‘‘Dünyamız cennet ile cehennem arasında bir yerde durmuyor, görünen o ki cehenneme daha yakın.’’ (s.36)
Stanıslaw Lem, İnsanın Bir Dakikası
‘‘Dünyamız cennet ile cehennem arasında bir yerde durmuyor, görünen o ki cehenneme daha yakın.’’ (s.36)
Stanıslaw Lem, İnsanın Bir Dakikası
Neyim varsa her şeyimden, bütün bilgilerimden, inançlarımdan anılarımdan arınmak istiyordum. İlk dünyaya geldiğim gün gibi demeyeyim, ama dünyayı ilk tanıdığım gündeki gibi olmak istiyordum.
Sabahattin Kudret Aksal - Gazoz Ağacı ve Diğer Öyküler
Türkiye’deki ilişkileri muazzam anlatan bir Martin Eden alıntısı:
“Birer birey olamayan ve esiri bulundukları çocukça birtakım formüller yüzünden yaşamı gerektiği gibi yaşayamayan,daima birbirlerine sokulup yaşantılarına birbirlerinin fikrine uyarak bir biçim veren,sürü güdüsüne sahip bu yaratıkları görerek bir iki sefer acı acı güldü.”
Bizlerse: Seyirci, her zaman, her yerde,
bizler her şeye dönük, hiç dışına çıkmadan!
Ağzımıza dek doluyuz. Düzenliyoruz. Parçalanıyor.
Düzenliyoruz yine, biz parçalanıyoruz.
Kim bizleri böylesine ters çevirmiş,
her ne yapsak yola çıkan
birini andırıyoruz? O nasıl
son tepeden bir daha görünce koyağını,
döner, duraklar ve oyalanırsa–,
öyle yaşıyoruz biz de, vedalaşıyoruz hep.
Rainer Maria Rilke - Duino Ağıtları
❝Sen bir güneş olacaksın ve yıldızlar çevrende parlayacak…❞
Şeker Portakalı-Jose Mauro de Vasconselos
Güçlü dayanır; sert kırılır.
Hançer Yolu - Robert Jordan
Hepinizi ilkokul sabahlarına götüreyim gelin.
Sabahattin Kudret Aksal - Gazoz Ağacı ve Diğer Öyküler
İşlerimiz iyi gitmiyor diye, tanrılara kızmayalım, demişti. İşlerimiz, bizim ye bize benzerlerin küçük sakatlıklariyle, tesadüflerin ihanetiyle, her zaman bozulabilir. Hatta birkaç nesil için bozuk gidebilir. Bu bozulma, bu düzensizlik iç kıymetlerimize karşı vaziyetimizi değiştirmemelidir. İki ayrı şeyi birbirine karıştırırsak çıplak kalırız. Hatta zaferlerimizi bile tanrılardan bilmemeliyiz. Çünkü ihtimallerin cetvelinde mağlubiyet de vardır. Amcanın mahkemesinin uzamasıyle bu vatan üzerindeki tarihi haklarımızın, kızkardeşinin evlenmemesiyle Süleymaniye’de okunan sabah ezanının ve Müslüman bir babadan doğmanızın, paranızı dolandıran emlak tellaliyle iç çehremizi yapan kıymetlerin, bizi biz yapan büyük realitelerin ilgisi nedir? Bunlar sonu cemiyete dayanan realiteler olsa bile, bizi kendimizi inkara değil, şartları değiştirmeğe götürmelidir. Elbette ki bizden mesut memleketler ve vatandaşları vardır; elbette ki iki asırlık hezimetlerin, çöküntülerin, henüz kendi şartlarını bulamamış bir imparatorluk artığı olmamızın bir yığın neticesini hayatımızda, hatta etimizde duyacağız. Fakat bu ıstırabın bizi inkara götürmesi, daha büyük bir hezimeti kabul değil midir? Vatan ve millet, vatan ve millet oldukları için sevilir; bir din, din olarak münakaşa edilir, ret veya kabul edilir, yoksa hayatımıza getirecekleri kolaylıklar için değil…
Huzur-Ahmet Hamdi Tanpınar
Rüzgar gibi geldi, rüzgar gibi her şeye dokundu ve rüzgar gibi geçti.
(Yenidendogan Ejder’den
Halan oğlu Arent oglu Loial
Dördüncü Çag)
Zaman Çarkı Işığın Anısı
Mümtaz:
-Çok güzel akşam… dedi.
Genç kadın şaşırmış görünmek istemedi:
-Mevsimi! dedi.
-Mevsimi olması hayretimize mani değil ki… İçinden, -Sen güzelsin, ve bu güzelliğin gençliğinden geliyor. Fakat ben gene şaşırıyorum.- diye düşündü.
HUZUR
“Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: ‘Buradayım!’ der.”
9. Hariciye Koğuşu, Peyami Safa
‘‘Biliyor musun,’’ dedi delikanlı, bir dakika sonra, ‘‘ne zaman gece vakti gökyüzüne baksam, orada, çok çok uzaklarda, başka dünyalar olduğunu hissediyorum, bizimkine benzeyen, zeki varlıkların yaşadığı dünyalar…’’ (s. 387)
Yıldız Güncesi, Stanıslaw Lem
“Kendimi kendim olarak bilmeyi, duymayı unutmuştum. Bir bedenimiz ve ruhumuz olduğunu unutmuştuk. Unutmak üzere eğitilmiştik. Bir hiç olmak üzere yetiştirilmiştik. Eylem vardı yalnızca. Eylemimiz, kavgamız, okuduğumuz, buna karşın anlamadığımız kitaplarımız, türkülerimiz, marşlarımız vardı. Kitapları anlamıyorduk ama kürsüye çıkan ateşli bir konuşmacının sözlerini hemen anlıyorduk. Duya duya bellemiştik zaten. Yalnızca bellemekle yetinebiliyorduk. Şimdi ise, içinde bulunduğum boşlukta, ağırlığını yitirmiş de olsa, bedenimi duyuyordum. Bir yerimde bir şeyler sızlıyordu, biliyordum ama Öyle uyuşmuştum ki, sızıyı algılayamıyordum tam anlamıyla. Bu ağırlıksız bedenin bir yerinde de çok fazla benim olan bir şey varrdı; belli belirsiz duyduğum bir şey: Ruhum benim… Belli belirsiz de olsa bir şeyler istiyor ya da istemiyordum. Sözgelimi, yalnız kalmak istediğimi sezdiriyor ve yalnız bırakılıyordum. İstemek, istememek diye bir şey vardı bu dunyada. İrade, ille de bir fikrin buyruğu altına sokulması gereken güç değildi. Fikir neydi? Yüksekçe bir yere çıkılıp bağırılan, tiz seslerle beyinleri etkileyip…”
Güz Gelmeden | Selçuk Baran
Çünkü zaman, yaşamın ta kendisidir.Ve yaşamın yeri yürektir.
Momo-Michael Ende
Şefkat göstermek beni bazen mutlu ediyor, bazense yanıltıyor, ki bu ikincisi daha sık oluyor.
Şeker Portakalı-Jose Mauro de Vasconselos
Kötülüğün iyilik, aptallığın zeka, kötü niyetin sevgi karşısındaki korkunç hakimiyeti insan dünyasına ait gerçek dengeyi mi yansıtmaktadır? Yoksa bunlar, bilgisayarların ve istatistiksel bakış açısının bir sonucu mudur? (s.45)
İnsanın bir Dakikası, Stanıslaw Lem
“İnsan evladı sadece tecrübeden ders aldığı için aynı hataları defalarca tekrarlamaya mahkûmdur.”
Dikenlikler Kralı, Mark Lawrence
Tüm mantarları yiyebilirsin ama bazılarını sadece bir kere yiyebilirsin. Yanılmıyorsam bir Hırvat atasözü olması lazım, bazı hataları tekrarlama lüksümüzün olmaması üzerine.
Beğenmek demeyeyim de, bir “noluyoruz” dedim itiraf edeyim. Kemal Tahir-Yol Ayrımı’ndan bir pasaj.
Bit artık mübarek.
Tabiat, o eşsiz ana, altın ve gümüşü yararsız, boş nesneler olarak çok derinlere gömmüş; oysa havayı, suyu, toprağı, iyi ve gerçekten yararlı olan her şeyi gözler önüne sermiştir.
Thomas More - Ütopya