“Mitch, ben yaşlılığı kucaklıyorum.”
Kucaklamak mı?
“Evet. Çok basit. Büyüdükçe daha da öğreniyorsun. Eğer hep yirmi iki yaşında kalsan, hep yirmi iki yaşında olduğun kadar cahil olursun. Yaşlanmak sadece çürümek demek değildir bildiğin gibi. Büyümektir. Öleceğini bilmek olumsuz düşüncesinden daha önemli olan öleceğini anladığın için daha iyi bir yaşantı sürdürmektir.”
Peki eğer yaşlılık bu kadar değerliyse niçin herkes, “Keşke yeniden gençlik yıllarına dönebilseydim” diyor? Hiç kimse, “Keşke altmış beş yaşında olsaydım” diye söze başlamıyor.
Gülümsedi. “Bu söz neyi yansıtıyor dersin? Tatmin olmamış kişiler. Layıkıyla yaşanmamış hayatlar. Anlamı bulunamamış yaşamlar. Eğer hayatın anlamını bulduysan geriye gitmek istemezsin. İleriye gitmek istersin. Daha da yapmak, daha da görmek istersin. Altmış beş yaşına dek bekleyemezsin.”
“Senin o acayip kalbinin anahtarına sahip tek kadının binlerce kilometre uzakta olduğunu biliyorum. Başka biriyle mutlu olmaktansa onunla perişan olmayı yeğleyeceğini de.”
“On beş yıldır beni kimse görmedi. İnsanın bir hayatı olması için bir yüz gerekir. Benim yüzüm bir kazada parçalandı ve her şey bir gecede, yirmi yaşımda duruverdi.
…
Yüzü olmayan bir adam, belgisiz bir zamirdir.”
Kudret Bey düştüğü bu tezattan adeta habersiz, bizimle beraber vapura binen hanımlara, yarı acıyan, yarı küçük gören gözle bakıyordu:
-Zavallılar, şunlara bak Cemal! Ne hale koymuşuz kardeşim! Kendi kardeşlerimiz bunlar… Ne zaman bu kadınlara, kendi hayatlarını yaşamak hakkını vereceğiz, “Güneşi rahatça görebilirsiniz artık…” diyeceğiz?
”Dur biraz… Aslında tüm bu tuvalet duvarı sloganlarının siyasal dürtüden tamamen yoksun olmaları mümkün. Her şey sadece dilin isyanı olabilir. Tuvalete sadece bedeninin alt kısmı değil, onunla birlikte dilin de giriyor. Dilin de uçkurunu çözüp kenarını rahat bırakma, bütün o berbat günü, bütün o boktan hayatı boyunca birikenleri kusma ihtiyacı var. Salakça laflar duyuyorsun, salakça gazeteler okuyorsun, salak insanlarla konuşuyorsun ve tuvalette tek başına kaldığında gayet insani bir şekilde duvara ‘s.ktir’ yazmak geliyor içinden. Bunlardır dilin küçük ve büyük ihtiyaçları. Şimdi de, kenef muhabbeti yaparken, aslında dil hakkında konuşuyoruz.”
“Ciğerlerin soğuduğunu ve beynin donduğunu söyleyeyim sadece — ve benim gitmem gerekiyor. Karım ne konuştunuz o kadar diye sorarsa, ‘boktan şeyler’ diyeceğim.”
“İşte söyledin! O pek hassas dilinle! Çocuklar, onun şerefine içelim. Sanırım bu bir aydınlanma”
"Kişinin kendi yaşamıyla bağlantılı bir mitolojik hikayeyi keşfetmesi onun kendisini kavrayışını derinleştirir. Bu bağlantı aynı zamanda kişinin görünürde tesadüfi, bölük pörçük ya da trajik görünen anların aslında nasıl da bir bütünün parçası olduklarını anlamasını sağlar. "
Robert A. Johnson ve Jerry M. Ruhl “Bir Yaşamınız Daha Olsa”
“Mitleri okuyun. Onlar size içinize dönebileceğinizi öğretirler ve sembollerin mesajlarını almaya başlarsınız. Diğer toplumların mitlerini okuyun, kendi dininizinkileri değil, çünkü kendi dininizi olgularla yorumlama meyliniz vardır – ama diğerlerini okursanız, mesajı almaya başlarsınız.”
"Size bir hikaye anlatayım. Ormanda birçok müridi olan mübarek bir adam yaşarmış. Bir gün müritlerine tüm varlıklarda Tanrı’yı görmeyi ve hepsinin önünde eğilmeyi öğretmiş. Müritlerden biri bir gün kurban ateşi için odun toplamak üzere ormana gitmiş. Birden bire “Yoldan çekilin! Azgın bir fil geliyor!” diyen bir bağırış duymuş. Mürit hariç herkes koşarak kaçmış. Mürit ise filin de bir başka biçime girmiş Tanrı olduğuna hükmetmiş. O zaman niye kaçsın ki, diye düşünmüş. Sakince durmuş, hayvanın önünde eğilmiş ve hamdetmeye başlamış. Filin binicisi, “Kaçın! Kaçın!” diye bağırıyormuş. Ama mürit kıpırdamamış. Hayvan onu gövdesinden yakalamış, bir kenara fırlatmış ve yoluna devam etmiş. Mürit yaralı bereli ve bilinci yitik bir halde yerde kalakalmış. Olan biteni duyan ustası ve mürit biraderleri gelmiş ve onu kulübeye taşımışlar. Bazı ilaçların yardımıyla bilinci yerine gelmiş. Birkaçı ona “Filin geldiğini biliyordun - neden oradan kaçmadın?” diye sormuş. “Ama,” demiş mürit, “ustamız bize Tanrı’nın hem insan hem de hayvan tüm biçimlere büründüğünü anlattı. Dolayısıyla ben de gelenin yalnızca fil Tanrı olduğunu düşündüm, o nedenle de kaçmadım.” Bunun üzerine ustası, “Haklısın evladım, gelenin fil Tanrı olduğu doğru da, binici Tanrı da sana orada durmayı men etti. Hepsi Tanrı’nın tezahürü olduğuna göre, niye binicinin sözüne inanmadın? Binici Tanrı’nın sözüne kulak verecektin.” Sri Ramakrishna’nın Öğretileri
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim,bu mutluluğu koruyabilir,her şey de bambaşka gelişebilir miydi ? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.” Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk
“Hayır,” dedi yaşlı kadın. “Bu benim hayat hikayem. Anlıyor musun, bir kişinin yapabileceği tavsiyelerin o vakte kadar sürdüğü yaşamla bağlantılı olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu kağıtları incelerken, daha belirgin olmaları için vermiş olduğum tüm kararların altlarını çizdiğimi göreceksin. Hepsi endekslenmiş, aynı konular birbirleriyle çaprazlama olarak ilişkilendirilmiştir. Anlıyorsun değil mi? Sana bütün söyleyebileceğim, eğer benimkilerin tamamen zıddı olan kararlar alacak olursan, o zaman belli ki senin sonun…" durakladı, ciğerlerini iyi bir çığlık için doldurdu “… benimki gibi böyle pis kokulu bir mağarada bitmez!”
Otostopçunun Galaksi Rehberi, Çoğunlukla Zararsız, Douglas Adams