Sesli filmler zarif ve nazik Marie Prevost’un bayağı Bronx şivesiyle konuştuğunu dünyaya ilan edince kadın işi bıraktı. Ölümüne içti. Kapısını içerden kilitlediği dairesinde öldü ve apartman yöneticisi kapıyı çalana kadar geçen dört günlük süre zarfında açlıktan ölmekte olan köpeği Maxie kadını yemeye başladı.
Bayan Wright, “Marie Prevost dünyanın en iyi aktristiyken” diyor ve parmaklarını şaklatarak ekliyor “…şak diye köpek maması oluverdi.”
Ama hayal kırıklığına uğramak yerine mutlu olmak için, kendimi başkalarına bağımlı bir duruma getirmemem gerektiğini söylüyorum kendime.Mutluluğunu kendin yaratmalısın Mathea.
Düşler! Hep düşler! Ruh ne denli hırslı, ne denli inceyse, düşler de gerçekleşebilecek olandan o denli uzaklaşır. Her insan kendine yetecek ölçüde afyon taşır içinde, durmamacasına yenilenen bir afyon. Hem doğumdan ölüme dek, olumlu ergiyle, başarılı ve kararlı eylemle dolmuş kaç saatimiz var ki?
Kendimi hissediyorum. Ama sadece içine bir şey kaçan göz, yaralı parmak ya da ağrıyan diş kendini hisseder ve bireyselliğini kavrar. Sağlıklı göz, parmak ve diş âdeta yoktur. Kişisel bilincin bir hastalıktan ibaret olduğu apaçık ortada değil mi?
‘‘İnsanlar; yaşamı ölüm için yitiriyoruz, gerçek olanı, imgelemsel olan için tüketiyoruz, günlere, salt bizi onlara benzer başka günlere taşımaktan başka bir değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz. İnsanlar; yaşamınızın tümü, sizin kendi kendinizi lanetlemek için tasarladığınız korkunç bir oyundur; sizin bu kaçan aynaya doğru koşuşunuza yalnızca şeytanlar güler!’’
Kaçan Ayna, Giovanni Papini
“İnsan yaşlandıkça düşünceyi harakete geçirme gücünü yitiriyor belki. Belki de onun için her şey aklına takılıp büyük bir yük oluyor.”
(Truman Capote, Tiffany’de Kahvaltı)
Sen yoktun.
Terk edilmiş bir İstanbul vardı
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına,
Eylül rüzgârlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen.
Sen yoktun,
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda,
Geceyarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları,
Trenler geçerdi gözbebeklerimden,
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım.
Sen yoktun,
Yokluğunla kalkardı ada vapurları,
Gölgelerimiz gezinirdi ağaçlıklı yollarda,
Kayalıklarda seslerimiz çınlardı,
Deniz seni sorardı bana.
Sen yoktun,
Tüm dünyayı değiştirebilirdim,
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm.
Ne yana baksam karşımda bir anı,
Meğer İstanbul ne çok benziyormuş sana.
Sen yoktun,
Omuzlarımda paramparça bir yürek,
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa,
Kıvranarak olayların burgacında,
Gezinirim sensizlikle, deliliğin sınırlarında.
Sen yoktun,
Sen yoktun,
Kanayan bir sevda vardı
Yeryüzü ıssızlığında.
"Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu."
“Hayat, birbirinden ayırdıklarını, bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi."