Ben sizin anladığınızı anlamadım. Burada doktordan hastaya doğru bir hak söz konusu dememiş. Genel olarak devletin hastalara karşı sorumluluğundan bahsetmiş gibi geldi.
Örneğin: Doktorların ülkeyi terk etmesi, hasta hakları açısından bir sorun dur. Daha az doktor ile tedavi olmak ve daha kısa sürede muayenelerden çıkmak zorunda kalınacak. Performans da düşecektir. Doğru düzgün bir sağlık ve tedavi alabilmek bir hak, devletinde vatandaşlara karşı görevidir.
Şunun da karıştırıldığını düşünüyorum. Doktor da halkın içerisinde ve onların da iyiliği gözetilmeli. Üst merciiler başka dese de halkın hizmetinde olan gönüllü çalışanlar değil doktorlar. Herkes gibi işlerini yapıyorlar, herkes gibi onların da yanlış giden şeyler için düzenleme isteme hakları var, doktorun da hakkı olsun hastanın da, buna kimse bir şey demiyor. Hatta doktor haklarının iyileştirilmesi hastaların da haklarının düzenlenemesine yol açacak esasında.
Haberde geçen malpraktis mevzusu ile bambaşka işliyor maalesef. Komplikasyonu çok olan özellikle cerrahi bölümler sırf artık her şey malpraktis sayılacak noktaya gelindiğini için tercih edilmiyor artık biliyorsunuzdur. Hasta yakınları, şiddet vs boyutunu hiç söylemiyorum. Sistem doktorun açığını kollar hale gelmiş şu noktada.
Olay aslında hastanın da problemi bu vadede, kaliteli bakımı alamıyor sistemden kaynaklı ama sanki doktorlar şımarıklık yapıyor gibi lanse ediliyor. Size karşı söylemiyorum genel olarak söyledim ama durum böyle.
Bundan nasıl emin oluyor, nasıl bu kadar net konuşabiliyorsunuz ? Siz işinizi düzgün yapıyorsunuz diye aynı özveriyi diğer meslektaşlarınızın gösterdiğini nereden biliyorsunuz ?
Konudan bağımsız sadece bu kesinliği merak ediyorum.
Falülteye gelir gelmez ilk öğrendiğimiz düstur budur. “ “Primum Non Nocere = Önce zarar verme”.
İşin içinde insan hayatı var. 6 yıl lisans 4-5 sene de uzmanlık eğitimini alıp tedavi ettiği hastasına bunun zarar vereceğini bile bile yapmak çok akıl alır bir şey değil. Aldığımız eğitime dayanarak buna söylüyorum. Verilen tedavinin kalitesini memnuniyetinizi vs. söylemiyorum kimse 4/4 lük olamaz elbet ama kasıttan söz edilmesi için cinayet olması gerekir. Bu arada ben daha 5. sınıfım umarım özveriyi gösteririm dediğiniz gibi .
Edit : Bu arada malpraktis var tabii ki doktor hatası diye bir şey asla yok demiyorum. Ben komplikasyon ve malpraktis kavramlarının karıştırılmasını söylemek istiyorum.
İnsan hayatı dünyadaki en değerli şeydir, bize de hukuk fakültesinde onu öğrettiler. Kusura bakmayın bende yanlış tedavi edilen, içinde ameliyat malzemesi unutulan hastaların dava dosyalarını okuyorum. Suçun önüne geçmek için en önemli şey denetim ve caydırıcı cezalardir. Bana göre örneğin yanlış tedavi sonucu hayatı boyunca topal kalmak zorunda olan bir hasta tazminatı hak eder, ayrıca bunu yapan doktorun sorumluluğu doğar.
Bizim ülkemizde “denetim” yok. O yüzden her alanda böyle iğrenç suçlara, ihmallere daha fazla tanık olmaya devam ediyoruz edeceğiz de. Birçok özel hastanede hemşirelik yaptım neler gördüm, neler duydum… İşini iyi yapan insanlar hep dışlanıyor o yüzden çalışmıyorum artık. Devlete atanma gibi bir şansım da yok. Zaten ağır çalışma şartları yüzünden hastalandım ve geri dönme gibi bir durumum da yok. Dürüst çalışanlara destek olunmuyor, yalaka ve düzenbaz insanlar korunup kollanıyor ve işimiz insan olduğu halde (hata kabul etmeyen bir iş bu sağlık çünkü) hata üstüne hatalar yapılıyor. Özeller berbat bir halde hem insanları soyuyorlar hem de düzgün tedavi koşulları da sunulmuyor.
Ayrıca burada düzgün çalışan sağlıkçıların hiçbir suçu yok maalesef halkımız tarafından şiddete maruz kalanlar da hep böyle iyi sağlık çalışanları. Burada suçlu olanlar devlet, hastane yönetimleri, idare, sorumluluğu büyük olan; başhekimlik, başhemşirelik… hatta nöbet listesini yapmayı bile beceremeyen sorumlu hemşire… Yöneticiler vasıfsız. Hakeden orada oturmuyor, otursa böyle şeyler yaşanmaz zaten
sorun yanlış tedavi gerçekten yanlış tedavi mi? Doktorun hatası mı? Bunun uzman bilir kişi tarafından (yani yine tıp doktoru) onaylanması lazım. Yoksa bilinen birçok “yanlış” ve “hata” aslında öyle değil. Ve çok fazla saçma davalar açılıyor. Bunlar bilgisizlikten dolayı da doktor aleyhine sonuçlanabiliyor. Kimse malpraktisi kaldırın demiyor. Doktora haksız davaların önüne geçin deniliyor.
sorun hayatı boyunca onbinlerce hasta bakan (bakın mübalağa yapmıyorum gerçekten onbinlerce) bir insanın gerçekten hata yaptığı insan sayısı 1 elin parmaklarını geçmese bile o kişi, hayatında kazandığı tüm paradan fazlasını avukatlar tazminatlarda istiyor. Bu insanın aldıği maaş belli. Milyonluk tazminatların anlamı ise yok.
Sonuç olarak kimse malpraktisi kaldırın demiyor. Malpraktise doğru karar verin ve doğru cezaları verin. Yoksa defansif tıp denilen ve şu an uygulanan sistem doğar. Bknz. Tüm dunyada en çok mr, bt, sezaryen, vs kullanan leş ülke.
Üzerinden bir hafta geçmiş bile. Bundan önceki günler ve yine 1 haftadır mühendislik ile ilgili, bilgisayar mühendisi ile ilgili, yaşım ile ilgili, iş hayatı ile ilgili, üniversite ile ilgili ne bulsam okuyorum da okuyorum. Bu kadar okuma ve düşüncenin sonunda dönüp dolaşıp geldiğim yer kendimde ki güven eksikliği ve şimdiye kadar hiç sorumluluk almamış olmanın getirdiği korku oluyor. Okulu kazanmak ya da bitirmekten çok okulda ki projelerden, iş hayatının stresinden “özellikle yazılım kısmında” ve mülakatlar olsun, çalışılan yerde verilen sorumluluklar olsun bunlardan korktuğumu fark ettim. Hayata bu yaşıma kadar toz pembe baktığımı ve bunun yüzünden kendimi içinden çıkılması zor bir pozisyona soktuğumu fark ettim. Günün sonunda belli aralıklarda yaparim ya diyerek ferahlıyorum iyi ihtimaller görüp-düşünüp. Sabah uyanınca yine sabahtan gece yatana kadar benzer şeyleri okuyup kendi kendimi yiyorum. Nasıl atlatabileceğime dair de en ufak bir fikrim yok. Var aslında yani sorumluluk alarak, ileri atılarak, hayatımda artık bir şeyleri başararak üstüne gitmek olsa gerek ama nasıl.
Günaydın; Yüzümün asık moralimin bozuk olduğu bu sabah size eskiden duyduğum iki sözden bahsetmek istiyorum.
Birincisi.: “Para tren ben istasyon” Bu ara o tren benim istasyonuma pek uğramıyor
İkincisi: “Anasızlık, babasızlık ille de parasızlık”
Bazen gün oluyor duvarlar üzerine üzerine geliyor insanın. Bugünlere kadar yaptıklarını bir kenara bırakıyorsun. Hiçbir yaptığın başarı olarak gözükmüyor gözünde. En övündüğün anlar bile bomboş anılar haline geliyor. Yaptıklarından daha çok yapacakların aklına takılıyor. Özellikle benim bakış açıma işlemiş olan “yarın nefes alacağımız garanti değil” mantığına bile ters düşüyorsun zamanla. Hiç ölmeyecekmiş gibi plan yapmaya değmiyor bu hayat bunun da farkında olmamıza rağmen bazen gerçekten bazı dönemlerde duvarlar üzerine üzerine geliyor insanın. Geri dönüp bakmayı da bırakmıştım oysa ki. Geçmişte yaşadıklarımı, yaptıklarımı unutup yeni sayfalara başlamıştım. Bir hikaye tutturmuştum yeni yazılan, bir şiirim vardı satır satır yeni oluşan. Bu hikayenin başlangıcında da ben vardım aslında sonunda da ben olacağım. Bunun bile farkında olup duvarların üzerime üzerime gelmesi neden? Soruyorum kendime dün yaptıkların seni bugünlere kadar getirdi fakat yarın yapacaklarınla ilgili niçin bugünden bu kadar endişelisin diye. Kendimce bahaneler buluyorum yine kendime haklı sebeplerle. Birden fazla sebepler de sıkıyor bazen canımı. Elimde olmayan zorunlu sebepler. Bazısı ülke sorunlarıyla alakalı. Bazısı kendimle alakalı. İşin ucu hep bundan 5 sene sonra nerede olacağımla ilgili. Aile desen bir bütünlük yok. Bugünlere kadar paralamışım kendimi fakat ele avuca baktığım zaman görünürde hiçbir şey gözükmüyor. Boşa çabalamış gibi hissediyor insan bazen. Bugünden sonra yapacaklarımın bana katkısı olacağından şüphem yok fakat sonucunda doğacak olan diğer zararlara takılıyor aklım. Bazen yoldan birini çevirip anlatasım geliyor içime attıklarımı. Sonra üşengeçlikle beraber karışık bir koyu hüzün, bir neşe kaybı yaşıyor insan. Nereden başlayacağımı bilemiyorum bazen.
Bazen de düşünüyorum acaba bugüne kadar çok hızlı yaşadım artık yaşayacağım şeyler için zaman gerektiği için mi sıkılıyor bu kadar canım. Kendime kızdığım her zaman düzeltmeye çalıştığım “hızlı düşünüyorsun revo, biraz yavaşla, aklı selim düşün, anlık kararlar verme” konusunu ele alıyorum çoğu zaman. Bazen öyle durumlar gerektiriyor ki nefes alabilmem için,hayatta kalabilmem için hızlı düşünmem gerekiyormuş gibime geliyor. Bazen de şimdiki olduğu gibi gözlerimi kapatıp sadece kafamı dinlemek geçiyor içimden. Dışarıdan baksan bir tomar düşünce var aklımda zannedilir. Gözlerimi kapadığım an karanlığı arıyorum aslen kimse bunun farkında olamıyor maalesef.
Karanlığı hala arıyorum arkadaşlar. Huysuzluğumun altında da, naif ve nazik kişiliğimin altında da karanlığı arayan başka benlerle birlikte karanlığın arayıcılığını gözlerimi kapattıktan sonra da yapıyorum. Sonunun, sonumun nereye varacağını biliyorum. Ve gerçekten bazen bazı duyguları sayfalarca da yazmış olsan, gördüğün karşılaştığın her insana da anlatsan tek bir cümle ile de anlatabiliyorsun. Bugün bu hissiyatımın tamamı için söylemek istediğim, aslında anlatmak için çırpındığım konunun aslı şu ;
Tel üzerinde tek teker üzerinde denge çubuğu olmadan ilerlemeye çalışan palyaço gibi hissediyorum.
Aşk acısı çekmek berbat bir duygu. Yemekten kesiliyorsun, günün geçmiyor, aklından bir saniye olsun çıkmıyor, sevdiğin şeyleri yapmaktan keyif almıyorsun, dostlarınla gülüp eğlenirken ansızın aklına gelip seni ortamdan soyutlaştırıyor, yalnızlaştırıyor.
İlişkimiz keşmekeş. Olmaması gereken bir ilişki. Fakat ne o benden, ne de ben ondan vazgeçebiliyorum… vazgeçebiliyordum. Üç gün önce mesafe koydum. Aramasına dönmedim, yüzüne bakmadım. Bunu yaparken canımın bu kadar yanacağını bilmiyordum. Uyuyamıyorum. Uyandığımda aklıma geliyor, duvarları yumrukluyorum. Sayısız kez kabahatimi üstlenip ondan özür dilemeliyim diyorum. Sonra yapamıyorum. Olmuyor. Gururum el vermiyor. Asla taviz vermiyorum.
Bir yanım diyor ki umarım o da benim gibi acı çekiyordur. Benim gibi yanıyordur umarım. Benim onu sevdiğim gibi beni seviyordur umarım.
Bu paylaşımı yapmayacaktım. İçimde daha fazla tutamadım. Ölü gibi geziyorum, derdimi soranlarla derdimi paylaşamıyorum, çünkü durumumuz gereği paylaşılması münasip değil.
Daha önce hiç aşık olmadığımı bana fark ettirecek kadar seviyorum onu. Aşk adına yapılan şeylerin sadece romanlarda olabileceğini ve haberlere çıkan psikopat insanların yapabileceğini sanıyordum. Yine yanıldım.
Umarım bu acı geçer.
Umarım iradem çatlamaz, ona geri dönmek için zihnimde uydurduğum binlerce bahaneye boyun eğmez.
Aşk asla anlamlandıramadığım, empati dahi yapamadığım bir his.
Bünyemde, kendim dışındaki birisine ilgi duymaya yönelik zerre ilgi kırıntısı yok. Romantik ilişkilere yönelik ne dürtüsel ne de bilişsel hiçbir istek duymuyorum.
Eskiden ben de öyleydim. Sonra bir kadın çıktı, ne ciğer, ne kalp bıraktı. Tecrübe iyidir hocam. Daha önceki ilişkimde yapmam dediğim şeyleri yine yaptım. Bu sefer aynı hataya düşmem dedim, yine oldu. Doğru aşk insanı yukarı, yanlışı en dibe çekiyor. Tecrübe edindiğime seviniyorum, yanlış kadını sevdiğime yakınıyorum.
Aşk konusunda halen hem aptal hem de toyum. Her zaman, Herrrr zaman yanlış bir şeyler yapıyorum. Cesur davranmam gereken yerde pasif, pasif kalmam gereken yerde yükseliyorum. O kadar aptalım ki. Kendi zekama sövüyorum.
Tecrübe diyerek kendimi avuttuğuma inanıyorum, bir yandan bunun sahiden tecrübe olmasını umut ediyorum. Bazı şeylerden hiçbir zaman ders almıyorum.
Aşkta yenilmenin acı bir hazzı oluyordu. Keyif alıyordum. Artık o kadar yoruldum ki o da olmuyor.
Umuyorum aşk illetinin iki yönlü tecrübesini edinirsiniz. Olumlusu da olumsuzu da işe yarar bir saçmalık.
Çok klişe olacak ama bu durum senin kafanda canlı tuttuğun kadar canını yakacak. Tahmin edeyim her gün bir şekilde profiline bakıyorsun, gün içinde sürekli olmasa dahi ara ara “acaba şuan ne yapıyor” diyorsun. Hayatın tek bir insan uğruna harap olacak kadar değersiz mi? Büyük ihtimalle ilk kez böyle bir ilişki yaşıyorsun, bu sebeple beynin devamlı güzel anıları hatırlıyor ve ayrıyken acı çekiyorsun. Eğer ikiniz de ilişkiyi olduramıyorsanız birbirinizi yıpratmayın, her şeyden önce sen kendini yıpratma. Eğer okuyorsan kendini derslere ver, eğer çalışıyorsan kendini o işte en iyi hale getirmeye odaklan. Ama gün içinde sakın profillerine bakma, “acaba ne yapıyor” diye düşünme ve o seninle iletişime geçmediği sürece iletişime geçme… Kendini bu hale getirmek kendi değerini düşürür, karşındaki kişi de bu halini anlarsa zamanla sana karşı saygısı azalır. Bir ilişkinin içinde saygı, sevgiden önce gelir. Hayat devam ediyor, karşına yeni kişiler her zaman çıkacak… Her ilişki bir tecrübedir, bundan sonraki ilişkilerinde bu kadar acı çekmeyeceksin…
İki yönlü tecrübesini edinen biri olarak yazıyorum, çok iyi anlıyorum sizi. Sizde 4 sene önceki halimi gördüm. Annem artık durumuma o kadar üzülmüştü ki benim daha samimi olduğum akrabalarımla iletişime geçip “Bana anlatmıyor anlıyorum ama bari sen konuş çok kötü,odasından çıkmıyor.” demişti. 40 kiloya kadar düşmüştüm. 5 ayı hatırlamıyorum hatta gerçekten kopuk bende o dönem. Ama şimdi diyorum ki iyiki bitmiş. İnsan aşık olduğu kişiyi seçemez diye bir klişe vardır ya o doğru değil. Ben aşık olacağım kişiyi kendim seçtim. Her gün de bana doğru kişi olduğunu hissettiriyor. Bazen doğruyu bulmak için acı çekmek de gerekiyor.