasıl şekillendiği konulu incelemesinde Theodor Reik ilginç bir görüş ortaya atıyor. Mazoşizm silik bir biçim aldığı için fark ettiğimizden çok daha yaygındır. Temel dinamizmi şöyledir: Bir insan yaklaşan kötü şeyi kaçınılmaz olarak görür. Bu süreci durdumasının hiç yolu yoktur, çaresizdir. Bu çaresiz duygusu yaklaşan acının üstünde kontrol sahibi olma ihtiyacını doğurur; bu kontrol her türlü olabilir. Makul bir şeydir bu; kişiden kişiye değişen çaresizlik duygusu yaklaşmakta olan bedbahtlıktan çok daha acı vericidir. Böylece kişi durumu ona açık olan tek yolla kontrol altına alır. Yaklaşan mutsuzluğun bir an önce gelmesi için işbirliği yapar; onu hızlandırır. Bu yaptığı acıdan zevk aldığına dair yanlış bir izlenim yaratır. Öyle değildir. Bunun nedeni sadece bu çaresizliğe veya sözde çaresizliğe artık dayanamamasıdır. Fakat bu kaçınılmaz bedbahtlığı kontrol altına alma sürecinde otomatik olarak anhedoni (yani zevk alamama veya almayı istememe) haline girer. Anhedoni sezdirmeden yerleşir. Yıllar içinde kişiyi kontrol altına alır. Mesela, hazzı ötelemeyi öğrenir. Bu kasvetli anhedoni sürecinde bir adımdır Hazzı ötelemeyi öğrenirken kendine hâkim olduğu hissine kapılır; stoacı olmuş, kendini disipline sokmuştur. Dürtülerine teslim olmaz. O kontrol sahibidir. Dürtüleri bağlamında kendisi ve dış koşullar üzerinde kontrol sahibidir. O kontrollü ve kontrol eden biridir. Kısa sürede dışarıya açılır ve bu durumun bir parçası olarak diğer insanları da kontrol eder. Manipülatör haline gelir. Tabii bunun farkında değildir; tek yapmak istediği kendi acizlik duygusunu azaltmaktır. Fakat bu duyguyu azaltma gayreti içinde başkalarının özgürlüğünü bastırır. Yine de bundan bir zevk almaz, olumlu bir psikolojik kazanımı yoktur; aslında bütün kazanımları olumsuzdur. (S. 112- 113)