DISTRAINT
2D oyun olmasına rağmen oldukça gerilim içeren bir atmosferi var. Oyunu bitirmesi yaklaşık 2 saat sürüyor. Hem uygun fiyatlı hemde kısa süre içerisinde keyifli vakit geçirilebilecek bir oyun, öneririm.
DISTRAINT
2D oyun olmasına rağmen oldukça gerilim içeren bir atmosferi var. Oyunu bitirmesi yaklaşık 2 saat sürüyor. Hem uygun fiyatlı hemde kısa süre içerisinde keyifli vakit geçirilebilecek bir oyun, öneririm.
Geçtiğimiz hafta tamamladığım Hogwarts Legacy oyunu, hikaye anlatımı ve basit mantık senaryosu konusunda daha güçlü olmalıydı. Ancak oyunun oynanışı son derece keyifliydi ve keşfetmek gerçekten tatmin edici bir oyun dünyası sunuyordu. Koleksiyon ve başarıları seven birisi olarak, bunları tamamlamak oldukça keyifliydi.
Cyberpunk’a dört yıl sonra girebilmek ve bundan keyif alabilmek gerçekten bir şans. Hikaye açısından güzel bir işleyiş ve akış mevcut. Yan görevler ve ilişkili durumlarla meşgul olmaktan ana görevlere zaman ayırmak zor olabiliyor.
Dave the Diver ve Dredge oyunları ise son derece sakin ve keyifli. DTD oyunu içerik açısından oldukça doyurucu ve tatmin edici. Kendi kendine keşfetmesi de oldukça güzel ve animasyonlara hayran kaldığımı inkar edemem. Dredge çizim ve oyun içindeki hikayesi merak uyandıracak tatlar barındırıyor.
Bu rahatlatıcı oyunlar arasına, arada bir direksiyon sallama keyfi sunan American Truck Simulator da katılıyor. Harita ve oyun manzaraları anlamında oldukça yumuşak bir dokuya sahip. ETS’nin benzer bir güncelleme alması gerektiğini düşünüyorum. ATS, şehirleri daha iyi bir şekilde doldurmuş ve çeşitli yapılar barındırmış. ETS ise bütün şehirleri aynı yaparak oyunun hızla sıkıcı hale gelmesine neden olmu
Agatha Christie Murder On The Orient Express’i oynuyorum. Teeeee karanlık çağlarda oynadığım ve çok etkisinde kaldığım, yine Doğu Expresinde Cinayet romanından esinlenmiş The Last Express diye bir oyun vardı. Hem bana Last Express’i hatırlattığı için hem de yine eskiden oynayıp çok beğendiğim Syberia serisinin yapımcısı olan Microids stüdyolarından çıktığı için hazır Epic kupon mupon veriyorken çok bekletmeden aldım.
Agatha Christie’nin Doğu Expresinde Cinayet romanının modernleştirilmiş bir hali olan dedektiflik ve puzzle oyunu diyebiliriz.
Hikayesi temel olarak roman ile birebir şekilde ilerliyor. Hercule Poirot’un Tokatlian Otelinde aldığı acil durum çağrısı ile başlayıp Sirkeci Garından kalkan Doğu Expressinin kara saplanıp kalması ve işlenen meşhur cinayeti konu alıyor fakat günümüzde geçiyor. Poirot’un cep telefonu falan var
Hikayedeki karakterler kitaptakiler ile aynı, tam hatırlamamakla beraber sanırım kaldıkları kompartmanlar falan da aynen korunmuş. Genel hikaye romanla parelel olsa da oyunun tüm hikayesi Doğu Expressi ile sınırlı değil, çok farklı yerlere gidiyor, başka ortamlarda başka karakteri de kontrol ediyoruz.
Telltale oyunlarındaki gibi elle renklendirilmiş stilize karakterler mevcut. Göze batmıyor fakat animasyonlar kötü. Hadi vücut animasyonları geçtim, özellikle bir grup insan arasından potansiyel katili aradığınız bir yapıda karşıdakinin yüz ifadesi ve mimikleri çok önemli iken bu oyunda malesef sadece ağız oynuyor ki vücut animasyonları gibi konuşma animasyonu da kötü. İnsan bi L.A. Noire benzeri bir şey bekliyor.
Oynadığım yere kadar puzzle’lar hem çok kolay hem de yanlış yaptığınızda negatif bir durum ile karşılaşmıyorsunuz. Çözmediğimiz yada doğru sıraya koyamadığımız bulmacalar, olaylar, diyaloglar vs. olduğunda ilerlememiz biraz sekteye uğrar falan diye bekliyordum ama hiçbir şey bilmeseniz dahi sırayla deneye deneye çözülüyor. Bulmacaları çözerken ipucu alabiliyorsunuz fakat haliyle gerek olmuyor. Bu biraz hayal kırıklığı yarattı bende. İlerde bulmacaların biraz daha zorlaşmasını umuyorum çünkü ciddi ciddi çocuklar için yapılan eğitici oyunlarda olduğu gibi “Eğlenirken öğrenelim, öğrenirken eğlenelim” kafasıyla ilerliyor bulmacalar. Örneğin bulmacalardan bir tanesi “1000 çiçek olan bir bahçede, bir çocuk 10 çiçeği kopardı, kalan çiçeklerin sayısı ikiye katlandı. Bahçede kaç çiçek oldu?” Bayağı ilkokul 1. sınıf matematik sorusu
Genel olarak hikayenin modernize edilmesini beğendim ama almak için çok acele etmez fiyatının daha düşmesini beklerdim.
Dün akşam bitirdim oyunu .Adeta bir studio ghibli filminden çıkmış gibi tatlı,bıcır bıcır grafiklere sahip kafa dağıtan müzikleri ve damakta kalan kısa süresiyle muhakkak göz atmanızı tavsiye ederim.
Bloodborne’dan fazlaca esinlenmiş ama “çakma” diyebileceğimiz bir oyun da olmamış. Adamlar ne gibi yeni mekanikler ekleyebiliriz diye kafa yormuşlar ve orantılı olarak eklemişler de. Farklı silahların bıçak ve sap kısımlarının kombinlenmesi, grinder ile silahlara farklı bufflar basma, protez kolu kendimiz tasarlama gibi mekanikler oyuna gayet güzel yedirilmiş. Çevre ve Boss tasarımlarını çok beğendim. Yanlız Pinokyo’nun neden bu kadar feminen tasarlandığına anlam veremedim. Sebebi neydi ki? Elden Ring’den sonra biraz kolay geldi, bossları ortalama 3-4 denemede geçiyorum.
Gamepass’de var.
Timothée Chalamet olsun istemişler hocam ama çok para ister diye böyle bir şey olmuş sonunda:)
Alan Wake II
Gençliğinde oyun oynayanların Max Payne’ni oynaması veya en azından duymaması pek mümkün değildir. Bende zamanında Max Paye’ni oynayıp neye uğradığını şaşıran ve okula gidip sürekli oyun hakkında konuşan tiplerdendim. O günden beridir Sam Lake’i takip eder ve ne çıkarırsa bir şans vermeye çalışırım. Her ne kadar çıkardığı oyunlar genel anlamda çok iyi olmasalarda(burada Control’ü ayırmak gerekebilir) içerisinde mutlaka şu iki unsuru barındırmışlardır: Tuhaflık ve özgünlük. Allen Wake 2 işte bu iki unsurun muhteşem şovu olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki unsur etrafında; oyunun sanat tasarımı, müzikleri, hikayesi ve tabi ki hikaye sunumu o kadar iyi ki her bölüm bittiğinde karşınıza gelen siyah ekranda kalp atışlarınızın düzene girmesini beklerken buluyorsunuz kendinizi.
Bir korku hikayesinin içerisinde yazarın hikayeyi değiştirip manipüle ederek oyun dünyasını değiştirmesi ile tek tek tasarlanmış ve detaylandırılmış oyun alanlarına geçiş yapmak, o alanlarda kimi zaman ara sahneler ile, kimi zaman film kesitleriyle, kimi zaman ise çevresel unsurlar ile hikayenin sunulması müthiş bir deneyim sunuyor oyuncuya. Tabi ki hikayenin bir Sam Lake hikayesi olması da cabası. Yani ilgi çekici, tuhaf, karışık, tempolu, katmalı ve başta belki anlaşılmaz gelse de en sonunda her şeyin yerli yerine oturduğu oturaklı bir hikaye.
Oyun üzerinde çalışan herkesin özenerek ve yüksek kalite ile çalıştıkları oyunun her anında kendini belli ediyor. Şöyle örnek vereyim; oyunun içerisinde 5-10 dakikalık, yarışmaya katılsa belki ödül alacak kadar güzel, kısa bir film var ve izlemek zorunda bile değiliz. Sadece yapımcı ekip oyun ile alakalı koyulması gerektiğini düşünmüş o kadar. Ayrıca oyun müzikleri de bir o kadar başarılı. Kendimi rock festivalinde gibi hissettim oyun boyunca. Ama oyunun asıl vurucu noktası yukarıda da belirttiğim gibi hikaye sunumu. Genel olarak zaten az biraz bahsettim (ara sahneler, filmler) gerisi spoiler olacak o nedenle mutlaka kendiniz deneyimlemenizi öneririm.
Son olarak; Sam Lake’in zihninde Kojima’nın, David Lynch’in, Ozzy Osbourne’nun ve Stephen King’in halay çekerek sıkı bir tartışma içerisinde olduklarını düşünmek için çok geçerli sebeplerim var ama ispat edemem.
Herkese iyi oyunlar.
Not: Oyun korku odaklı olduğu ve bende korku oyunu oynayamadığım için anca bitirebildim oyunu.
Güncelleme biraz geç oldu kusura bakmayın. Üç cisim problemi denen bir illet sardı bu aralar beni, başımı kaldıramıyorum. Geçte olsa belki yararı olur diye yazayım dedim yinede.
Size yazdığım kısımda yarısına kadar ilerlemiş ve dediğim gibi “jumpscare” kısımlarından o kadarda etkilenmemiştim. (korkmak anlamında) Yalnız oyunun ikinci yarısı ile bu durum biraz değişti ve özellikle 2-3 yerde yerimden sıçradığım oldu. Ayrıca mekanlar ve atmosfer de ilk yarıya göre daha korkutucu bir hal aldı. Oyun bence korkudan bırakılacak veya 2-3 saat oynadıktan sonra korkudan kapatılacak bir oyun değil.
Umarım yardımcı olabilmişimdir.
2 ay kadar önce Zelda BOTW ı bitirdim. Uzun bir döneme yaydım. 150 saatten fazla oynamışım. Spor oyunların hariç ilk defa single bir oyuna bu kadar zaman ayırdım. Kesinlikle keyifliydi.
Orinin 2.oyununu oynuyorum. Bitmek üzere. İlk oyundan daha güzel olmuş ki ilk oyunda çok güzeldi.
Ek paketlere yani DLC’lere anca geçebildim. Uzun bir serüven oldu ama sonunda %100 bitirebildim. Oynayış kötü ama grafikler mükemmel. Antik Mısır’ı biraz olsun yaşamak isteyen mutlaka deneyimlesin.
2 DLC var. The Hidden Ones ve The Curse of the Pharaohs.
Ben Pharaohs’ye başladım. Bakalım bunu kaç gün oynayacağım.
3A oyunların fazlalığı ve kalitesiyle şaha kalktığı 2023 yılı nedeniyle daha önceden elimde bulunan veya “köprüden önceki son çıkış” diye nitelendirdiğimiz son Epic indirimlerinden aldığım oyunları oynayabilmeye ancak vakit bulabildim. Belki 2023 oyunlarının getirdiği şımarıklıktan, belki hayattaki zamansızlığın oluşturduğu; “her anım kıymeti artık güzel ama şusu busu eksik oyuna vakit vermemeliyim” düşüncesinden elimdeki oyunlardan pekte keyif alamadım. Aslında ikinci olarak söylediğim cümle başta “vaktini iyi kullanıyor” tarzında olumlu bir düşünce gibi gözükse de temelde oyunun güzellikleri yerine kötü yanlarına odaklanılan bir durum yaratıyor. Bu durumda uzun vadede oyundan keyif almamı etkileyip sadece belirli tür ve kalitede oyun oynamama ve oyun yelpazemin körleşmesine neden oluyor. Neyse çok uzattım, gelelim kısa kısa oyunlara.
Kujlevka
Yürüme simülasyonu tarzında daha çok hikayeyi deneyimlediğimiz, hikayeye belirli yerlerde yön verdiğimiz ve arada bir de bulmaca çözdüğümüz nevi şahsına münhasır bir oyun. Genel hikayesi; ufo gören masum köylü aslında. Evimize ufo düşüyor sonrası olaylar, olaylar. Oyunu almadan önce açılış sekansı olan tren kısımını izlemenizi tavsiye ederim. Eğer bu kısımdaki diyalog ve kafa yapısını beğenirseniz oyunu da beğeneceğinizi söyleyebilirim.
There Is No Light
Tepeden bakma kamera açısına sahip vahşi ve kanlı bir aksiyon rpg oyunu kendileri. Hikayesi gizemli bir başlangıç sunsa da karakterimizin dürtüsü oldukça basit: Çocuğunu kurtarmak. Karanlık ve tekinsiz atmosferini kaliteli bir sanat tasarımı ve pixel art grafiklerle sunuyor oyun. Fakat aksiyona alışmakta bir tık zorlandım, biraz ham hissettirdi.
Moonligher
Bir önceki oyunumuz gibi tepeden bakmalı kamera açısına sahip oyunumuz geceleri maceracı gündüzleri market sahibi karakterimizin köye refah ve mutluluk getirmesini anlatıyor. Gece tekinsiz yerlere gidip oda oda yaratık kesiyor yaratıkların kalıntılarını dükkanda satıyoruz. Kazandığımız parayla da köye yatırım yapıp şifacı, demirci, bankacı vb. dükkanlar açılmasına vesile oluyoruz. Yeni dükkanlarla kendimizi geliştirip geceleri maceralarımızı daha karanlık bölgelere doğru ilerletiyoruz. Oyunun temel iki mekaniğinden biri olan dükkanda eşya satma işi bana biraz zulüm gibi geldi. Dükkana koyduğumuz ürünlerin fiyatını bilmiyoruz, insanlar gelip fiyatı beğeniyor veya beğenmiyor ona göre değiştiriyoruz. Birde bu ürünler piyasada çok ise yani çok satarsanız, insanlar o fiyattan da almıyor. Çok eşya olması ve birde bu satış ara yüzünün çok efektif olmaması beni yordu. Bunun üstüne birde diğer ana mekanik olan aksiyonun ortalama olmasıyla oyunu kapattıktan sonra tekrardan açmakta zorlandım.
Distrust ve Blasphemous 2 de vardı aslında bahsetmek istediğim. Bu iki oyunu yukarıdaki oyunlardan daha çok beğenmeme rağmen iki oyun içinde en başta bahsettiğim durum geçerli ve o nedenle oyunlar için de uzun uzun yazacağım gibi. Şuanda da yeterince uzun yazdığımda dolayı bu oyunlardan başka bir zaman bahsederim artık.
En son bu türe yakın 100 saat civarı stardew valley oynamıştım. Bu tarz oyunlara bir kez yakalanınca çıkamıyorum içinden, oyun sürekli yeni bir şey sunuyor önüme. Bu oyunda 50 saat olmuş şimdiden ve daha yapılacak çok şey var, daha yakalayamadığım, müzeye bağışlayamadığım böcekler, balıklar, fosiller var
Adanın da daha güzel görünmesi için uğraşıyorum bir yandan. Yazarken canım çekti ben oynamaya gidiyorum biraz daha.
Diğer oynadığım oyun da uzun süredir listemde olan ama bir türlü oynayamadığım bir oyundu, en sonunda oynayabildim. mekanikleri çok basit ama eğlencesi
üst düzey olmuş oyunun, zaman sizin hareketinizle beraber akıyor, bölüm içlerinde mermilerden yavaş yavaş kaçarken biraz John Wİck gibi
hissetmiyor değilim, ve bölüm sonlarında yaptığımız hareketlerin hızlı bir şekilde akması oyunda süper yetenekliymişim gibi hissettiriyor
Güzel 4-5 saatlik de bir hikayesi var. Çerezlik bir şeyler arayanlara öneririm.
Hocam yakın zamanda ben de oynadım bunu. Premise ilginçti, başta eğlendim aslında bayağı ama dükkanda ürün satmak saf ameleliğe dönüştü, teker teker ürün koyup binary search çekiyorsun işte. Aksiyon da bayağı vasattı, 3. dungeona girdikten sonra meeeh deyip bir daha açmamak üzere kapattım ben de. Fikir fena değil ama uygulama biraz başarısız gibi. Yalnız müzikleri beğenmiştim ben bu arada.
Geçen seneye kadar “oyuna haksızlık mı ediyorum acaba, bir şans daha vereyim?” diye düşünüp kendimi zorluyordum bitirmek için. Herhalde “yarıda bırakırsan arkandan ağlar” mentalitesiyle büyütüldüğüm içindir. Her neyse, sizinde beğenmediğinizi bilmek bu içimdeki artık bittiğini söylediğim ama belli ki için için yanan közü serinletti. =)
İmkanınız olursa Superhot oyununu VR üzerinden denemenizi tavsiye ederim. Hem spor gibi de oluyor
Blasphemous 2
Souls oyuncularının kanlarındaki souls zehri zamanla panzehire baskın gelir ve oyuncu üzerinde çeşitli semptomlarla kendisini gösterir. işte bu semptomlar gözlemlendiğinde panzehir olarak bir doz soulslike alınması gerekir. Ben en son Lies of P ile büyük bir doz panzehir almış uzunca bir süre için rahatlamıştım. Fakat ne yazık ki semptomlar geri döndü. İşte bu gibi durumlarda elinizin altında bir soulslike bekletmek her zaman en idealidir. Blasphemous 2 ise benim el altındaki oyunumdu.
Blasphemous 2, metroidvania ve soulslike türünde bir 2D aksiyon platform oyunu. En belirgin özelliği ise soulslike olması. Bu nedenle de bünyesinde soulslike türünün en temel özelliklerini barındırıyor. Yani; basıcı, kaotik, tekinsiz bir atmosfer, keşif hissi, akıcı ve ortaklı bir aksiyon, farklı bölgeler ve farklı düşmanlar ile tazeliğin korunması, kayıt(bonfire) sistemi, oynanış(build) çeşitliliği, karakterin gelişmesi ve güçlenmesi, en basit düşmanların bile zorlu olması ile zorluk ve tabi ki belki de en önemlisi terleten boss’lar. Bir de souls tarzı hikaye anlatımı var tabi. Ben türün bu şekilde hikaye anlatımının fanı olmasam da sevenleri de bol. Blasphemous 2; karışık npc konuşmaları, yan görevler ve ana hikayesiyle bu anlamda da türe tam oturuyor. Peki o zaman ben bu oyunu neden tam anlamıyla sevemedim?
Oyun başlangıç ile üç tür silah seçmenizi istiyor. Klasik kılıç,hançer ve gürz olarak düşünebilirsiniz. Ben de hançer tarzı kısa(dex) ve hızlı silahı seçtim ve oyuna başladım.Harita açıldı ve gitmem gereken üç bölge karanlıkta olacak şekilde sunuldu. Soulslike oyunlarda göreve hemen gidilmez düşüncesiyle bende sağı solu keşfetmeye çıktım ama oyunun Metroidvania olması dolayısıyla bir sürü engelle karşılaştım. Bonfire’lar arası ışınlanma da olmayınca geri tüm yolları yürümek zorunda kaldım. İşte ilk kırılma burada oluştu. Ondan sonra ise gerek bosslar, gerek normal düşmanlar ve gerekse platformlar olsun keyfile devam etti. Ancak oyunun ortasından sonra tasarımcı ekip ilginç bir karar vererek; ışınlanma bölgesiyle(bonfire’dan ışınlanılamıyor) boss bölgesini ayırmışlar. Yani boss öncesi kayıt alınıyor ama ışınlanıp geliştirme yapılan bölgeye gidilemiyor. Birde tam bu noktada tasarımcılar, oyun boyunca yatırım yaptığım kısa kılıç ile boss’a vurulamayacak bir tasarım yapmışlar. Kılıçlar seri ama doğal olarak az hasar veriyor. Savaş platform üzerinde ve üstümüze sürekli bir şeyler yağıyor. Boss ise sürekli ışınlanıyor ve belirli bir mesafede hep uzak kalıyor. Dolayısıyla elinde hızlı kısa kılıç olan ben işkence çekiyorum. İkinci ve en büyük kırılma burada oldu. Yine de yılmadım, silahı değiştirdim ve kasılıp geri geldim. Sonuç; tek attım. Yeni silahımla devam ederken 17 saat sonunda (sağa sola çok gittim, neredeyse tüm haritayı açmaya çalıştım) sondan bir önceki bossa geldim. Üçüncü kırılma da burası oldu. Boss et bossu. Aynı zamanda her vuruşu mutlaka 2-3 atıyor ve çok hızlı atak yapıyor. Birde et bossu olunca toplamda tam 6 dakika mükemmel oynamanız gerekiyor. Yani ne gerek var ? Tamam zor olsun, tekrar tekrar deneyelim ama o kesme umudunu da tattır insana. Velhasıl umutsuzluklar içerisinde kaldım.
Souls oyuncuları için ellerinde başka bir seçenek yoksa, bir oyunu tekrar veya Ng+ olarak oynamaktan keyif almıyorlarsa ancak o zaman bu oyunu tercih etmelerini tavsiye ederim. Ya da oyuna ağır silah ile başlayıp keşfi de biraz sonraya bırakmanız son boss öncesine kadar keyifle oynamanıza olanak sağlayabilir.
Herkese iyi oyunlar.
Hocam valla közlere benzin dökmek gibi olmasın ben hiç acımam sıkan oyunu direkt yarıda bırakırım
Ama bence iş gibi hissettirmeye başladıktan sonra zaten oynamanın bir anlamı yok. Bir çok oyun burda çok ciddi gol yiyor maalesef, ya da ben çok yaşlandım tahammülüm kalmadı tam emin değilim. Ama mesela Nintendo oyunları ekseriyetle iş gibi hissettirmeden bitiyor falan, oluyormuş demek ki ne bileyim
Ben de yeni başlayabildim yarım bırakmaya. Bebek adımları işte anca.
Kesinlikle katılıyorum. Arttırıp dizi ve filmi de ekliyorum.
Bunu geçenlerde bende düşündüm. Sanırım her ikisi de. En temelinde zamansızlık yatıyor ama.
Heh, doğru.
Kesinlikle! Günde oynayabildiğin en fazla bir saat, yeri geliyor oyun senden 60+ saat “grind” bekliyor (JRPG’lere pis bakışlar atıyorum burada). Grind edecek olsam oturur iş yaparım ekstra gelir olur ne bileyim
Alan Wake 2’yi oynuyorum. Yarısını geride bıraktım sayılır. Adamlar narrative konusunda çıtayı farklı bir seviyeye taşımışlar hakikaten. Control kadar bile olsa kabulümdü ama onu da aşmayı başarmışlar. Alan Wake’i çıktığında X360’da oynamıştım. Yıllar sonra tekrar Bright Falls’a dönmek çok güzel oldu.
Övülen kısımları aşağı yukarı belli olduğundan ben problemli bulduğum kısımlara değineceğim. İlk olarak karakter animasyonlarını beğenmedim. Özellikle Saga ile oynadığımız orman bölümlerinde fluid denen akışkan animasyon eksikliği çok sırıtıyor ki Alan Wake de anime kızları gibi koşuyor.
Bulmacalar çok kolay, öyle kafa çalıştırmak falan gerekmiyor. Hikayede ilerlemek için de Saga ve Alan ne yapmanız gerektiğini zaten tek tek söylüyor. Bir de üstüne bulunması gereken Words Of Power’ları oklarla falan göstermesi eklenince oyuncunun zekasını biraz hafife aldıklarını gösteriyor bence.
İlerleyiş konusunda oyunun biraz daha serbestlik tanımasını beklerdim. “Önce bunu yapıp sonra buraya gidersen şöyle olur, onu yapmadan buradan geçersen böyle olur.” gibi gibi gibi çok az daha olsa bir esneklik olsaymış çok daha iyi olurmuş.