Days Gone aldım sonunda. Forumda önermişlerdi. Bakalım nasıl olacak. İlk saatleri kötüymüş, geçince açılıyormuş.
Not: Death Stranding’i 3 kez tamamen bitirdim. Bundaki elementler de hoşuma gider diye düşünmekteyim.
Days Gone aldım sonunda. Forumda önermişlerdi. Bakalım nasıl olacak. İlk saatleri kötüymüş, geçince açılıyormuş.
Not: Death Stranding’i 3 kez tamamen bitirdim. Bundaki elementler de hoşuma gider diye düşünmekteyim.
Death stranding bir efsanedir. 3 defa bitirmek ise bambaşka bir olay.
Pişman olmayacaksınız.
Son 5 yılda oynadığım en orijinal oyunlardandı.
Halo Master Chief Collection oynuyorum. Şimdi Serinin 2. oyunundayım. Kurgu olarak ne varsa eskilerde var dedirten oyun. Ring World den esinlenmiş olmaları çok güzel. Eksiden hatırladığım gibi iyi bir bilim kurgu daima kurguların şahı olabiliyor. (Bakınız: Dead Space, Deus Ex, Half Life, Bioshock …)
Bayağı taktım. Hele hele şu bir noktadaki siparişleri tamamen bitirince yıldızları tamlıyor ve üzerinize yapıştırıyor ya. Boş boş sipariş götürmek aşırı hoşuma gidiyor. Yoları yapmak falan.
Stanislaw Lem’in aynı isimli romanından uyarlama olan (Yenilmez) The Invincible’ı oynuyorum. Tam olarak romanın uyarlaması sayılmaz çünkü oyunun hikayesi romanın öncesinde Regis III gezegeninde geçiyor.
Oyun bildiğimiz tamamen hikaye odaklı bir yürüme simülatörü. Dolayısı ile oyunun belli başlı bölümlerinde yaptığınız birkaç ufak tefek seçim haricinde, oyunuzu oynamanız ile biri oynarken izlemeniz arasında gameplay açısından bir fark yok.
Hikaye Dragonfly isimli araştırma gemisinin biyologu olan ana karakterimiz Dr. Yesna’nın Regis III adlı bir gezegende hafızasını kaybetmiş şekilde uyanıp, bir yandan kayıp ekip arkadaşlarını ararken bir yandan ne olup bittiğini anlamlandırmaya çalışması ile başlıyor. Oyunun genel atmosferi çok güzel. Yakın dönemde Atomic Heart’da da gördüğümüz Sovyet stilinde retro-fütüristik atompunk türüne dahil edebileceğimiz bir sanat tarzı var.
Sakin, kafa yormayan, film izliyormuş gibi oynayabileceğiniz gayet güzel bir oyun. Türkçe desteği malesef yok.
Ben Obisidan’dan RPG yönü bu kadar sığ, bu kadar yüzeysel bir oyun beklemiyordum açıkçası. Oyundaki diyalogların içi bomboş. Ne karşınızdaki npc’nin davranışlarına ne de hikayenin gidişatına doğru düzgün etki edemiyorsunuz. Örneğin karşılaştığınız bir npc size saldıracaksa durumu ne kadar alttan aldığınızın, ne kadar dövüşten kaçınmak için dil döktüğünüzün bir önemi yok. O diyalog bitiminde yine saldırıyor. Haliyle o dünyada bir yer tutan, bazı şeyleri değiştirebilen önemli bir karakter oynadığım hissiyatını hiç alamadım.
Grafikler çok üst düzey değil ama göze batmıyor. Özellikle ilk ayak bastığımız Claviger’s Landing isimli liman yerleşkesi çok güzel gözüküyor fakat gelgelelim kesinlikle yaşayan bir yerleşke atmosferi yok. Npc’ler diorama gibi sağa sola serpiştirilmiş, çoğunluğu ile hiçbir etkileşime giremediğiniz karton modellerden ibaret. Sizinle konuşurken dahi kukla gibiler. Ayrıca Dragon Age Veilguard kadar mide bulandırıcı olmasa da burada da atmosfer anadolu pavyonu gibi. Her yerden mavi, mor, pembe neon ışıklar, simler saçılıyor.
Combat mekanikleri çok daha iyi olabilirdi ama yine de ben eğlenceli buldum. Kesinlikle oyuncuyu kısıtlamıyor. iki kılıç, hançer + mızrak veya büyü kitabı + kalkan gibi canınızın istediği farklı kombinasyonlarla dövüşe girebiliyor ve bunları dövüş sırasında tek tuşla değiştirebiliyorsunuz. Örneğin çift elli bir balta ile düşmana bam güm dalarken tek tuşla büyü kitabı ve asaya geçiş yaparak Harry Potter gibi takılabiliyorsunuz.
Oyunda “Acaba burada ne var?” diye gittiğiniz her yere iyi kötü bir sandık, çanta, mektup vs. koymaları hoşuma gitti. Elden Ring’deki gibi istediğiniz zaman daha önceden açtığınız fast travel noktalarına hızlı seyahat yapabilmek ve karakterin Usain Bolt gibi depar atması, haritayı gezmeyi ve açmadığınız noktalara gidip keşif yapmayı kolaylaştırıyor.
Woke kanserinin sebep olduğu, batı yapımı oyunlarda kadın karakterlerin özellikle çirkin olması furyası ne yazık ki bu oyunda da mevcut. pre-made kadın karakterin çoğu homo sapiens özellikleri bile taşımıyor, neandertal gibi gözüküyorlar. ancak ince ayar yaprak düzgün gözüken bir karaktere sahip olabiliyorsunuz.
Sonuç olarak tam fiyatını hak etmeyen, ortalama kalitede ama eğlenceli bir oyun. Gamepass’de var. Yasal Türkçe desteği yok.
MARVEL’S MIDNIGHT SUNS
Birkaç ay önce epic bedava vermişti, sonunda oynama fırsatım oldum.
Oyun, marvel karakterleri ve dünyası + taktiksel kart savaşları + persona tarzı milletle konuşup arkadaş olma gibi üç görünürde alakasız temel üzerine kurulmuş. Bunlardan en az birini sevip diğer ikisini tolere edebilirseniz çok güzel oyun. Ama Marvel kitlesi taktiksel oyun istemediği, taktiksel oyun isteyen kitle de oyunun geri kalanını istemediği için finansal olarak başarısız olmuş. Marvel ve sosyal kısımların ya ikisini de seversiniz ya ikisini de sevmezsiniz. Marvel karakterlerini seviyorsanız onlarla sohbet edip arkadaş olmayı da seversiniz. Ama onlar hiç ilginizi çekmiyorsa, oyun vaktinizi ziyan ediyor gibi hissedersiniz. Ara sahneler, arkadaşlık ile açılan kartlar, üssün içinde gezme vs. derken sadece dövüşlere odaklanma gibi bir şansınız yok.
Ben taktiksel kısmına bayıldım, diğer kısımları ise bazen çok kötüydü bazen de gayet eğlenceliydi. Gümlediğine üzüldüğüm bir oyun oldu, benzer konseptte bir X-MEN oyunu çok iyi olurdu.
Almak için 3-4 dolara düşmesini beklerken geçen aylarda Gamepass’e eklenen Aliens Dark Descent’i oynuyorum.
Dark Descent, takım olarak ilerlediğimiz gerçek zamanlı taktiksel strateji türünde bir oyun. Türün en önemli iki örneği olan XCom veya jagged alliance gibi sıra tabanlı bir oynanış tercih edilmeyerek aksiyon tarafı bir tık daha ön planda tutulmuş.
Ben genel anlamda oyunu hayli başarılı buldum. Görev tasarımları, animasyonlar, ara sahneler, modellemeler, seslendirme, gizlilik ve taktik mekanikleri ortalamanın hayli üstünde olmuş. Karakter tasarımları bana feci bir şekilde Dishonored’ı anımsattı İzometrik bir oyun olmasına rağmen o hayatta kalmak için çaba sarf ettiğimiz karanlık, tekinsiz Alien atmosferini verebilmesi ve Xenomorph’ların sağdan soldan geldi gelecek, takımı yakaladı yakalayacak korkusunu hissettirebilmesi bence oyunun özünde başarlı bir yapım olduğunun bir diğer göstergesi.
Çıkalı nerdeyse 2 sene olmasına rağmen oyunda hala gidişata etki eden buglar var. İstediğiniz anda manual save alamadığınız bir oyunda, olası buglarda oyunun aldığı auto-savelere dönmek gerektiği için zamanınız boşa gidebiliyor. Oynamayı düşünüyorsanız bir süre daha güncelleme almasını beklemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Super Mario Sunshine
Bu oyunu bir kaç kez emülatörle oynamayı denemiştim. Ama nedense ısınamamıştım bir türlü (belki de emülatörün oturaklı gelmeyişindendir ama tam emin değilim). Super Mario 3d allstars’ı ikinci el makul bir fiyata düşürünce bir şans daha verdim. Switchte sardı bu sefer beni.
Oyun bayağı eski, orijinali Gamecube için yapılmış. Ama bence görsellik ve kontrollerin başarısı konusunda yaşını pek de belli etmiyor. Mario ismini hak eden bir oyun bana kalırsa, her köşesini özene bezene tasarlamış adamlar. Tasarımcıyla konuşur gibi hissettiren oyunlardan biri bu da.
O kadar da hoşuma gitmeyen bir kaç yön oldu ama şimdiye kadar. Birincisi müzikler. Bundam önce oynadığım Mario oyunları Odyssey, Wonder ve Rabbids oyunuydu. Onların üstüne Sunshine ciddi bir gerileme gibi geldi.
İkincisi zorluk konusu. Oyunda her bölgedeki shine’ları belli bir sırayla toplamanız gerekiyor. Buraya kadar bence problem yok (internette insanlar çok tatava etmişler nedense). Ama bana zorluklar biraz rastgele gibi hissettirdi. Giriyorum bir bölgeye, yıldız aşırı kolay alınıyor. Bir sonraki kök söktürüyor. Bir sonraki ilkinden de kolay. Bana garip geldi bu olay, akışı bozdu bence biraz.
Ama toplamda çok beğendiğim bir oyun oluyor bu da. Bundan sonra Galaxy ve 64’e de girişeceğim nasipse
Red dead bitti şimdi sağda solda yabani atları bulup evcilleştiriyorum, kır gezilerine çıkıyorum, terzide üzerime giysi deniyorum, Dutch mükemmel bir karakter(siz), diyeceklerim bu kadar, teşekkürler.
Celeste oynuyorum. Oyun çok zor ama zorluğuyla doğru orantılı derecede keyifli bir platform oyunu.
Oyunun başlarında biraz zorlandım ama tuş atamalarını düzenledikten sonra çocukken Kral Oyun’da oynadığım platform oyunlarında kazandığım kas hafızası canlandı ve oyun tatlı bir zorluk seviyesine geldi.
Bende geçen aylarda oynadım, özellikle parkur bölümlerinde karakterin kontrollerinin çıldırttığı oldu (mario saçma yerlerde kayıyor, saçma zıplamalar yapıyor vs.) Ama genel anlamda karpuz taşıma bölümü dışında çok eğlendim
Önümüzdeki 2.000 saati gömmek için Kenshi aldım. Önümüzdeki aylarda sadece bulgur pilavı yiyip madencilik yapmayı planlıyorum oyunda. Biraz da dürüm. Bir de amansız ve efsanevi bir savaşçı olacağım.
Nova Drift oyunuyorum. İnanılmaz keyifli ve bağımlılık yapıcı bir oyun.
Geçenlerde kitapçıda dolanırken illüstrasyonları Child Of Light’a çok benzeyen bir çocuk kitabına denk gelmiştim. Birkaç gün sonra yine aklıma düşünce yıllar sonra indirip tekrar oynayayım dedim
Bu Ubisoft Montreal ve Montpellier’nin kısmen düşük bütçeli oyunları ana stüdyolarının yaptığı basmakalıp çerçöplerden milyon kat daha kaliteli ve güzel. Child Of Light da stüdyonun en iyi oyunlarından biri. Görselliği olsun, şiirsel dili olsun, yer yer tüylerinizi diken diken eden hikaye sunumu olsun yine çok beğenerek oynadım. Bu sefer Expert zorlukta başladım 14 saat sürdü.
Hazelight’ın oyunlarının adlarını yıllardır duyuyor, ancak genellikle tek kişilik oyunlar oynayıp topladığım için ya indirimlerde başka oyunları tercih etmemden ya da oynamak istediğimde uygun birini bulamadığımdan bir türlü hiç bir oyunları oynananlar listemde kendilerine yer bulamadı… Şimdiye kadar!
Ve sanırım diyebileceğim tek şey: Keşke bulmasalardı. Jeneriği izlerken, kendimi çok tanıdık bir şey hissederken buldum. İlk kez The Thing (1982) filminin jeneriğini üzüntüyle izlediğim zamandaki gibi. Yani, şimdi bu türde geri kalan her şeyin benim için yeni standardı bu salak saçma seviye mi olacak?
Genel olarak bu stüdyoyu anlamakta zorlandığımı söyleyebilirim. EA çatısı altında olmalarına rağmen, büyük ölçüde (hatta tamamen) kendi domine ettikleri bir oyun türünde, zaten kendilerinin koydukları bir çıtayı sürekli yukarı taşımaya devam ediyorlar. Hiç “A Way Out’u yaptık, beğenildi. It Takes Two da çıktı, o da beğenildi. E, artık normal seviyede, şöyle böyle çeşitliliğe sahip oyunlar yapıp milyonlar satmaya devam edebiliriz. Nasıl olsa split-screen co-op türünde bizden başka ciddi anlamda iş yapan yok.” demiyorlar. Tam aksine, oynanışlarıyla ön plana çıkan oyunların kâbusu olmaya devam ediyorlar. Ve daha korkunç tarafı ise, yaptıkları oyunlar kısa işler değil. Yaklaşım olarak daha yakın oldukları için It Takes Two ve Split Fiction’u örnek verirsem, bu iki oyun da 10’ar saatlik tecrübeler. Ona rağmen konu oynanış çeşitliliğine gelince, bir kere bile “Evet burada artık fikirleri tükenmiş belli ki.” demedim.
Oyun sektörünün geldiği, bağımsız yapımcıların haricinde (ki onlar bile insan gücüne sahip olmadıklarından bir yerden kısmak durumunda kalıyor) bırak bütün bir oyunca çeşitlilik sağlayabilmeyi, ilk 4-5 saat içinde tekrara düşen ruhsuz oyunlar okyanusuna koca bir orta parmak niteliğinde işler yapmaya devam ediyorlar. Oyun daha çok yeni olduğu için detaya girmeyeceğim ancak bana şu bir oyun içinde kısalı uzunlu en az yedi farklı oyun oynattıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.
Ne zaman “Sanki bir süredir aynı şeyi yapıyorum.” diyecek olsanız, sanki kontrolcünüze akıl okuma çipi takılmış gibi ya kamera perspektifi değişiyor, ya yeni bir oynanış mekaniği ekleniyor, ya da bambaşka bir alana geçip tamamen farklı bir şey yapıyorsunuz. PS5 kontrolcüsünden Astro Bot oynarken hava geldiğini duyduğumdan beri, eğer Sony çıkıp “Sadece Hazelight için ürünümüz piyasaya sürülmeden önce kontrolcülere çip koyduk.” dese hem Sony’nin bunu yapacağına hem de Josef Faris’in bunu isteyecek anormallikte bir insan olduğuna hem inanırım hem hiç şaşırmam.
Aslında her şey başta oldukça standart görünüyor. Oyunun en büyük özelliği, belli ki bütçesi olan ve üstüne uğraşılmış bir split-screen puzzle platformer olması. Ancak bölümler ilerledikçe, sadece “üstüne uğraşmışlar abi” diyemiyorsunuz ve tam o noktada, Hazelight ofislerinde kafasını beş dakika önce 20 torba kokaine gömmüş bir manyağın kapıyı tekmeleyip “EKLEEEEEEEEEEEEE” diye bağırdığını duymaya başlıyorsunuz. Artık son bölüme ulaştığınızda ise kayış komple kopuyor ve ekrana fırlattıkları, 200 yıl önce oyun yapılıyor olsa cadı diye yakılmalarına sebep olacak, idrak etmenin, dört boyutlu bir küp hayal etmekle aynı hissi yarattığı fikirlerin toplantısının nasıl yapıldığını düşünüyorsunuz.
İşin en ilginç yanı ise, üstünüze 10 saat boyunca attıkları her şeyin çalışması. Kağıt üstünde görseniz “Deli saçması bu ya.” diyeceğiniz bütün konseptler, Hazelight oyun yapımcısı değil, kara büyücü çalıştırdığı için inanılmaz biçimde zevkli hale geliyor. Sanki ofistekiler, “Bunu da zevkli yap göreyim.” yarışmasına girmiş ve olay varoluşsal kriz noktasına gelene kadar durmamışlar gibi.
Hikâyesinin üzerinde durmama değecek kadar öne çıkan bir yönü olduğunu düşünmüyorum. Split Fiction’ın asıl olayı oynanış ve çeşitlilik. Karakterler ve hikâye, oyuncuyu A oynanış noktasından B’ye götürmek ve deneyimi aktarmak görevini yeterince yapıyor o yüzden bir eksiklik olarak görmüyorum. Gerek karakterler, gerekse etkileşimleri olsun, duygusal olarak etkileyici ya da daha önce görmediğiniz bir derinliğe sahip olmaktan çok, sizi bir setten diğerine taşımak ve araları doldurmak için varlar. Motivasyonları ve arka hikâyeleri büyük oranda daha önce tonla kez kullanılmış klişelerden alınmış ve kullanılmış. Çok standarda uygunlar. Ne derinlemesine bahsedilecek kadar kötü ne de iyi. Karakterler hakkında açıklanacak herhangi bir bilgiye ve gelişimlerine şaşıracağınızı sanmıyorum.
Hikâye hakkında ilgimi bir şey varsa, o da EA gibi sadece imkansız satış rakamlarını önemseyen, o absürt rakamlara ulaşamayan oyunların ne kadar sattıklarını, oyuncuların kalbinde ne gibi yere sahip olduklarını zerre sallamayan, yılların firmalarının şaftını kaydırıp inanılmaz oyunlarla bir taraflarını silmiş ve her şeyi lağım çukuruna fırlatmış bir yayımcının, bu derece açgözlü firmaların insanların fikirlerini ve hayallerini nasıl parazit gibi sömürüp bir kenara attıklarını saatlerce dalga geçerek eleştiren bir oyuna hiç karışmadan çıkmasına nasıl izin verdiği. Sanırım dolarlarla gözyaşı silmek böyle bir şey.
Oyundan ilk oynanışta ne kadar az bilirseniz o kadar çok zevk alacağınızı düşündüğüm için, Split Fiction’un günümüzde anca FromSoftware’den beklenen seviyede boss çeşitliliğine ve kalitesine sahip olması gibi bir ton yönünden bile bahsetmedim. Tek tek anlatmaya kalksanız sayfa sayfa yazdıracak kadar çeşitlilik ve kalite yağmuruna tutan bir oyun.
Oynayın, oynatın. Josef Faris, sıradaki oyunları üstünde çoktan çalışmaya başladıklarını açıklamış ve açıkçası sırada ne yapacaklar gerçekten merak ediyorum. O zaman diliminde ise, sanki hayatımı yeterince karartmamışım gibi, sonunda A Way Out ve It Takes Two’yu oynama fırsatını bulduğumdan onları indirmeye gidiyorum.
Hunt: Showdown 1896.
Rainbow Six Siege X güncellemesi için R6 da indireceğim.