To master the darkness without, first you must face the darkness within.
Nevernight - Jay Kristoff
To master the darkness without, first you must face the darkness within.
Nevernight - Jay Kristoff
“1913’te bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, fantezi romanlarında bile yeri yoktu.”
Zeytindağı - Falih Rıfkı Atay
‘‘Küçük bir çakıl taşını yerinden oynatın; devinime geçer, aşağıya doğru yuvarlanır; inerken bir boşluk bırakır, üstüne başka bir çakıl taşı düşer, işte size yükseklik. Yüzeyler. Yüzeylerin üstündeki yüzeylerin yüzeyleri.’’
Foucault Sarkacı, Umberto Eco
Seneler sonra bir okula gidip de, vaktiyle delicek sevdiğim bir kızı, orda, oralarda, koridorlarda gezerken, merdivenlerden çıkıp inerken sevdiğim bir kişi düşünmüşümdür. Şuraya, demişimdir içimden, ‘‘elleri değdi’’ ayakları yürüdü. Şu pencereden gözü gördü. Şu sınıfa girdi. Şurada otururdu. Bu kapının ağzından geçerken, başını çevirip camların ardından bakışı şöyleydi. Burun kıvırması şöyleydi. Dudak uzatması şöyleydi. Ya şöyle gülerdi kele. Daha her şeyi. Tutar, duvarların, merdivenlerin, sıraların, sınıf tahtalarının yakalarına sarılırım. Biterim ama konuşmazlar ki… Daha diyeceklerim bunun gibi işte. Böyle şeyler her kişide olur. Olmayan olmaz bir kişi.
[Cahit Zarifoğlu - Kişinin İçi(Hece Öykü - Ekim Kasım 2018)]
Kitaba göre, damat beni kendi isteğiyle seçiyor, ama ben ona “veriliyorum”… tıpkı bir eşek ya da keçi gibi. Ey Kilise Babaları, kadınlara verdiğiniz bu yüce paye mübarek olsun!!
Thomas Hardy – Adsız Sansız Bir Jude
Hayat, yaşamayı sürdürmek için sebepler bulamaz, karşılıklı saygı için düzgün bir kaynak olamaz, her birimiz ona böyle nitelikler katmakta karar kılmazsak eğer.
(Life cannot find reasons to sustain it, cannot be a source of decent mutual regard, unless each of us resolves to breathe such qualities into it.)
Dune Sapkınları
‘Süpermarketler bizim tapınaklarımızdır. Buna alışveriş listelerimizin dua kitaplarımız, alışveriş merkezlerindeki gezinmelerimizin de hac yolculuklarımız olduğunu ekleyebilirim… Alışveriş yapıyorum öyleyse varım. Alışveriş yapmak ya da yapmamak, işte bütün mesele bu.’’
[Zymunt Bauman - Retrotopya]
Ve korkuyorlar. Çünkü onların oynadıkları oyun, günün üç saatini, içlerinde bağırıp çağıran anarşiste ayırıp geri kalan zamanında normal bir insan gibi yaşamaktan ibaret. Çok azı söylediklerini yapar. Çok azı gece anlattığını gündüz yaşar. Bunlar daha çok düşünsel kurt adamlardır. Barış ve anarşi işaretlerini sokaktaki bir kadın heykelinin iki göğsüne çizenler bu salaklardır işte. Coşarlar insan hayatının değersizliğini anlatırken. Ama daha sonra işkence gören bir teröristin haberi karşısında, en çelik hümanist kesilip insan haklarından dem vururlar. Çelik hümanistler çelik kapı taktırırlar evlerine, adlarına methiyeler dizdikleri kaosun, devrimin geldiği gün kedilerine bir zarar gelmesin diye. Sağdan nefret ederken soldan da etmeyi unutanlardır bunlar. Kişisel muhalefetlerine bir kalabalığın fikrini eklemekten zevk duyarlar. “Sola daha yakınım!” derler utanmadan. Gölgesiz yaşayamazlar, yalnız kalmaktan ödleri koptuğu için. Yakın olmazlarsa herhangi bir tarafa, yok olacaklarını düşünürler. Açık deniz adamlarının yanında karadan uzaklaşamayan dubalar gibi dururlar.
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
Spoilersız alıntı.
“Daha uzun yaşayınca daha çok gözlemde bulunuyoruz.” dedi Teg.
“Bence o kadar basit değil. Bazı insanlar gözlem falan yapmaz. Hayat başlarına gelen bir şeydir sadece. Bir çeşit aptalca ısrardan başka pek bir şey sergilemeden hayatlarını idame ederler; onları sahte huzurlarından koparıp alabilecek bir şeye karşı da öfke ve hınç duyar, var güçleriyle direnirler.”
Dune Sapkınları. Yine.
Şehirler, hele İstanbul gibi ölçüsüzce büyük olanlar, hayvanat bahçesinden farksız. Üstadın dediği gibi:
“Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!”
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
Her sabah ben;
Uyanır uyanmaz hemen kalkmaya, elini yüzünü yıkamaya ve çayını içerken etraflıca düşünmeye, ölçüp biçmeye, not almaya ve bu işle gerektiği gibi ilgilenmeye niyetlenmişti. Oysa hiçbir şey yapmadan yarım saat daha yattı.
Oblomov/İvan Aleksandroviç Gonçarov
“We will buy some drugs and watch a band
Then jump in a river, holding hands!”
David Bowie söyledi. Ben inandım. Ama Melis’le, ne kafa kundaklayacak uyuşturucular, ne ciğeri ağza çıkaracak bir müzik, ne de el ele atlanacak bir nehir vardı! Melis’le, en fazla iki kadeh beyaz şarap, üniversitesinin bahsettiği festivalinde elektronik ritimde sıçramak ve içkili kullanılan arabalarda emniyet kemeri takmak vardı. Kimse artık Bowie dinlemiyor herhalde, diye düşündüm. Kimse artık delirmiyor. İntiharların modası geçmiş olmalı.
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
Okuduğum dönemde bu üstadın kim olduğunu aramış, bulamamıştım. Hayali bir üstad sanırım.
Osmanlı maarif Nazırı tarafından şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim anlamında söylediği bir söze gönderme yapılmış. Ama, fakat, lakin söylenen bu cümlenin dönemin eğitimde birlik olmayışına yönelik olduğu düşünülüyor.
Bilindiği üzere Cumhuriyet bunu başardı ve Tevhidi Tedrisat ile bu çok parçalı okullara bir son verdi.
“Yüz kişiden doksan dokuzu ahlak kurallarını ihlal eder; ancak bu gerçek, genellikle gün ışığına çıkmaz. Doksan dokuzuncu kişinin yaptığı ortaya çıktığında, yüz kişi içinde gerçekten masum olan bir kişi yürekten duyduğu nefreti dile getirir; öbür doksan sekizi de, kendilerinden de kuşkulanılabilir korkusuyla, onun peşinden giderler.”
Bertrand Russel - Sorgulayan Denemeler
"Ben yalnızca kendi Evrenimle ilgili karar veririm," diye sakince devam etti adam. "Benim Evrenim gözlerim ve kulaklarımdır. Bunun dışında her şey söylentidir."
"Ama hiçbir şeye inanmaz mısınız?"
Adam omuzlarını silkti ve kedisini kucağına aldı.
"Ne demek istediğinizi anlamıyorum," dedi.
"Bu barakada aldığınız kararların milyonlarca kişinin yaşamını ve kaderini etkilediğini anlamıyor musunuz? Bunların hepsi korkunç bir şekilde yanlış!"
"Bilmiyorum. Bahsettiğin bütün bu kişilerle hiç karşılaşmadım. Senin de karşılaştığından şüpheliyim. Onlar yalnızca duyduğumuz kelimelerde var oluyorlar. Başkalarına ne olduğunu bildiğini söylemek, saçmalıktan başka şey değil. Var olup olmadıklarını yalnızca onlar bilir. Onların da kendi gözleri ve kulaklarından oluşan kendi Evrenleri var."
Otostopçunun Galaksi Rehberi - Douglas Adams
Biz, göz kapaklarımızı açıp kapardık. Buna göz kırpmak denirdi. Küçük siyah bir ışık, inip kalkan bir perde: Kesinti gerçekleşmiştir. Göz nemlenir, dünya hiçleşir. Siz bunun ne denli rahatlatıcı bir şey olduğunu bilemezsiniz. Bir saat içinde dört bin dinlenme. Dört bin küçük kaçış…
Jean-Paul Sartre - Gizli Oturum
‘Türk köylüsünün ruhu, durgun ve derin bir sudur.’
Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Önnot: Spoiler olacak bir şey yok.
Hayat çok tuhaf bir şey. Bunun üzerinde çok düşündüm, ama işin içinden çıkamadım. Sorularıma cevap bulmaya uğraştıkça daha beter kafam karıştı. İnsan neden bu kadar sarılır hayata? Hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur hayat. Yaşamak, eziyetlidir; yaşamak, acı çekmektir; yaşamak, eninde sonunda ihtiyarlamak, elden ayaktan düşmek demektir, hepimizin sonu budur. Sonunda hepimiz, sönmüş ateşin soğuk küllerine döneriz. Bebek doğduğunda ilk soluğunu alırken acı çeker; ihtiyar adam son soluğunu acı çekerek verir ve insan bu iki soluk arasında acıdan, kederden, üzüntüden başka bir şey tatmaz. Düşe kalka, hep ileride bekleyen Ölüm’ün kollarına doğru gittiğini bilerek ilerler hayat yolunda, ama yine de ikide bir dönüp geriye bakmaktan ve hayatta kalmak için çabalamaktan kendini alamaz. Oysa Ölüm acı vermez. Acı veren Hayat’tır. Ama yine de bizler Hayat’ı sever, Ölüm’den nefret ederiz. Çok tuhaf.
Atalarının Tanrısı, Jack London (Yordam Edebiyat, Mete Ergin çevirisi)
Bu arada Mete Ergin çevirisi dil kullanımı ve yetkinliği açısından mükemmel. Jack London’ın ilk öykü derlemesi olan Kurt Dölü kitabını da Ergin çevirisinden okumuştum, o da müthişti.