Bir an için sesler artan bir uğultu oluşturdu, birkaç korkmuş çığlık geldi. Sonra sanki başlarına kalın bir battaniye örtülmüş gibi ani bir sessizlik. Beyaz yüzleriyle hepsi durmuş ona bakıyorlardı. O da baktı. Birden, şimdi anormal olan benim, diye düşündü. Normallik bir çoğunluk kavramıydı, çoğunluğun standartı, sadece bir insanın değil.
Kötülük tükenmez. Hiç kimse, onu yeryüzünde azaltamaz. Kendi kaderini birazcık düzeltebilir ama daima başkalarının kaderlerini kötüleştirme pahasına. Az ya da çok zalim krallar, az ya da çok vahşi baronlar, kendine zulmedenlere takdir, kurtarıcılarına ise nefret besleyen cahil halklar her zaman olacak. Olacak çünkü bir köle, zalimler zalimi de olsa, efendisini kurtarıcısından daha iyi tanır zira her köle, kendisini efendisinin yerine koyar da, bencillikten uzak kurtarıcısının yerine koyabilen pek azdır. İnsanlar böyledir.
Tanrı Olmak Zor İş - Arkadi Strugatski ve Boris Strugatski
Biz bir yığın işle meşgulüz Mümtaz. Fakat insanla asla! Aydaki maymunlar masturbation yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı? Belki onu bile düşündük, Merih’te şeftalilerin -varsa eğer- lezzeti hakkında fikir edinmeye çalıştık, fakat insan ne halde? Buna yanaşmadık.
“Bütün bu kitaplar, diye düşündü, koca bir gezegenin zekasından geriye kalanlar, boşuna işleyen beyinlerin son kırıntıları, artıklar, tüm bu eserler yığını, insanlığın yok olmasını engelleyecek güce sahip değildi.”
“Ne zaman birisi belirli bir alanda tam bilgi sahibi olmadığını belirterek konuya girse, hemen ardından o alandaki kesin kanaatini belirtecek demektir.”
Ya madde nakil ışınlarına ne demeli? Sizi önce atomlarınıza ayırıp parçalayan, sonra bu atomları etha-altı yoluyla etrafa savurup ardından da onları, üstelik yıllardan beri ilk kez özgürlüğü tatmışlarken, tekrar bir araya toplamayı öngören herhangi bir nakil yönteminin gerçekten de kötü olması gerekir.
Domuz gribi sırasında bakkallarda satılan anti-bakteriyel jeller sayesinde mi dev bir salgını atlattık biz şimdi ? Bakkala giderek insan ırkını kurtardığımızı ne olur torunlarımıza söylemeyelim, yüzümüze tükürürler!
İnanç, diyor bizlere, ne gündelik yaşamın çoğu yönünü dışlayarak büyük bir gayretle sürdürülen egzotik bir tomurcuk ne de bir çocuğun Noel Baba’ya olan inancındaki gibi yarı-gerçekler ve safsatalarla desteklenen kullanışlı hülyalardır – kısacası, inşa edilmiş bir öğretiye olan, ihtiyatla önemsiz kılınmış bir bağlılık değildir; aksine, illa bir şey olacaksa, dünya kumaşının her zerresinde rastlanabilecek, Tanrı’nın yüz hatlarını oluşturan örüntü ve eğilimlerin doğru şekilde tanınmasıdır. İşte bu yüzden, din yalnızca tavsiye ve açıklama niteliğinde olabilir ve kesinlikle hiçbir yaptırım güdüsü taşıyamaz – çünkü yalnızca bağımsız olarak varılan ve sonrasında bilinçli olarak seçilen inanç ve davranışlar övgü veya yergiye layık olabilir. Bu durumda, herhangi bir gerçek ya da fikri bir insandan kasti olarak gizlemek, bu kişinin insanlık haklarının suç unsuru oluşturacak biçimde kısıtlanmasıdır - hiçbir parça uygunsuz olarak yargılanamaz, çünkü mozaiğe, ister açık ister koyu renkli olsun, ne kadar çok taş eklenirse, Tanrı’ya ilişkin görüşümüz o kadar netleşir.
İngilizce versiyonu
Faith, he tells us, is not an exotic bloom to be laboriously maintained by the exclusion of most aspects of the day to day world, nor a useful delusion to be supported by sophistries and half-truths like a child’s belief in Father Christmas—not, in short, a prudently unregarded adherence to a constructed creed; but rather must be, if anything, a clear-eyed recognition of the patterns and tendencies, to be found in every piece of the world’s fabric, which are the lineaments of God. This is why religion can only be advice and clarification, and cannot carry any spurs of enforcement—for only belief and behavior that is independently arrived at, and then chosen, can be praised or blamed. This being the case, it can be seen as a criminal abridgment of a person’s rights willfully to keep him in ignorance of any facts or opinions—no piece can be judged inadmissible, for the more stones, both bright and dark, that are added to the mosaic, the clearer is our picture of God.
Anubis Kapıları - Tim Powers
Başladığımdan beri yazayım foruma diyorum ama bir türlü vakit bulamadım.
(Alıntıyı telefonla alamadığım için elle yazdım hatalar olabilir)
“Ekonominin Türkleştirilmesi,1912-13 Balkan Savaşları ile birlikte egemen bir ideoloji haline gelmeye başlayan Türkçülüğün ve Türkiye’nin ulus-devletleşme sürecine girmesi paralelinde iktisadi yaşamda gözlenen bir olgudur.”
Haydar Kazgan’a Armağan: Yakın Tarihimizin İktisadi Panoraması
“Genellikle yazmaya değmeyen, belki de hiçbir şeye değmeyen ayrıntılar yaşıyoruz. Akşam olunca, o günün hesabını kâğıda dökmeyi denesek anlarız bunu. Geçip giden günlerden, yıllardan elimizde ne kadarcık şey kaldığını da anlarız.”
“Bu adamı seviyor musun?” diye homurdandı kendi kendine; "insan kendine benzeyen bir adamı neden sever ki? Sende sevilecek hiçbir şey yok. Aman be! Kendinle ilgili neyi değiştirdin şu hayatta? Kaybettiğin ve olabileceğin şeyleri sana göstermesi onu sevmek için iyi bir neden olabilir! Onunla yer değiştirdiğini düşün bir, o mavi gözler sana aynı ona baktıkları gibi mi bakacaktı ve o üzgün yüz aynı şefkatle mi acıyacaktı sana? Hadi ama açık açık söyle işte! Ondan nefret ediyorsun. "
‘‘Seni baskı altında tutanlar daha dün yüksek tabakalardan gelirken, şimdi senin kendi sınıfının içinden çıkıyorlar. Onlar senden bile küçükler, küçük adam. Çünkü senin yoksunluğunu deneyimle tanımak, sonra da onu seni daha iyi sömürmek ve daha çok ezmek için kullananların çok alçak olması gerekir.’’
Çevremizdeki nesnelerin durağanlığı, bu nesnelerin başka nesneler değil de, onlar olduklarından emin olmamızın, yani düşüncemizin onların karşısında durağan olmasının zorunlu bir sonucudur belki de.
Kayıp Zamanın İzinde Cilt 1 - Marcel Proust
Emin değil de şüphe içerisinde olunca hayatın daha dinamik olduğunu, kuşkucu insanların kafalarının daha hareketli olduğunu anlatıyor belki de.