Dök İçini Rahatla


Gerçekten kendimi anlatan meme’i buldum sonunda. Sonunda bir şeyler yaşamaya başlayacağımı düşünmüştüm. Ancak tilkinin her seferinde kürkçü dükkanına dönmesi gibi, ben de bilgisayarımın başına döndüm. İnsanın kalbi kırılıyor tabii ama içimden de gelmiyor.

Binge-watch yapıyorum şimdi, Muhteşem Yüzyıl buddy’im ile 37. bölümdeyiz. Prensesli bölümler, kusmak üzereyim.

Güneş de yüzüme çarpıp duruyor.

6 Beğeni

Aa, bu beni de anlatmış. :slight_smile:

Sizden tek farkım uzun süredir tamamen kendi irademle bilgisayarın başından kalkmamam. :sweat_smile:

3 Beğeni

Karanlıktan sadece o siyah perdenin ardında ne olduğunu bilmediğimiz için korkuyoruz, elbette korkmayanlar da var ama onlar bildiklerinden değil umursamadıkları için korkmuyorlar. Aslında karanlıktan değil bilinmezlikten korkuyoruz. Aynı zamanda bilinmezliğe karşı, karşı koyamadığımız bir heyecan besliyoruz. Sürprizleri kim sevmez ki? Bilinmezlik bu kadar bilinmezken Neden ! bilmek istemiyoruz, yada bilmek istediğimiz halde neden bilmiyoruz. Neden bilgi bu kadar ulaşılabilirken ulaşmaya çalışmıyoruz. Cahillik mutluluktur mottosunu neden bu kadar benimsemişken Bilgi ! güçtür bunu bilirken bilgiden kaçıyoruz. Karanlıktan aydınlığa çıkmak istiyoruz ama bırakın ışığı açmayı meşale bile yakmıyoruz. Hoş her ikisini yapmak için aslında aynı kaynak lazım Bilgi ! Sınırsız depolama alanına sahip olduğumuz halde neden karanlıkta bekliyoruz , o ışık neden yanmıyor ? Çünkü aslında biliyor olabilir miyiz ? Karanlığın ardında olanı, o yüzden meşale yakmıyor olabilir miyiz ? Çünkü o meşale yanarsa ne göreceğimizi biliyoruz , yok ettiğimiz bir Dünya !!!

By q

Bazı filmleri dizileri izlerken, müzikleri dinlerken, oyunları oynarken ya da herhangi bir hayranlık uyandıran beşeri bir esere yoğunlaşırken, hatta üst düzey futbol klüplerinin maçlarını izlerken, diğer - ve belli sayıda olan- bazı milletlerin uğraştığı, ortaya koyduğu eserler ile aslında evvelden beri süregelen şu zamanlarda da ayyuka çıkmış ülkenin içinde bulunduğu durum, insanların temel ihtiyaçlarını bile nasıl karşılarım diye düşünmesi durumunda bulunmalarını istemsizce kıyaslayıp kendim için değil fakat ülkemiz, toplumumuz adına kolektif olarak bir ezilme duygusu hissediyorum.
Bilmem ifade edebildim mi

2 Beğeni

Aradan aylar geçti ve ne mental durumumda ne de bağırsak mide sorunlarımda bir gelişme olmadı. Hala bulunduğum yerdeyim, hala intihar düşünceleri beni rahatsız etmekten çok beni rahatlatıyor. Başka türlü bir çıkış bulamıyorum.

Doktorlara gidip gidip geliyorum ancak elde var sıfır, tuttuğumla kalıyorum. Geçen aylara göre şizo obsesif düşüncelerim ciddi oranda azaldı ve daha dinç, daha kendimde hissediyorum ancak mide bağırsak sorunları bu durumu öyle bir mahvediyor ki hiçbir şey yapamıyorum. Elimden bir şey gelmiyor.

Ne yesem dokunur vaziyette, yumurta-ekmek-çay kombini dışında her şey dokunuyor neredeyse. İBS diye bir şey tutturmuşlar, ne tedavisi var ne bir şeyi. Tedavisi yoksa ben neden böyle bir hayatı yaşayayım ki? Öyleyse ötenazi yapın da kurtulayım. Böyle yaşamak gerçekten istemiyorum. Ağlamak istiyorum ancak tek damla yaş akmıyor. Haykırmak istiyorum insanların kulaklarını sağır edecek kadar belki o zaman duyarlar diye ama gücüm yetmiyor, sesim çıkmıyor. İnciğine cıncığına bir tedavi bile olamıyorum maddiyat sebebiyle. Anca randevu alabilirsem aydan ayda doktoru görüyorum onda da bir şey değişmiyor. Verdiği ilaçlar beni eski halime çevirmiyor.

İşsizlik, parasızlık, yalnızlık, ailesel sıkıntılar her şey o kadar boğuyor ki nefes alamıyorum. İntihar sonrası oluşacak tablo beni o kadar korkutuyor ki intihar düşüncesinin getirdiği geçici rahatlama hissini de kaybediyorum.

4 Beğeni

“İnsanın günlerinin çoğunda işkence çekmesi, yalnızca birkaç gün kendini iyi hissetmesi, acıyla harcanan bir yaşam; ümitsizlik tohumlarının filizlenmesi, yaşama amacına karamsar bakılması için elverişli bir ortam gibi görünüyor.”

Nietzsche Ağladığında, Irvin D. Yalom

Her zaman pozitif olmayı başarabilen insanlara hiç özenemedim çünkü öyle olabilseydim bile o durumdan da bunalırdım kesin… Bu alıntıda kendimi buldum; karamsarlık ve belirsizlikler kötüdür evet ama kişinin bunun bilincinde olması duruma istediği zaman müdahale etme gücü veriyor.

1 Beğeni

Ben, mesela; çok kırılgan bir insanım. Her denilene takılırım. Her kelimeye, her harfe. Tek “n” sahibi “günaydın” mesajı. Paramparça olurum. “İyi akşamlar” denilmesine “sana da” cevabı. Çok kötü. Yazarken bile gözüm yaşardı. Neden insanlar direkt olarak düşündüklerini ya da hislerini söylemiyorlar? Belki beklediğimiz yönde gitmeyecek, olsun? Neden kendimizi tutalım ki? Bu rol yapmak olur. Evet, belki de, “erken” davranmış olmak, “o” kişinin gitmesine neden olacak, ama ne yani? Hislerimizi söylememek, bence, “İKİYÜZLÜLÜK” olur. Kötü, kırıcı, çocukça.

Ya, ben hislerini doruklarda yaşayan bir insanım. Üzgün olunca, ne bileyim benim yakınım olan bir kişi yok aslında ama örnek olarak “çok yakın” olduğum biri öldü diyelim, o gün de biri bana “günaydın” yazdı. Bunların ikisine de duyacağım üzüntü miktarı aynıdır. Öfke.

Saklayamıyorum kendimi ya. Susamıyorum. İlla söyleyeceğim her şeyimi. Müthiş bir gevezelik, sinir bozucu belki? Ya, discord sunucusu var bir tane. Orada çok tatlı insanlar var, arada konuşuyorum, ama sosyallik bu değil.

Ben O’na sarılmak istiyorum artık. O’nun sıcaklığını hissetmek istiyorum, elimde, yanağımda. Ben sadece kelimelerden ibaret olmaktan hoşlanmıyorum. Koklamak, duymak, hissetmeyi arzuluyorum.

İnsanlar görüyorum her anımda. Filmden çıktım dün. Lanet insanlar, yine dolu onlarla, pis sokak. Gülüyorlar, konuşuyorlar, kolkola, elele. Ya lanet, pis, ikiyüzlüler sizi. Mutlu olmak o kadar kolay mı ya? Rol yapıyorsunuz işte. İğreniyorum hepinizden. Sahtekarsınız hepiniz.

Ya ben egoist ya da narsist değilim tamam mı? Mükemmelim falan ama, değilim işte.

Ayrıca, “Nazım Hikmet” senden aşırı nefret ediyorum. Sen kötüsün. Çok kötüsün. Dehşetli kötüsün sen. “Kuvayi milliye destanı” denilen, türkçe denilen dili, baştan, daha mükemmel bir şekilde yaratan, sen. Evet kötüsün. O kadar güzel ki, kelimelerin. Seviyorum ki işte, sarsılmaz sevgilisiyim o destanın. Ama, ki, artık şiir okuyamıyorum. Düzeltmek gerekir, artık “türkçe” şiir okuyamıyorum. Berbat geliyor. Kimseyi okuyamıyorum. İğrenç geliyor. Utanıyorum iğrenç geldikleri için. Nasıl iğrenç gelebilirler, seven binlerce insan var. Durmak bilmeden, defalarca, sayısız kez okuyan insanlar var. Utanç verici. Terbiyesiz bir insanım ben.

Ayrıca, seviyorum ben seni. İnanmıyor olman bunu değiştirmiyor. Malım ama ayrıca. Kaybettim çünkü seni. Napabilirim, günümüzde, “ikiyüzlü” rolü yapmak gerekiyor, “sevilen” insana ulaşabilmek için. Ben “rol” YA-PA-MAM.

Görmedim bile, ki, ki, saçın aslan yelesi, bana benzer. Duymadım seni, tutmadım elini. Ama olsun, içinde beni barındıran kişi, seviyorum ben seni.

‘‘Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.’’

By.

Sevgiliniz, eşiniz, dostunuz vs. olsa bile insan ilk başta kendini sevmeli. Birilerinin olması insanı yalnız olmaktan çıkarmaz. Sizin aksinize benim böyle yaşantım olmasını daha çok isterdim. Çünkü kendimle vakit geçirmeyi, kendimi çok seviyorum. Bir adada tek başıma yaşasam canım sıkılmaz. Her şeyden önce kendinizi çok sevin. İçinize döndükçe dünyanın akışı da sizin için dönecek. Herkes kendince değerlidir. Her şeyden önce değerlisiniz bunu unutmayın ve vakit kaybetmeden hayatınıza geçirin derim. Gidin spor yapın, deli gibi kitap okuyun, yemek yapın, yeni bir dil öğrenin vs. Hayat sadece düşünmek değil yaşamaktır ama evvela kendimizle.

1 Beğeni

Üstüme vazife olmasa da söylemek isterim ki, acı eninde sonunda geçiyor. Benim de ilk aşkım, başkasına aşık olmuş birisiydi. Bu platonikliğim yaklaşık 3 yıl sürdü. Bu süreçte bunalımlardan bunalımlara girdim, çoğu seçimimden pişman oldum ve forumu dertlerimle doldurdum.

Ve geçti. Önce hislerim, sonra da sebep olduğu acı. Bana kattığı iyi ve kötü birkaç şey dışında başa dönmüş gibiyim. Yakın bir arkadaşıma duyduğum sevgiden fazlası yok artık.

Kendinize fazla yüklenmeyin, pek çok şey gibi bu da zamanla geçiyor, silikleşiyor. :slight_smile:

4 Beğeni

Çok beylik lafı gibi duracak biliyorum ama bir abi/kardeş tavsiyesi görebilirsin. Zamanın ne getireceği hiç belli olmuyor. O zaman insan anlamıyor ama bir süre sonra dönüp geriye baktığında daha farklı degerlendirebiliyorsun. Aşk mantığı çok korelten bir duygu. Senin çok da elinde olan bir şey değil. Yani yıllardır engelledim, kalktım kendi ellerimle mahvedip…

Insan her koşulda beğenir, arzular, etkilenir. Bunu ne kadar kapatmak istese de bir yerde patlar. Bir mahvolusda değildir. Platonik asklarla tecrübe ettiğim şeyler de sana inanılmaz artılar katıyor hayatta.

Akışına bırak… Zaman zaman değil aylar yıllar sonra bile ah diyebiliyorsun. Bu koşullarda nasıl yaparsın bilmem ama bol bol sosyalleş. Yeni uğraşlar edin yeni kişilerle tanis ve mesela benzer dertten muzdarip arkadaşlarınla bir bara kafeye giderek aşk açısının tadını çıkar :slight_smile: çok fazla kararma… Bol şans :v:

4 Beğeni

Nezle ve grip, peşimi bırakın artık!! A101’in 10’lu peçetelerini ala ala bir hal oldum.:face_with_thermometer::sneezing_face::sneezing_face::sneezing_face:

2 Beğeni

Anime manga dünyasını ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Eğer tüm insanlık anime izleyebilseydi bu dünyada savaş mavaş kalmazdı diye düşünüyorum. Bunun içinde çok çabalıyorum zaten. Çabalarımın meyvelerinden bahsedeyim.

Bir Urfa aşiret ağasına ve bir de kurtlar vadisinden fırlama bir arkadaşa anime izlettim. Kültür şokunu varın siz hesaplayın. Bu ortamı nasıl kurmayı başardın diyeceksiniz, zaten 4 yıldır aynı ortamdayız. Her gün beraberiz. Zaman içinde ben değiştim, onlar değişti. Orta noktada buluşmaktan daha çok birbirimize çok şey katmışızdır diyebiliriz.

Ben arada insanları yokluyorum acaba anime izlemek kafalarında nasıl bir yerde diye. Kimisi algılayamıyor bile. Bir insan niye anime izler ki? falan diyorlar herhalde. Ama son zamanda işler benim için çok kolaylaştı. Şu Marvel filmleri sağ olsun. Çevremdeki insanların profili aşağı yukarı aynı. Net bir şey varsa o da fantastik şeyleri sevdiklerini söylemekten utandıkları. Mesela bizim bir arkadaş var. Ah ne kadar kavgacı ne kadar kavgacı. Gider bir yerlerde belaya bulaşır. Sabah akşam kahvede kağıt oynuyor. Bir gün ekibiyle konuşurken “tekrar küçük olsak da…” muhabbeti açılmış. Bu da özlediği tüm çizgifilmleri saymış. Bakmış ekibindekiler dalga geçmeye başlıyor “Sı*arım yapacağınız işe, size laf anlatılmaz.” diyip konuyu futbol maçına maçına çevirmiş. Halbuki diğerleri hiç çizgifilm izlememiş mi? İzlemiş tabii ama zayıflık olarak görüyor. Ama şimdilerde daha kolay kabullenmek. Yani önce bi ayıktırmanız lazım insanları. En çok gişe yapan filmler fantastik, en çok satan kitaplar fantastik, diziler, oyunlar… Fantastik hayatın her yerinde. Ama cümle içinde geçmeye görsün bizimkiler hemen Saçma diyecek. Gerçek değil bi kere. Seviyor halbuki o filmleri, dizileri. Onca insan izlemiş. Herkes izliyorsa utanılacak bir şey değil diye avutabiliyor kendini.

Bizim durumumuz da daha farklı değildi. Urfalı aşiret mensubu dostum geçen gün ben Generator Rex izlerken “Lan bu Rex değil mi? Kardeşim izliyordu bunu, çok sever. Ben de ona bakarken izlerdim.” demişti. Kendisi yazın Harran tarlalarında çalışır. Her yeni dönem başladığında kapkara gelir, kışa doğru rengi anca açılır. Mert adamdır, çok da vicdanlıdır. Bilmem kaç kardeşler, kardeşlerin çocukları… Büyük bir aileler yani. Hayli büyük. Biraz izlemek için yanıma oturdu. İngilizceydi dizi, arkadaşınsa yabancı dili yoktur. Ama ne oldu biliyor musunuz? Anlamamasına rağmen nerede ne olacağını dakika dakika söyledi. O kadar belli ki zamanında seve seve izlediği, kardeş mardeş hikaye. Ama beni ne zaman fantastik bir şeylerle uğraşırken görse Saçma demekten de geri kalmaz. İşte ben de ilk ışığı orada gördüm.

Diğer arkadaşa gelecek olursak, anlatmak biraz daha zor olacak. Babası Ankara’da mobilyacı. Aslen Ordulular. Küçüklüğünde camiye gidenlerden biri. Oldukça imanlı, o konu bir yana hakikaten çok doğru birisi. En azından benim nezdimde. Kendisini tanımlamak istesem kesinlikle racon kelimesini kullanmam gerekir. Bir konuşur var ya bir görseniz, herkesi etkisi altına alabilir. Kendisi beni sever, yani sanırım. Bir keresinde anime konusunda kendisini yokladığımda “Arman, eğer anime izleyen biri olarak sadece seni görmüş olsaydım anime izlerdim.” demişti. Beni hep bunlarla ilgilenirken görüyorlar. Bazen de ben okuduğum/izlediğim şeyin heyecanına dayanamıyor, bizimkilere anlatırken buluyorum kendimi. Animelerde mangalarda gördüğünüz şeyleri başka yerlerde göremezsiniz ya da duyamazsınız. Çok farklı bir dünya orası. Anlattıklarımı ne kadar şaşkınlıkla karşıladıklarını hep eğlenerek izlemişimdir. Sadece anlatmamla bile kendimizi bazen bir iki saatlik sohbetler içerisinde bulduğumuz zamanlar oluyor. Zamanı gelmişti, anime izletme vaktiydi.

Bu iki güzel arkadaşın ortak noktası, gündelik yaşantılarında animeye kesinlikle yer olmaması. Önce bir taban oluşturmak gerekliydi. Arcane ilk adımımızdı. Çok da eğlenmiştik. Etkisinden günlerce de çıkamadık. (Silco R.İ.P.) Ama istediğim bu değildi. Anime diyorum, anime. Her ne kadar başarılı olsa da bir amerikan ürünü değil, japon ürünü tüketmek istiyordum. Bu kadar hararetli yazdığıma bakmayın. Aslına bakarsanız hiç planlı gelişmedi. The Rising of the Shield Hero’yu acaba animesi nasıl olmuş diye merak edip indirmiştim. Gerçi kimsenin animeye bununla başla diyeceği bir anime de değildir ama… Dedim ki “Ben bunu neden bizimkilere de izletmiyorum.” Hikayesi zaten oldukça iyidi. Bir süre darlama sonunda ekran başına oturduk ve tek seferde 4 bölüm bitirdik. Şimdi kendileri “Hadi, hadi! Bırakın dersi. Anime izleyek.” diye geliyorlar. Gülmeye çekiniyorlardı. Ben de yorum yapmadan sessiz sessiz izliyordum. Benim orada olduğumu unuttuklarında sanırım zincirleri kırdık. Tek oturuşta 7 bölüm bitirdik bugün. Daha da izlerlerdi de yarın staj var. Neticede bir animeyi çok sevmiş olsalarda da bu daha hiçbir şey. İnsanların anime izlemeyi rutine bindirmesi lazım.

Düşününce dünyada çok dert var, senin gayen insanlara anime izletmek mi diyebilirsiniz? Yani ben dedim mesela kendime. Bu mudur kardeşim derdin? “Şimdi hocam, elbette tek dert bu değil ama insanlar da izlese şu güzellikleri dünya kesinlikle daha iyiye gidecek. Bundan eminim.”

10 Beğeni

İç gürültü:

Kardeşimin usta birliği Ankara çıktı. İyi bari, bildiğim yer. Kafam rahat olacak. Lazım olsa koşacak insan var en azından. Az önce de yolcu ettik. İnsan bir üzülüyor ama çok da şey yapmamak gerek. Kalacak yer sorununu da çözebilirse iyice rahatlarım.

İzmir bu kadar soğuk olmamalı. İzmir burası. Ilıman iklim olmalı. Geçen gün eksi 3 gördüm ve kar yağmadı. Çok pis sinirlendim.

Ankara’yı da hiç sevmiyorum. :unamused:

3 Beğeni

Nemli İzmir soğuğu diye bir gerçek var maalesef :smiley: Ne kadar sıkı giyinirsek giyinelim o nemle birlikte soğuk, bi yerlerden giyip üşütüyor insanı :slight_smile:

1 Beğeni

Mamak mı? Umarım değildir.

Benim şansıma kış aylarında gitmek denk gelmişti, soğuktan çok etkilenen bir insan değilim ama kemiklerime kadar üşüdüğüm, donduğum 117 gün geçirmiştim…

117 gün sonra İstanbul Levent’e gidince cennet gibi gelmişti İstanbul. :slight_smile:

3 Beğeni

Benim tahminim de Etimesgut zırhlıbirlikler. :slight_smile:

@Agape Kalacak yer nasıl bir sorun? Doğrudan birliğine teslim olmayacak mı?

4 Beğeni

Öncelikle @foundyou nemli kesimlerde değilim. Etrafım dağlarla çevrili. Bildiğiniz ayaz var. 600 senedir kullanmadığım kalın içliklerimi atmadığım için seviniyorum. :joy: Dağa yağan karın soğuğu vuruyor. Tek iyi yönü camı çoook hafif açınca bile insanın uykusu koşarak uzaklaşıyor. Tabii iç anadolu soğuğu ile mukayese edilemez. O başka bir şey. :sweat_smile:

@alper @isos81 Çankaya arkadaşlar. Maaşlı olarak başvurdu. 12 ay yapacak şekilde yani. Birtakım asla tartışılamaz askeri kusursuz ceza mantığı sebebiyle acemilikleri Samsun’da uzatıldı. 53 gün sürdü. :joy: Sonra Ankara çıkmış kuradan. Ankara’daki komutanla konuşup izin aldı 15 gün. Kaldı 300 gün.

Kalacak yer şöyle sorun; gideceği yerde yüksek rütbeliler kalıyormuş. Komutan demiş burada kalamazsın. Balgat (balat da diyesim geliyor hep siz doğrusunu bilirsiniz) bir misafirhane varmış. Sorun şu ki orası da 12 gün aradık doluydu. Teslim olacağı için de mecbur yola çıktı. Eşyalı ev tutayım dedi ama birikim için gittiğinden o çok tuzlu geldi. Artık akşama doğru arayacak yer varsa oraya geçecek direkt.

Eğer yer yoksa eşimin ailesi orada fakat aksi gibi kayınvalidem hasta ve ameliyat için İstanbul’a gidiyor. İki gün daha Ankara’dalar. Pazartesiye kadar yer olmazsa gir otogarda yat çocuğum dedim. :joy: Onu da öğrensin sonuçta. :sweat_smile: Kendi başının çaresine bakmayı öğrensin. Yoksa veririm @alper’in adresini derim git, gitmişken de 5-10 kita… öhöm yani elin boş gitme. :joy:

Ekleme: Açık olarak nasıldı bilmiyorum ama bulana kadar canımız çıktı. Yönetim hizmetleri genel müdürlüğü yardımcı destek kıtaları gurup karargah komutanlığı. Nitekim komutanı Çankaya Genel Kurmay’a geleceksin demiş.
Fizyoterapist olarak gitti ama hastane çıkmadı kuradan.

5 Beğeni

Köfteci Süleyman usta , Anittepede Anıtkabir’in arka kısmı…

Bu burada dursun belki işine yarar. Evet köfte ekmek…
Hayır heryerde yiyemezsin…

2 Beğeni

Bu günlerde sıkıntı dışında hissedebildiğim bir duygu yok. Nefret, öfke, sevgi, mutluluk, heyecan, üzüntü? Yok. Sıkılıyorum sadece. Günlerim boş geçiyor. Beni odaklayabilecek bir şey bulamıyorum. Zaten bir arkadaşım, sırdaşım ya da herhangi bir tür ilişkimin olduğu kimse de yok. Sıkılıyorum.

Yeni şeyler denemeye çalışıyorum, belki sıkıntı duymam bir süre için. Kapitalizmin yarattığı tüketim çılgınlığını denedim&deniyorum. Kendimce güzel bulduğum kıyafetler alıyorum, giyiyorum. İhtiyacım yok ama, fazlasıyla varlar. Ama ne yapabilirim, uğraş bulamıyorum. Azıcık bile tatmin olamıyorum ne yazık ki. Tüketim çılgınlığı bende işe yaramıyor. “Aa, bu güzelmiş!” tepkisini verip satın alıyorum sadece. Aldıktan sonra yırtılmaması dışında umursamıyorum onları da.

Mesela geçen günlerde aşık olmayı denedim. Birini sevdim gerçekten. Onunla konuşmaktan hiç sıkılmadım. Sürekli onunla konuşabilmek, onun yanında olabilmek istedim. Gideceğini düşündüm, ona da bunu belirttim, eh, gitti de. Benim yüzümden. Kendimi biliyordum.

Bilmiyorum gerçekten ne yapmak istiyorum, ne yapabilirim? Fikrim yok. Hevesim ya da heyecanım yok. Gelmiyor işte.

Saçma ama boşluğun kendisiyim ben. Zevkim, arkadaşım, sevgilim, üzüntüm yok. Sıkıntım var sadece. Sıkıntımla 20 oluyorum. Kimsesiz, sevgisiz, üzüntüsüz. İsteğim de yok artık. İleride belki pişman olurum diye, çoğu şeyi denedim. İnsanlarla konuştum. Değişik aktivitelerde bulundum. Eğitim aldım.

Planımda yoktu, isteğim vardı aslında, aşık oldum. Belki, aşık olduğum kişi beni bırakmasa, belki, iyi olabilirdim. Onunla konuşmak, sıradan şeylerden bile olsa, zevkliydi, sıcaktı.

Sıkılmak çok yorucu. Ben çok yorgunum artık. Halim kalmadı. İnsanlarla herhangi bir tür ilişki kurmaya mecalim de kalmadı. Olmuyor zaten, gerek de yok artık.

Zevk bulamıyorum. Zevk hissedemiyorum. Bir şey hissetmeye muhtacım. Bana üzüntü ya da sevgi verecek insanlara muhtacım. Yürürken insanlara dik dik bakıyorum. Farkedip de konuşan olur diye, etmiyorlar.

Büyülü bir şey olsun, biri benim en yakın arkadaşım olsun. Ya da sevsin biri beni. Birileri olsun. Stil oluşturalım, kıyafet seçelim, belki tasarlayalım? Konuşalım, yürüyelim, kahve içelim. Normal insanlar ne yapıyorsa, onlardan yapalım.

Arkadaş ya da seven insan büyüsüüüüüü!?

Yazımı okuyorum da, gerçekten drama queen gibi hissettiriyo. :frowning: yorucu.

Sıkıldım. Biri beni kurtarsın. İnsanlardan nefret ediyorum. Siz gerçek değilsiniz. Eğer gerçek olsaydınız, bir kişi, en azından bir kişi olurdu. Bir kişiyle bir iletişimim olurdu. Ama yok. Çünkü sonsuz bir npc topluluğusunuz sadece. Gerçek olmayan, hissiz, aynı hareketleri tekrarlayan, ikiyüzlü pislikler ordusu.

1 Beğeni

Köfte sevmem de kardeşime söylerim. :slight_smile: Teşekkürler.