Bugün her zamanki rutinimde spor yapacaktım ama Ramazan ayında olduğumuz için oruç tutuyorum bi engel teşkil etmez yorulunca hissedip bırakırım nası olsa dedim sonra sporu yaptım ama hala yorulmamıştım normal devam etti her şey sporu bıraktığım anda nabzım 140 ı buldu ve asla yavaşlamadan devam etti çok korktum kendime neden böyle Bi şey yaptım diye düşünceler beynimi sardı bi 5 dk boyunca böyle devam etti bana 1 2 saat gibi geldi o 5 dakika. Tansiyonumu ölçtük ve yüksek çıktı neden böyle ters bi etki oldu hiç anlamadım. Farkında olmadan vücuduma kötü davrandığım için çok üzgünüm.
Oruçluyken, ya iftardan hemen önce, ya da iftardan en az, 1,5 - 2 saat sonra yapmanız daha sağlıklı olur.
Onun dışında spor sonrası nabzınızın yükselmesi normal bir durum. Alışık olmadığınız değişik bir durum varsa, susuz kalmışsanız vb. o da kötü hissetmenize bir etken olabilir. Tabii ki normalden daha fazla yükselmişse o da sebep olmuş olabilir. Zorlamamanızda fayda var.
Konuyla ilgili en sağlıklı bilgiyi, bu konuda uzman olan hekimler verecektir. Ben sadece fikrimi belirttim.
1-2 saat kısmına dediğiniz gibi katılıyorum ama normal oruçlu gibi beslenme yapıp ağır bir spordan sonra yemek yiyen insanlar var ve kendi açımdan şunu sormak istiyorum; ben spordan 1-2 saat önce bir şey yemezsem ölüm bulantıları yaşarken -bilirsiniz o durumu; fena halde terleyip midenin bulanması başın dönmesi. Tedavisi 15-20 dk başlar dizde acınası şekilde oturmak.- bu insanlar bunu nasıl yapıyor. Spora tekrar başladığım direkt ilk günde bunu yaşamıştım yine lakin sonra vücudum alıştığı için ve gitmeden 2 saat önce filan biraz yulaf yediğim için tekrar yaşamadım ama bu oruç-spor durumunun faydalı olduğunu iddia eden çok kişi gördüğüm için kafamda bir soru işareti olarak da yer ediyor sormak istedim.
Ben de fazla susuz kaldığım için olduğunu düşünüyorum nabzım hep yükseliyor spor sonrası ama yavaş yavaş düşmeye başlıyordu direkt ilk defa böyle oldu evet profesyonel birine başvurmak en mantıklısı.
Aslında düzenli spor yapan birisi, uzun süredir bir şey yemese de sporunu aynı verimlilikle yapabilir. Vücut, günlük rutinini yapacak enerjiyi halihazırda saklar.
Biraz alışmakla alakalı olabilir.
Evet, normal günlük hayatında da bu tarzda yaşayan sporcular var. (Tek fark su içmeleri.)
Bu biraz da kişinin yaşantısına, alışkanlıklarına ve bünyesine göre şekilleniyor benim gözlemlediğim. Bazılarına tam uyan yeme alışkanlıkları, bazıları için o kadar da uygun olmayabiliyor. Önemli olan en verimli olandan çok, sürekli olabilecek olanı bulmakta. Sadece hayatımıza uyuyorsa bir rutine çevirebiliyoruz.
Moral olur mu bilmem ama sizinkine çok benzer bir öykü yazacağım. Belki sonu umut aşılar size…
Ben 2009 senesinde askerden dondum. Çok kilolu biriydim, döndüğümde zayıflamıştım. Askerde Askerde hiç bir koşuyu tamamlayamadığım icin kendime maraton koşma hedefi koydum. Belli bir seviyeye kadar kendi çabalarımla da geldim. Sonrasında gelişmek için desteğe ihtiyacım vardı. Pekcok gruba, topluluga basvurdum. Hemen hepsi gosteris pesinde topluluklardi. Tek istedigim bana yardimci olacak birini bulmakti ama olmadi…
Bir gün facebookta bir adam gördüm. Benden yasca buyuktuyaşça büyüktü ve tıpkı benim gibi bir bankacıydı. Hatta o yabancı bir bankanın Türkiye ayağında mudur yardimcisi pozisyonunda çalışıyordu. Benim gibi asiri kiloluyken zayiflamis ve koşu sporunu benimsemişti. Maraton kosmustu. Onunla tanistik ve hikayelerimiz ortak oldugu icin benimle ilgilenmeyi kabul etti. O sirada soz konusu banka Türkiye’den çekildi ve kendisi işsiz kaldı. Ana dil seviyesinde ingilizce ve onca tecrubeye ragmen is bulamadi. O da bir yandan iş ararken bir yandan maratonlara sarildi. Kisa surede iyi dereceler yapmaya basladi. Bu koşular sonucu bazı para ödülleri de kazandı. Ancak buradan gelen para yetersizdi. Sonra esinin de destegiyle antronorluk belgesi aldi. Kursun saniyorum en yaslilarindandi. Antronor olarak ozel ders vermeye ve sponsorluklar almaya basladi. Yurt disinda koşulara katıldı. Buyuk maratonlarda onemli derceler elde etti. Boston maratonunda yas grubunda ucuncu olarak ödül aldi. 42km yi 2 saat 32 dakika gibi bir surede kosarak prof atletler ile elit atletler arasinda kendine bir yer buldu. Bu arada yabancilara da program yazmaya basladi. Tum bunlar olurken bir yandan da evde ekmek yapmaya merak saldi. Pek bir getirisi olmasa da kendi capinda bir musteri agi olusturdu. Ekmegini belirli bir standarda turttu, ustalaştı ve organik oldugu icin daha çok talep almaya basladi.
Bu arada beni 42 kilometre kosturdu. Sayesinde maraton tamamladım. Benim gibi pek çok kişiye hedeflerinde yardımcı olmuştur. Saniyorum 5 yildir dostuz.
O, bütün bunlar olurken cok guvendigi isimlerden kazik yedi,yari yolda birakildi. Ama gordugum en saglam en guclu adamdir. Gercek bir Rocky gibiydi. Onemli ollan kac kez yere indigin degil kac kez ayaga kalkabildigindir diye bir sozu var Rocky’nin. Beyaz perdede konusmak basit oldugundan boyle laflari pek takmazdim ama o adam bana bu kanli canli kanitladi. Hala da savasmaya devam ediyor. Sadece kosu ve ekmek degil. Farkli isleri mesela web sitesi yapmayi deniyor. Temmuzda aciktan emekliligi dolacak. Sizinkine benzer bir şekilde oglu da sinava bu sene degil ama onumuzdeki senelerde girecek.O bu sureci yuruturken oğlunun eğitimiyle de ilgileniyor.
Fikir vermek gaza getirmek gunumuzde bedava. Ama bir ise yaramiyor. Ben sadece sunu bilmenizi istiyorum. Sizin gibi adamlar var ve bu adamlar basardiklarinda, ayakta durduklarında inanın pek çok kişiye motive kaynağı oluyorlar. Siz de umarım bunlardan biri olursunuz.
Değerli dostum, ve bana hocalık yapan o adama gelince… Ilginizi çekerse onu sosyal medyada bulabilirsiniz. O’nun adı Özkan Yüksel dir.
Neden hep bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecek birilerine ihtiyacımız var?
Çünkü insanların çoğu “onaylanma, beğenilme” hastalığına yakalanmış. Hastalık kelimesini mazur görün lütfen ama bu olayı tanımlayacak en doğru kelime bu olabilir. Bunun altyapısı ise büyük olasılıkla özgüven eksikliği, başarısızlık korkusu vb…
Dünyanın doğusunda yaşadığımız için.
Yaklaşık son 4-5 bin yıldır, iklimden midir, coğrafyadan mı yoksa nüfus yoğunluğundan mı yoksa tahmin edemediğim başka bir sebepten ötürü müdür bilmiyorum, dünyanın doğusu her zaman batısına kıyasla daha devletçi, daha toplumcu, daha halkçı ve daha bürokratik olmuştur. Bu nedenle de daha az bireyci, daha az özgürlükçü, daha otoriter. Tüccarlara kötü gözle bakılırken devlet memurları el üstünde tutulmuştur (sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil bu, Antik Çin’de de bu şekilde bildiğim kadarıyla; ha keza İran’da da). Ordular, bürokrasi, memur sınıfı daha büyükken; burjuva, tüccar sınıfı güdük kalmıştır.
Eski hikâyelerde, masallarda, efsanelerde kahraman kendi inisiyatifinden ziyade padişahın, şahın, imparatorun vs. dürtmesiyle, direktifiyle harekete geçer. Bireysel kurtuluş ve refahtan ziyade toplumsal kurtuluş ve refah önceliklidir. Elbette bu doğu-batı, birey-toplum ayrımı siyah beyaz şeklinde değil grinin tonları şeklindedir.
Bu makro özellik, mikroya da benzer şekilde yansıyor. Babamız, patronumuz, hocamız, vs. ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Devamlı bu ihtiyacı hissediyor. (Ya da ben abartıyor, saçmalıyor olabilirim )
Corona’dan sonra umarım işçisini haftada 6 gün günde 10-12 saat çalıştıran, haftalık ve yıllık iznini vermeyen/kullandırmayan işçisini mesai saatlerinin dışında arayan/iş yaptıran bütün küçük/ büyük (beyni ve vizyonu da dahil) işletmeler batar. Kredi de alamazlar inşallah. İşten çıkarıldığım 2 yer kapanmıştı ben çıkarıldıktan sonra :d bir de sonuncusu da yakın zaman da batar da kurtuluruz. Bunlar da suçu tabii atacak topu buldular, coronadan dolayı battık derler.
Siz coronadan dolayı batmadınız ey örümcek beyinliler siz zaten doğuştan batıktınız sadece sizin kokuşmuş ellerinizden para almaya muhtaç insanlar vardı. Siz zaten batıktınız yüzünüze bile tükürülmeyecek işverenlerdiniz.
Size insan demeye bile utanıyorum şu an hatta. Sizin topunuzu coronadan daha güçlü bir virüsün alıp götürmesi lazımdı ama ucuz sıyrıldınız ortalık dinginleşmeye başladı. Siz müşterisine ve işçisine doğru düzgün davranmaktan aciz pislik insanlardınız.
Siz “Türkiye’de patron olmak için omurgasız olmak lazım ama ya” diye kendinize bahaneler uyduran rezil rüzva şeref yoksunlarıydınız. Siz üretmek için değil para hırsıyla dünyada geçiçi olan göçebelersiniz sadece. Siz üretmek ne bilseydiniz zaten bugünleri biz yaşamazdık. Siz asalaklardan bile betersiniz.
Aynı dilekleri ben de diliyorum. Sırf korona var diye bir insanı 16-17 saat çalıştırmak tamamen kendi cebini düşünmekten başka bir şey değildir. 1 ay önce giriş yaptığım A101’den yarın ayrılıyorum.
Müşterilerle mi uğraşalım, sebze meyvelerle mi uğraşalım, skt mi takip edelim, temizlik mi yapalım yoksa kasiyer mi olalım? gibi bir seçeneğiniz yok ne yazık ki bu firmada. Hepsi oluyorsunuz. Mesai saati diyerek bu mesainin 1 ya da 1.5 saat olduğunu söylerler ama 3-4 saat sürer çoğu zaman. Hem de mesai ücreti almazsınız. Haftada bir kez full yaparsınız derler ama ayda 20 kez full yaparsınız. Kasada eksik çıkarsa sizden kesilir. Fazla çıkarsa onlara kalır. SKT ürünü satmaya çalış. Satamazsan da sen al. 13-14 saat çalış ama dinlenme 1 saati bile bulmasın.
Öylesine bir gideyim diye olursa aman diyeyim. Düşünmesi bile kötü.
Ya diyecek daha ağır sözler var da diyemiyorum işte Allah kahretsin. Şu an çalışmıyorum keyfim yerinde ama Corona yüzünden değil çaresizlikten diye intihar eden vatandaş geliyor aklıma, onun yaşadıklarını düşünüyorum, kendi yaşadıklarımla harmanlayıp yazıyorum bunları ve sizin gibi insanların yaşadıklarıyla. Hiç kimse bunları hak etmiyor. Kimse okumadı, memur olamadı vb. diye bunları hak etmiyor.
Sonra iş var neden çalışmıyor gençler diye soruluyor.
İşi olmayana devlet 1000 TL verecek diye başvurduk ama ses seda yok. Yok Ferrari olan başvurmuş yok bilmem ne, onları zaten onaylama. Malvarlığı iyi olanlar tamam ama biraz iyi olanlar ama borç içinde olanlar? Evdeki haneye bakılıyormuş, emekli maaşı olan var ama kredi borcuna gidiyor. Bunları hesaplayacaklar mı? Sanırım tek seferligine bile yüzümüz gülmeyecek. Gelse de hayat kurtarmayacak gerçi ya, o da ayrı konu.
Not: Evinde emekli aylığı alan varsa kafadan red yiyormuş.
Aylar önce kendime mektup yazmıştım, bu gün bana ulaştı. Gerçekten mutluyum, seviniyorum kendime mektup yazdığım için. Mektupta kendimi kötü hissedersem diye motive edici cümleler yazmıştım. Ve işe yaradı da. Eminim ki, bunu yine yapacağım ve mutsuz olduğumda yine o mektupları okuyacağım…
Ben daha önce GSS için gelir testi yaptırmıştım. Yukarıdaki görselde devletin gider hesaplamasını görebilirsiniz. Doğal olarak bu kalemlerin hepsi 0 olunca her türlü siz borçlu çıkıyorsunuz ve red yiyorsunuz.
Yalnız banka hesabınızda para varsa o miktar faizde olmasa dahi yıllık faiz geliri hesaplanıyor.
Yani gıda gideri dahi yok yıllık olarak.
Yine de başvurduk ancak sonuç alacağımı hiç zannetmiyorum.
Maşallah dediğim 3 gün yaşıyor. Hayat tam bu mod da ilerliyor. Dökecek bir içim kaldı mı, emin değilim artık. Ne bir şey söylemek istiyorum, ne de bir şey yapmak istiyorum. Kendime dökülüyorum. Şu sınavlar bitse de kitaplarıma dönsem.
Vay be. İyi şanslar cok sevindim adına. Verimli geçirebilmem ne guzel ya. Hayatimın hic bu kadar sacma sapan bi dönemi olmadi. Hicbi sey yapmadan günlerim bitiyor. Tekrar iyi şanslar.
Iyi şanslar. Ama sizin şanstan çok azime, hırsa, hedef belirlemeye, inanmaya ihtiyacınız var. Ve bir de önceler araştırdığıma göre Japonca aslında öğrenmesi kolay bir dilmiş. Göz korkmadığı sürece yanı. Yeniden başarılar.
Öğrenirken hangi kaynakları kullanmayı planlıyorsunuz
Ve nasıl bir yol izlemeyi hedefliyorsunuz?