“Ben oldum olası şiirden hazzetmem,” dedim.
“Sen kaybediyorsun,” dedi Sim dalgın bir halde, birkaç sayfa çevirirken. “Eld Vintic şiirler gök gürültüsü gibidir. İnsanın içini titretir.”
“Vezni nasıldır?” diye sordum, ister istemez meraka kapılarak. “Ben vezin falan bilmem,” dedi dikkatini önündeki sayfaya vermiş olan Simmon. “Eld Vintic şiirler genelde şöyledir:
“Scrivani’yi aradık; Surthur’un eserini
Ortalarda yoktu; umutlarımız söndü gitti
Lakin dostluk ağır bastı; kitap ayağımıza geldi
Avcı buldu getirdi; Fela, heyecandan yüzünü al basan
Göğsünde kalmamış nefesi; damarlarında asil kan
Kızartır yanaklarını; güzelliğin kızılı"
“İşte bunun gibi,” dedi Simmon, önündeki sayfaları taramaya devam ederek.
Fela’nın ona baktığını fark ettim. Gözlerine Simmon’u orada otururken görüp de hayrete kapılmış gibi bir bakış hâkimdi. Hayır, sanki o noktaya dek Simmon tıpkı bir mobilya gibi boşluk işgal eden bir nesneydi. Fakat Fela bu sefer onu bütünüyle algılıyordu. Açık sarı saçları, çene hatları, gömleğinin altındaki omuzlarının genişliği… Bu sefer onu gerçekten görüyordu.
Bakın şu kadarını söyleyeyim. Sırf bu anın gerçekleşmesi bile Arşiv’i arayarak geçirdiğimiz tüm o berbat, sinir bozucu günlere değdi. Fela’nın Simmon’a âşık olduğunu görünce, döktüğüm kana ve yaşadığım ölüm korkusuna değdi. Aşk diyorsam sırılsıklam değil, azıcık. Yalnızca aşkın o ilk ve belli belirsiz nefesini kastediyorum. Bu nefes o denli ufaktı ki herhalde Fela bile fark etmemişti. Öyle gökyüzünde çakan ve peşinden gümbürtüsü yükselen bir şimşek gibi dramatik de değildi. Hani çakmaktaşı çeliğe çarptığında çıkan kıvılcım neredeyse gözle takip edemeyeceğiniz kadar çabuk kaybolur. Yine de onun orada, göremediğiniz bir yerde tutuştuğunu bilirsiniz.
''İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin geçmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat. ‘’
“Aşkı göz ardı etmeyin; onun bizi içgüdüleriyle hareket eden hayvanlardan ayıran en önemli fark olduğunu; velakin gerçek değil, insanlık tarihi boyunca kurgulanmış kolektif ama yapay bir duygu olduğunu hep akılda tutun. Kanılması gereken yalanlar vardır ve onlara kanmazsak hayat dayanılmaz olur.”
Sükût Ayyuka Çıkar (Bitmemiş Külliyat) - Yücel Balku / ‘Kızlarına Mektup’ adlı bölümden
“Silkip at üstünden tembelliği”
dedi ustam, "kuş tüyü üstünde,
yorgan altında kavuşulmaz üne;
üne kavuşmadan yaşamını tüketen kişi,
dumanın havada, köpüğün suda bıraktığı iz gibi
bir iz bırakır yeryüzünde.
Cehennem XXIV ( 46,49) , Dante Alighieri, İlahi Komedya
Bilginin tek bir çeşidi yoktur. Kendimizi ve çevremizi anlayabilmemiz için, şiir, roman, müzik ve başka alanların da yardımına gereksinim duyarız. 21. Yüzyılda Beyin- Steven Rose
“Siz insanın doğa üzerindeki hakimiyetini sağlamaya söz veriyorsunuz. Ama doğayı denetleyebilecek bir gücü yönetecek olan kimdir? Onu kim kullanacak? Hangi amaçla? Kullanan kişi nasıl denetlenecek? Bu tür kararlar hâlâ alınabilir. Ama eğer siz ve grubunuz bu kararları almazsanız, çok geçmeden birileri sizin yerinize alıverir. İnsanlık kazançlı çıkacaktır diyorsunuz. Kimin hoşgörüsüyle? Mektuplarını X diye imzalayan bir prensin mi? Yoksa sizin için onun in değerli olduğunuzu idrak ettiğinde akademinizi ihtiraslarından uzak tutabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz?”
“Ölüyorum.
Her gün, aldığım her nefesle, hayatımın sonuna daha da yaklaşıyorum.Çünkü doğduğumuzda nefesimiz sayılı ve aldığım her nefes, hayatım olan güneş ışığını, kaçınılmaz alacakaranlık vaktine azar azar yaklaştırıyor.”
“Ben mahşer gününün dehşetinden başka iman, secdeden başka namaz tanımayanlardan değilim. Ben nasıl mı namaz kılarım? Bir gülü seyrederim, yıldızları sayarım, yaratılışın güzelliği, onun düzenindeki kusursuzluk karşısında büyülenirim, Rabbim’in en güzel eseri olan insanın, onun bilgiye aç beyninin, aşka aç gönlünün, uyanmış veya tatmin edilmiş tüm duyularının karşısında hayranlığa kapılırım.”
(Not: Karthainli Bağlıbüyücülerden bahsediliyor.)
“Nereden geliyorlar?”
“Karthain’den.”
“Aman ne komik! Ben loncalarını kastettim. Tekellerini.”
“Onun cevabı kolay. Bir gece güçlü bir büyücü, kendisinden daha düşük seviyedeki bir büyücünün kapısını çalar. ‘Seçkin bir lonca kuruyorum,’ der. ‘Ya bana katıl ya da seni buracıkta un ufak ederim.’ İkinci büyücü de doğal olarak der ki…”
“‘Yahu ben de oldum olası bir loncaya katılmak istemişimdir!’”
“Aynen öyle. İkili gidip üçüncü bir büyücünün kapısına dayanır. ‘Loncaya katıl,’ derler, ‘ya da hemen buracıkta bizimle kapış; ikiye karşı tek.’ Bu böyle sürüp gider; ta ki üç veya dört yüz lonca üyesi son bağımsız büyücünün de kapısını çalana ve ‘Hayır,’ diyen herkes ölene kadar.”
“Düşünceler beni yorgun düşürdü, kafam sürekli bunlarla dolu, beynimin içinde nabzımın nasıl attığını bile hissediliyorum.Özel fikirler üretmek, muazzam şeyler yaratmak değil amacım.Ben sadece yaşamak, düş kurmak, umut etmek, herşeye yetişmek istiyorum.Hayat kısa, değerli dostum.Onu dolu dolu yaşamak lazım.”
Politika ve aksiyon adamlarının en zayıf yanı, düşünce adamını küçümseyişleridir. Beyinle kol, nazariye ile aksiyon el ele vermedikçe, toplum sıhhate kavuşamaz.
Kişi şiir okur,çünkü insan ırkından gelir,insan ırkına ise tutku yön verir! Tıp,hukuk,bankacılık hepsi de iyi bir yaşam sağlamak için gereklidir.Peki ya şiir,romantizm,aşk ve güzellik?İşte bunlar da bizim yaşama sebeplerimizdir!
Rıhtım ahalisinde ben dahil birçok kişinin haline tanım getiriyor.
Bütün medeni ülkelerde aynı şikâyet: Okumuyoruz. Kitaplar çoğaldıkça okuma sevgisi azalıyor. Ama, yine de birçokları için okuma bir hastalık. Böyleleri incelemek, düşünmek, dinlemek, eğlenmek için okumaz; okumak için geliştirme emelindedirler. Çok okurlar, ellerine geçeni okurlar. Sabırsızdırlar, sırtlarından bir yük atmak isterler sanki. Okuduklarını reddetmek veya tartışmak ihtiyacını duymazlar. Kitap kapanır kapanmaz içindekiler unutulur. En büyük zevkleri kitap değiştirmektir. Her matbua’ya saldırırlar. Kimi yarısını okur kitabın, kimi yalnız sonuna bakar. Kimi de bir baştan bir başa okur (meselâ gazete tiryakileri.) Okur gibi yapanlar da caba. Hepsi de rüya görür gibi okur. Okuma delisi birçok şeyleri anladığını vehmeder. Başkalarının sözleriyle yetinmek, her konuda başkasının anlayışına, başkasının fikirlerine başvurmak, alışkanlıkların en kötüsü. “Kitapta okudum, gazete yazıyor” gibi sözler iradenin ve kişiliğin yokluğunu gösterir. Aşın ve düzensiz okuma hafızayı, düşünce mekanizmasını bozar. Hasta gündelik hayattan kopar, çevresinde olup bitenleri göremez, anlayamaz. Marazı okumanın belirtilerinden biri hafıza zayıflamasıdır. Hasta gerçek hâdiseleri unutur, okuduklarını hatırlar. Realiteden uzaklaşır, kitaptaki olaylara bağlanır. Düşünceleri birbirine karışır. Kendi başına muhakeme edemez olur.
Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan zekâsını mahveder. Okumak, sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan dikkatini teksif edemez.