Öleceğine aldırmayıp hâlâ bilim için bir şeyler yapmaya çalışması çok ilham verici.
Evet ben de duymuştum. Hayatının son anlarında bile bilime hizmet etmiş…
Trainspotting’i okuyalı uzun zaman oldu, kitabını da filmini de çok severim. Filmdeki Renton’u Ewan McGregor’un oynadığını yeni öğrendim, ufak çaplı bir aydınlanma yaşadım.
Malum, tuvalet gibi yerlerde veyahut bazı kapıların üstünde bu şekilde açılan camlar mevcut. Bu tür camlara “vasistas (vasisdas)” deniyormuş. Evet, kökeni “Was ist das?” imiş.
“Üstten açılan cam” yerine kullanmak kulağıma daha uygun geldi.
TDK "vasistas"ı “bunela” olarak çevirsin.
Taşınma işleri çok zor.
Yerleşmek ise daha beter.
Yaşam minimalist bir düzen ve minimal bir sosyal hayat üzerine kurulmalı.
Taşınman gerekiyorsa her şeyi çok yavaş yap. Öncelikle rüyanda taşındığın anları ve yeri kurgula.
Taşınman gerekiyorsa yerleşik hayata geçmeyi ve en azından kendine ait bir konut almayı/inşa etmeyi öncelik belirle.
Sen yine taşın ama gönüllerde taht kurmayı bil.
Türkiye’de akademik bir kariyer yapmak için sadece ilgili konu hakkında yüksek miktarda bilgi, çaba ve dizginlenemez bir merakın yeterli olmadığını öğrendim. Çevre de istiyormuş.
Ah o çevre yok mu… Nice yeteneksizleri baş köşeye oturturken nice yetenekleri de tozlu raflarda bekletiyor.
Az önce İBB’nin bastığı Üç Büyükler kitabında Galatasaray’a göz atarken CİM BOM BOM yazısını gördüm ve bu kelimenin rivayetini öğrendim. Rivayet oymuş ki; Galatasaray’da Jim adında bir boksör varmış ve vuruşları Bom Bom diye ses çıkarıyormuş. Galatasaraylılar da ona Cim Bom Bom diye tezahürat ediyorlarmış.
Ben hep bunu merak ederdim tesadüfen öğrenmiş oldum.
Yemin ediyorum yıllardır ara ara merak ettiğim ama hiç araştırmadığım bir konuydu Allah razı olsun.
Buffalo buffalo Buffalo buffalo buffalo buffalo Buffalo buffalo
cümlesinin İngilizce dilbilgisi açısından geçerli bir cümle olduğunu öğrendim.
Cappuccino İtalyanca şapka, kapüşon.
Cappuccino dediğimiz köpüklü kahve üstündeki köpük bir tür keşişlerin kafasına taktıkları kapüşona benzediği için bu kahveye cappucino diyoruz.
Cappuccino ile kapüşon aynı kelimeymiş bugün öğrendim.
Argoda kalıp olarak kullanılan “indiragandi yapmak” şeklindeki söz öbeğindeki “indiragandi” kelimesi, Hindistan’ın iki defa başbakanı olmuş Indira Gandhi isimli politikacıdan geliyormuş. Anladığım kadarıyla rüşvet ile alakalı durumları varmış, dilimizde de “cebe indirmek” tarzı kullanımlar mevcut olduğu için “indiragandi” dilimize o şekilde geçmiş.
Indira Gandhi:
Kustuktan sonra en az 1 saat sonra yemek yemem gerektiğini öğrendim.
Sadık Hidayet de intihar etmiş. Dönemin siyasi havasından bunaldığı için elli yaşında daha önce de gidip sevdiği Fransa’ ya, Paris’ e yerleşmiş. Paris’ te oturduğu evde havagazını açık bırakarak intihar etmiş.
Ateist olan yazar oldukça iyi bir eğitim almış. Ülkesi İran’ da o dönem tatsız olaylar olmuş. İran başbakanı, aynı zamanda akrabası, öldürülmüş. Ki onu öldüren kişi de Müslüman birisiymiş. Sanırım bundan dolayı okuduğum Kör Baykuş kitabında da müslümanlara, daha doğrusu dindar kesime ağır eleştirilerde bulunduğunu düşünüyorum. Yine bu olayın da kendisini ateist olmaya daha çok itmiş olabileceğini düşünüyorum.
Açıkçası yazarın karamsar havasından dolayı “Nasıl bu düşüncelerle yaşamış acaba?” diye düşünmüştüm. Bu nedenle kendisini araştırmış ve sonuç olarak dayanamayıp intihar ettiğini görmüş oldum. Duyduğum her intihar vakası gibi aklıma yine Yavuz Çetin geldi…
Aslında kitabı okurken yazacaktım ama unutmuş gitmişim. Fotoğraf tekrar karşıma çıkınca forumla paylaşmak istedim.
Atatürk bu meşhur fotoğrafında cephede hata yapan bir komutanı azarlamak için çadıra doğru gitmekteymiş.
30 yaşımın ortalarına doğru gelirken, insanların çoğu zaman iki yüzlü olduklarını. (Söz meclisten dışarı). Çamura basarsan üzerine sıçrar ve bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim sözlerinin her birinin ne kadar doğru olduğunu öğrendim. Artık tanıştığım insanların çevrelerindeki insanlara nasıl davrandıklarından da ziyade, çevrelerindeki insanların onlara olan davranışlarına ve nelere izin verip tolere ettiklerine de önem vereceğim.
Hangi kitaptan bu bilgi?
"26 Ağustos 1922.
Afyon Kocatepe.
Saat 11’di.
Büyük taarruz şafak vakti saat beşte başlamıştı, Mustafa Kemal hamleleri adım adım takip ediyor, sahra telefonuyla emirler yağdırıyordu, bi ara diğer komutanların yanından ayrıldı, tek başına, uçurum kenarına kayalıklara doğru yürüdü, dürbünle düşman hattına bakıyordu, dalgın, düşünceliydi, parmaklarını cigara içer gibi dudaklarına götürdüğü an… Deklanşöre bastı Etem Tem.
Yedek subaydı. Mülkiye mezunuydu. İstanbul’da fotoğrafçılık yapıyordu. Birinci dünya savaşında Kafkas cephesinde vuruşmuş, Kurtuluş Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçmiş, Garp Cephesi’nde görevlendirilmişti, kuvayi milliye’nin resmi fotoğrafçısıydı, büyük taarruz’u kare kare görüntülemişti, 10x15 cam negatif çeken Alman malı Reflex ICA fotoğraf makinesi vardı.
“İşte o an”dan sonrasını, 1960 yılında Ulus gazetesi için yapılan röportajda, Fikret Otyam’a anlattı.
“Tek başına, kayalık tepenin ucuna geldi, başparmağı dudaklarının arasındaydı, objektifimi çevirdim, adeta nefes almıyordum, deklanşöre bastım. Günler geçti, 2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde filmi yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah koşarak götürdüm, içeri aldılar, berberi tıraş ediyordu, odada bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı, fotoğrafları aldı, baktı, “çok güzel” dedi.
“9 Eylül… İzmir’e girdik. Günbatımına yakındı, ilk işim bir fotoğrafçı aramak oldu, bir Rum fotoğrafçı buldum. Kocatepe’de çektiğim filmleri verdim, yıkanıp basılana kadar etrafta dolaştım, zaman doldurup yeniden geldim, fotoğrafçı beni görünce “hepsi harika” diye bağırdı, baktım, fotoğraflar henüz yaştı, doya doya baktım, hakikaten hepsi harikaydı, taa Uşak’tan İzmir’e kadar bu anı bekliyordum, fotoğrafların kuruyup hazır hale gelmesi için biraz daha zaman lazımdı, sabah gelip almak üzere ayrıldım, karargaha, Bornova’ya döndüm, ertesi sabah erkenden otomobille İzmir’e indim ama, görmeliydiniz, cayır cayır yanıyordu İzmir, ahali sokaklara yollara dökülmüştü, ne dost belliydi ne düşman, fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildim, fakat ne göreyim, gözlerime inanamadım, dükkan yanmıştı, elimde kala kala Uşak’taki o ahır bozması yerde yıkayabildiğim bir kaç fotoğraf kalmıştı, ötekilerin hepsi İzmir’deki fotoğrafçı dükkanıyla birlikte kül oldu.”
Evet… Maalesef işte bu hazin sebeple, büyük taarruz’a dair 26 Ağustos’tan başka fotoğrafı yoktur Mustafa Kemal’in, tek karedir.
Ve aslına bakarsınız, Kurtuluş Savaşı başından sonuna kadar her yönüyle olduğu gibi, kurtulan tek kare fotoğrafıyla da “mucize”dir.
Çünkü, can pazarının ortasında harabe bir ahırda basılan bu fotoğraf kadar… Tarihi böylesine “anıtsal” anlatabilen bir kare yoktur."
Bu sözcü gazetesinin Yılmaz Özdil’in M.Kemal kitabından alıntısı. Aynı kitabı bende okudum. Benzer bilgi ve Atatürk’ün düşünceli olduğu zamanlarda baş parmağı dudağının altına koyup sigara içmesini birçok yerde okudum. Komutan azarlamaya bu kadar düşünerek gideceğine ihtimal vermiyorum açıkçası. Bu benim nacizane görüşüm.
Senin verdiğin bilgiyi ilk defa duyuyorum.
Hatıratlarla Karşılaştırmalı Nutuk’ta birisinin anısında yer alıyordu. Hatta Kocatepe’deki o meşhur fotoğraf diye de bahsediyordu. Eve geçince bir kontrol edip ilgili kısmı atayım buraya.
Bir de sizin paylaştığınız hatıralar genellikle olaya dahil olmayan birinin hatıraları sanırım. Benim bahsettiğim kısımda Atatürk’ün yanında olan ve savaş sürerken ona eşlik eden birinin hatırasıydı galiba. Bu yüzden ortada bir yanlış yok gibi dueuyor. Ama eve geçince o hatırayı bulmam gerek.