İnternette ararken ekşisözlükte denk gelip oradan kopyaladım. Küfürlü yerleri de kapattım ne olur ne olmaz diye.
“Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensörlü lamba.”
“Hayır.”
“Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.”
Önüme baktım.
“Neden kırdın?”
Cevap yok.
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle…”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”
“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. kaç sefer yok saydı beni.”
“E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! sahiden mi?”
“Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
“Sonra gittim ve televizyonu vurdum, şu sinsi canavarı, her gece sabit bir şekilde seyreden milyonlarca insanı taşa çeviren Medusa’yı, çağırıp, şarkı söyleyip, çok şeyler vaat eden, ama sonunda çok az şey veren o deniz perisini.” Güneşin altın elmaları - Ray Bradbury
Her şeye çok yakından bakması görüşlerinin darlaşmasına neden oluyordu. Bir iki noktayı olanca açıklığıyla görür, ama bunu elde etmek için bütünü gözden kaçırırdı. Gereğinden fazla derine inerdi. Gerçek her zaman bir kuyunun dibinde değildir. Daha önemli bilgi alanlarına bakıyorum da, onun hep yüzeyde olduğuna inanıyorum. Biz onu vadilerin derinliklerinde ararız, o ise dağların tepesindedir. Bu gibi yanılmalara neden, nasıl düşüldüğünü anlamak isteyenler gök cisimlerini seyretsinler. Bir yıldıza şöyle bir bakıp geçmek – yan gözle bakmak, retina 'nın kıyılarına aksetmesini sağlayacağı için (kıyıları hafif ışıklara karşı ortasından daha duyarlıdır), o yıldızı iyice görmek demektir – parıltısını tam olarak tatmak demektir – bakışlarımızı doğrudan doğruya onun üzerine çevirdik mi donuklaşıverir. Gerçi bu durumda göze daha çok ışık gelir, ama öbür durumda tertemiz bir kavrayış gücü vardır. Yersiz bir derinlik düşünceyi karıştırır, zayıflatır; bir noktaya toplanmış, devamlı, dümdüz bir dikkatle bakarsanız, Çoban Yıldızı bile gökyüzünden silinip yok olabilir.
Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: ‘Dünyada neler gördünüz? ‘ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…
Değirmen ,Sabahattin Ali
Ey temiz, onurlu ruh!
Yaptığın ufak bir hata sende ne acı bir yara açıyor.
İlahi Komedya,Dante Alighieri
Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
Kürk Mantolu Madonna , Sabahattin Ali
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti?
Dörtlükler,Ömer Hayyam
‘‘İnsanların, içinde işe yarayan tek şeyin şu cümle olduğu bir kitap okuduğumu hatırlıyorum, insanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar. O halde durumumda nasıl bir değişiklik oldu ki?’’
*Bir İdam Mahkumun Son Günü ,Victor Hugo
Beni avutsun diye de yanımda iki yabancı, beyaz çiçek taşıyorum. ?Artık soldular, kurudular, kahverengi ve kırılgan bir hal aldılar.? Akıl ile güç gittiğinde bile minnetin ve karşılıklı sevgi duygusunun, insanoğlunun yüreğinde yaşamaya devam ettiğine tanıklık etsin diye…
Zaman Makinesi,H.G.Wells
“insanlar haklı değil de haksız olanları çok daha kolay bağışlarmış”.
“Mutluluk en karanlık zamanlarda bile vardır. Yeter ki ışığı açmayı unutma.”
“Ölüler için üzülme Harry, yaşayanlar için üzül. Her şeyden önce de sevgisiz yaşayanlar için.”
“Bize aslında kim olduğumuzu gösteren şey, yeteneklerimizden çok seçimlerimizdir.”
“Kayıtsızlık ve ihmal, düpedüz sevmemekten daha fazla hasar yaratır çoğu kez.”
“En güçlü büyülerimiz sözlerimizdir… Hem inciten hem de iyileştiren sözlerimiz.”
“Sorun şu ki, insanlar daima kendileri için en kötüsünü seçmek gibi bir huya sahipler.”
“Asıl önemli olan birinin nasıl doğduğu değil, nasıl büyüdüğüdür.”
Harry Potter Serisi
Bilgisiz odun ne yapsın bilgiyi
Bilgisize hak söz tatsız gelir
Ona öğüt ve nasihat yararsızdır
Türlü kirler yıkanmakla arınır
Cahillik yıkanmakla arınmayan bir kirdir
Atabetü’l Hakayık (Gerçeklerin Eşiği), Edip Ahmet Bin Mahmud Yükneki
Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz
‘’ Sence kızmaz mı? ‘’
Akhilleus durup biraz düşündü. Bu yönüne bayılıyordum. Bir şeyi kaç kere sorarsam sorayım, her defasında ilk kez soruyormuşum gibi cevap veriyordu.
Çok seven ve çok sevilen biri olduğu için
çarmıha gerilen bir insan yaşadı vaktiyle.
Ne denli garip görünürse görünsün,
dün üç kez karşılaştım onunla.
İlkinde, bir polis memurundan bir fahişeyi tutuklamamasını istiyordu.
İkincisinde, toplum dışına itilmiş biriyle şarap içiyordu.
Üçüncü karşılaşmamızda ise, bir kilisede bir kışkırtıcıyla yumruk yumruğa dövüşüyordu.
"İlk kuramı insanoğlu denen yaratıklar, dudaklarını devamlı çalıştırmazlarsa ağızlarını bir daha hareket ettiremezlerdi.
Birkaç ay süren dikkatli bir gözlem sonucunda ikinci bir kuramla ortaya çıkmıştı ki o da şuydu - eğer insanlar dudaklarını devamlı çalıştırmazlarsa, beyinleri çalımaya başlıyor."
… Mustafa Kemal Büyükharbe girmek aleyhinde idi: İlim adamı olduğu için!
Mustafa Kemal Kurtuluş Harbini bırakmak fikrinde asla olmadı: Vatan adamı olduğu için!
İşte size bütün kitabın özü: İlim ve vatan adamı olunuz.
Hiçbiri yalnız başına ne sizi ne de milletinizi kurtarabilir.
… İstasyonda bir kadın durmuş gelen geçene:
Benim Ahmed’i gördünüz mü? Diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisi?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor.
Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Adene mi, Medineye mi, Kanala mı, Sarıkamışa mı, Bağdada mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa Ahmed’ini görsen, onu da benim kadar yabancı bulacaksın; gözünün ışığı sönmüş, çukur yanağı kemiğine batmış, omzu göçmüş, onu da soracaksın:
Ahmed’imi gördün mü?
Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. SANSÜR… (Merak eden internetten bakabilir.)
…
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bu anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik.
alıntı kitap içerisindeki en beğendiğim alıntıdır. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Sansür koymamın nedeni gönderinin silinmemesi için.
“Büyük servet, endüstri ve dahiyane icatlar, çocuksu amaçlara hizmet etmek için toplanmıştı. Özellikle Amerikan hayatı, Avrupa’nın son zamanlarında geride bırakmaya başladığı o güçlü birey fikrine tapan bir tarikat gibi organize edilmişti. Bunun farkın varamayan, sosyal merdivenin en alt basamağında takılı kalan Amerikalılar ya kendilerini gelecek umutlarıyla yatıştırdılar, ya kişiliklerini ünlü yıldızlarla özdeşleştirerek sembolik mutluluklar çaldılar, ya da Amerikalılıklarıyla övünüp hükümetlerinin küstah dış politikalarını alkışladılar.”
En eski edebiyattan en yenisine kadar, şiirin mevzusu zevce değil maşukadır. Hayaller ve istiareler hep sevgilinin süzgün gözleri ve karanlık kirpiklerinin etrafında pervaneler gibi uçuşur. Kahramanı zevce ve mevzusu izdivaç olan hikâyeden daha tatsız ne olabilir.
“Buraya sizi bulmak ve görevinizin gereklerini yerine getirmenizi hatırlatmak için gönderildim efendim.”
“Görev mi?” dedi İsa. “Hangi görev? Artık o tür görevler yerine getirilemiyor.”
“Yüce efendimiz, size gerekli araçları verdiğine inanıyor,” diye belirtti Melek, diplomatik tonunu sürdürerek. “Bakın sevgili kardeşim, bir kere ortalık sahte peygamberlerden geçilmiyor,” diye açıklamaya başladı sakin bir sesle İsa. “Ortaya çıksam kimse farkına varmayabilir. Eğer mucizelerim sayesinde biraz olsun kuşku uyandırabilirsem, bu sefer güçlenmemden korkarak beni tımarhaneye kapatırlar. En kötüsü ise, insanların bana gerçekten inanmaları olur. O zaman çarmıha geriyorlar. Çarmıha geçen gerilişimde canımın ne kadar yandığını da bilemezsiniz sevgili kardeşim!”
Melek itiraz etti, “Ama siz bu insanlar için ölmüştünüz efendim. Başlayıp da uğrunda bir kere öldüğünüz bir işi yarım bırakamazsınız.”
“Neden? İkinci kez ölmek için mi? Belki de bu insanlar için bir kere öldükten sonra, ölümü ve insanların değerini daha iyi kıyaslama fırsatı buldum ve değmeyeceğine karar verdim,” diye cevapladı İsa, inatçı bir tonla.
Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü / Evren İmre - Kıyamet Sirki
Bir insan , her bakımdan Türk hükümetinin iyi bir uyruğu olmak koşuluyla, Türkiye’ de bile zengin olabilir. Konfüçyüs şöyle der: ‘bir devlet aklın ilkeleriyle yönetilmiyorsa, o zamanda, zenginlik şan ve şeref utanç verici şeylerdir.’
Bana ilginç gelen bir kitaptan alıntı
HENRY DAVİD THROREU(1817-1862) HAKSIZ YÖNETİME KARŞI
“Hayat da tiyatro oyununa benzer bir şeydir, maskesi düşene kadar herkes bu oyunu sürdürür. Hayattır nitekim insanlara olduklarından farklı roller biçen: Az önce morlar kuşanmış bir kral olan bir bakarsınız paçavralar içinde bir köle oluvermiş.Bir yanıltmacadır sürüp gider, ama bir komediden de farklı bir şey beklenemez doğal olarak.” Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, s.36
Herhangi biri böyle ıssız bir ormanda, böylesine tuhaf bir şahsiyetle tesadüf eden birinin sinirlerinin altüst olacağını umardı; ne var ki Tom öyle kolay yılmayan, çetin ceviz bir adamdı, cadaloz karısıyla birlikte o kadar sene çevirmişti ki şeytandan bile korkusu yoktu.
Uykulu Kuytu Söylencesi (Şeytan ile Tom Walker)- Washington Irving