Benim beynimde yaz; demek böcek/sinek/arı ve cehennem sıcağı işkencesi demektir.
Çok şükür 2 yıldır yaşadığım saçmalıkların yanına ;
İngilizce yayınlanan iş ilanına yaptığım ingilizce başvuru için ilan sahibi tarafından aranıp, “ingilizce bilmiyorum bana kendinizi türkçe anlatır mısınız” da dendi…
Dünyanın en sinir bozucu işi iş aramak. Birde çağırıyorlar jilet gibi giyinip gidiyorsun, stresli oluyorsun, hobileriden, kendinden vs bahsediyorsun umurlarında bile olmuyor. Peki deyip yolluyorlar. Çok hayal kırıklığı yaşadıydım, özgüvenim çöktüydü şimdi tekrar hatırladım. Umarım en kısa sürede istediğin bir işe kavuşursun dostum, Allah yardımcın olsun.
Çok saol inşallah buluruz ama 2 yıldır gittiğim görüsmelerdeki saçmalikları ve bulduğum işleri bir görsen.
Abi iyice manyak olduk. Düne kadar laptop’ın sürekli ısınıp kapanmasından, çıkardığı sesten, yavaşlamasından ve kronik sorunlarından şikayet ediyordum. Zar zor günümüz teknolojisini destekleyen yeni nesil bir kasa aldık, daha ürün gelmeden başladım kusur aramaya. Benim şu an kullandığımla gelecek olan arasında galaksiler var, parçaları gayet iyi. Ama ikidebir şu şöyle mi bu böyle mi bakar oldum. Ya öyle çok hardcore bir oyuncu ya da tasarımcı ne bileyim içerik üreticisi olsam yanmayacağım. Beni hayli hayli idare eder bu alacağım.
Ama işte Aliy Baba’nın dişine kan değmeye görsün, hemen gözünü 2.el araba parası sistemlere dikiyor… Sanki düne kadar 5 yıllık kronik sorunlu zırt pırt ısınıp yavaşlayan bir garabeti kullanmıyormuş gibi.
Benzer bir durumu telefon alacakken yaşamıştım. Ona bakıyorum bir sorunu var buna bakıyorum bir kusuru var diye diye 10.000-15.000’ den 30.000 lere kadar çıktım…
Ben bu sorunun bize has olduğunu düşünüyorum. Çok yaşarım. Hatta benzer süreç içerisindeyim. Gözlük aldım. Adam siparişler biraz geç geliyor ithal cam olduğu için dedi. 10 günü bulabilir dedi. Artık feleğin çemberinden geçmişiz. 10 güne gelmezse iptal edip paramı geri veriyormusunuz dedim. Yani 15 günü geçmez dedi. Daha o an anladım. Bugün 22 gün oldu hala ses yok. Güyya gelmiş de cam kırıkmış da ( halbuki cam seçerken kırılmaz cam seçtik) işte inceltme sırasında şöyle olmuşta…
Aynı dok hep…
Ama işte dedim ya ülkeden ülkeye fark var. ABD mesela bir örnek de bura için veriyim.
Zamanında 1000 USD lik bir laptop aldım ülkeye dönmeden. Alırken adam sigorta istiyor musun dedi. Hayır dedim. Çok şaşırdı ve uyardı. Dedi ki bu pahalı bir ürün. Sigorta 100 usd 2 yıl için her ne olursa olsun kayıtsız şartsız kullanıcı hatasız yenileme. Marketin adı BEST BUY bu arada bilenler için. Yine hayır dedim. Adam çok şaşırdı, eğer sorun olmayacaksa sebebini söyler misin dedi (adam alışmamış bu duruma)
TR ye döneceğim ve bir şey olsa dahi aleti getirme şansım yok. Elemanda güldü dediki bizim tüm dünyada garantimiz geçerli kargolayabilirsiniz dedi. Babanın TR gümrüğünden, kargo ücretlerinden yana bir derdi yok New York’da tabi.
Dedim öyle bir şey yaparsam aletin fiyatından fazla param gider.
Sonra fiyatlardan bahsedince hak verdi ama bana başka bir şey öğretti. Meğer ABD liler böyle sıfır ürün çok almazmış. İpad vs genelde kutusu açılmış veya onarımdan geçmiş yahut direk ikinci el satışta ürünler var. Adam benim laptopun teşhir olarak kullanılanı gösterdi. Teşhir 800 Usd gibi bir fiyataydı. Bir de SD kartı sıkıntılı olduğu için iade edilmiş, SD kartı değişmiş bir model gösterdi. Buda benimkinin aynısı ama SD değişirken 500 lük değil 1 TB lık takmışlar o da 700 usd.
Adam dedi ki bunu alıp 100 usd lik sigorta yaptırırsan sana söylediğim herşey geçerli. Yani ABD de yaşasam. 1000 usd lik laptopu aslında 500 lük deil 1 tb lik olarak 700 usd +100 usd ile rahat rahat alıp 2 yıl tam koruma garanti ile kullanabileceğim. İstediği kadar 2. el olsun.
Ekonomi, hukuk sistemi iyi olunca sorgusuz sualsiz rahat rahat alıyorsun. Fiyat da uygun. Burada para çok değerli, sahtekar çok fazla. Haliyle bu paranoyayı yaşamak zorundayız.
PC, gözlük vs ne ki. Eve su söylerken bile kim bilir kaç saate gelecek, delik mi gelecek bir ton şey…
Bir süredir kendimden sıkılmış bir durumdaydım ve bu nedenle biraz kilo verip kendimi değiştirmeye karar vermiştim. 78 kilodan 66,5’ a kadar indim. Kilo vermeye devam edeceğim. Bugün bir değişiklik olsun diye sakallarımı kestim komple, saçımı epeyce kısalttım. Yani insanlara baktığımda kısa saçlı olarak tanımlayabileceğim kadar kısalttım
Yine de yeni kendimi çok beğenemedim, olmadı sanki, belki bir süre alışmam lazımdır. Saçların götürdüğü bir boşluk da var. Bakalım insanların tepkisi nasıl olacak
Bugün kendime bi’söz verdim. Japonyaya gitmek istiyorum, o yüzden elimden gelenin ardına koymayacağım.
Annemi her şeyden çok seviyorum ancak kendisinin benden beklentileriyle benim yapmak istediklerim arasında çok fark var. Kendisine hiçbir zaman dürüst olamadım. Sürekli babam gibi yalanlar söyledim. Kendisini çok üzdüm. Benden beklentisini gerçekleştirmeye çalıştım. Başarısız oldum. Daha fazla yalan söyledim. Biliyorum ki beni ne olursa olsun destekleyecek. Bir noktada bu yüzden asla bağımsız olamayacakmış gibi hissediyorum. Beni anlayacak sadece bir arkadaşım oldu. Hiç sevgilim olmadı. İnsanlara iyi davrandım. Karşılığını alamadım. e yapacağımı bilmiyorum. Türkiye’de yaşamak istemiyorum. Ancak beni hangi ülke ister ki. Korkağın, pısırığın tekiyim. Tembel bir insan oldum. Okuduğum bölümü bile bitiremedim. İstememiştim zaten. Memur olup sıradan bir hayat yaşamamı isterdi. Artık dayanamıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ağlama krizlerinden kurtulmak istiyorum. Güçlü olmak istiyorum. Kendi başımın çaresine bakmak istiyorum. Daha önce hiç yapmadığım halde. Sahte umutlar yeşertip ne yapacağım sanki. Özgür olmak istedim, kendim olmak istedim, yalan söylemek istemedim. Başaramadım. Hâlâ gencim ancak yaşlanmış hissediyorum.Hiç neşe kalmadı. Artık eğlenemiyorum. Yapmayı sevdiğim şeyleri yapamıyorum. Çok anlamsız her şey çok anlamsız. Ortadan kaybolmak istiyorum. Sanki hiç doğmamış gibi.
Yeşil pasaportu var, iş güvencesi var, özlük hakları, tatilleri… Ne bileyim, burjuva bir aileden gelmiyorsaniz memurluk Türkiye’de sıradan bir hayatın oldukça üstünde ama yine de siz bilirsiniz
Size tavsiyem, önce kafanızda bir terazi edinin: Kötünün kötüsü olduğuna dair. Misal, annenize çok kızgınsınız. Hayatta en korku çekindiğiniz insan olsun. Sonra bir işe başladınız, haydaa, bu sefer hiç tanımadığınız patron, yıllardır tanıdığınız kanınız canınızın üstüne çıktı çektirmekte. Mumla aradınız. Bu sefer “düşmanımın düşmanı dostumdur” misali, destek arayacaksınız ve kapısına gideceğiniz insan anneniz olacak. Gibi gibi. Veya ona sevdiğinizi söyleyin, kaybetme korkusu da vicdan yapar. Ama size şunu diyeyim: Kimin kimden önce gideceği yaşa bakmaz. Lisede sıra arkadaşımı lösemiden, 20’lerinde de kuzenimi doktorun bir şey olmaz diye saldığı taşikardiden kaybettim. Memuriyete dair söylediğinizi “tekdüzelik” olarak alıyorum ve zaten katıldığım için bu yazıyı kotarıyorum. Emir-komuta zincirinin yetkinlikle paralel gitmesi gerektiği inancındayım. Olmuyorsa zaten mobbing işin doğalında var. Zira yetkinliğin olmadığı yerde kibir başgösterir. Kibir de hükmetmeyi getirir. Diğer yandan, yaşadığınız buhranların size özel olmadığını da bilin. Tüm ülke, uzun bir süredir, baştan ayağa yayılan bir mutsuzluğun, huzursuzluğun pençesinde. Her bir bireyin ruhunda derin yaralar açması beklenir bir şey, herkeste farklı tezahür edecek. Daha geçen gün eşimin üniversiteden şen şakrak bir arkadaşı 5. kattan atlamış, şizofreni sonucu. Sesler duyuyormuş. Ben bizzat hayatımda ilk kez (aşılar da sağolsun) kalp krizi geçirdim yıl başında. Böyle durumlarda daha kıymete biniyorsunuz. Tabii bu yaşanmasını tavsiye ettiğim bir şey değil. Lakin simüle etmek için illa yaşamak da gerekmiyor. Filmler vb. zaten bu yüzden deneyimleniyor.
Okula dair, Boğaziçi, ODTÜ durumlar nedir bilmiyorum ama, YTÜ, Marmara, DEÜ falan okudum geçtim, hepsinde eğitim slayt kaydır, geç. Bir şey verdiği yok. İlle okumak istiyorsanız 2 senelik zanaat katacak bir şey yine okursunuz (elektrik vb.) fakat iş yaşamı pratik, tecrübe istiyor daha çok. Dış ticaret mesela. Elde bilezik. Yurt dışında neler geçer akçe araştırın, ona yönelik uğraşı kazanın, bir hedefiniz olsun. Net söylüyorum: Mutsuzluğunuzun %90’ı burada yaşamaktan geçiyor. Kalanı doğuştan gelen ruhsal yapınızdan kaynaklı, onu pasif tutmak veya aktif hale getirmek de çevresel etkenlerin sonucu.
Arkadaş yıllandırmak için yaşınızın çok geç olmadığını düşünüyorum. Sevgili işleri de oluruna bırakılacak şeyler. Zaman içinde daha olgunu yetişiyor deneyimlendikten ve hormonlar durulduktan sonra. Yapacak şeylerde öncelik, kaçtığınızda size huzur veren şeylere yönelin, sanat kollarından bilime, gezmekten harcamaya kadar. Ayda 100 lirayla yaşadığım dönemleri bilirim İstanbul’da. Hiçbir şey çözümsüz değil, yeter ki beden ve ruh sağlığınız yerinde olsun. Onun için de “ne düşünürsen onu yaşarsın” gereğince, beyninize hükmetmeyi, hükmedebileceğinizi öğrenmeniz lazım. “Aşık değilim” dediğinizde olmadığınızı fark etmeniz yahut “bu adamlar ölsem cesedimin üstünden geçer, onları niye takıyorum ki?” diye düşünebilmeniz için. Kara mizah bakın hayata, gerekirse kötümser, böylece küçük şeylerden mutlu olabilmek adına dolu bardağı ve insanlar başta olmak üzere çoğu şeyin berrak iç yüzünü daha iyi görüp analiz kabiliyetinizi de güçlendirmiş olursunuz. Kendinizi önce kendinize ifade etmek için kaleminizi sıcak tutup daha sonra dediğim gibi, ne düşünüyorsanız rahatça insanların yüzlerine söyleyerek, yükünüzü bırakın. Biriktirmeyin. Bırakın insanlar gerçekleri söyleyen birinin karşısında kendileri utansınlar. Toplum değil kendi ahlâkı esas olan bir sosyopata dönüşmenizi can-ı yürekten arzu ederim. Sevgiler.
Kaaaaaaç senelerdir sürekli aklımın bir köşesini kemiren “Kendi eserini yaz.” fikri aklımı o kadar kemirdi ki artık zihnimde davranışlarımı yönlendirebileceği bir yuvası var.
Hergele çok da hevesli, hemen yazmaya koyuldu. Bana sormadan plan falan da yapmış, klavyeyi eline alır almaz kelimeler parmaklarımdan dökülmeye başladı, yazmaya hazırmış anlaşılan. Yalnız “Backspace” tuşuyla rahatsız edici bir ilişkisi var, biliyorum yazdığı şey mükemmel olsun istiyor ama yazdığı her şeyi silerse ortaya bir şey çıkaramayacak diye korkuyorum.
İçimdekiler aşağı yukarı böyle. Bir de konuyu çok iyi bilen ama sınava hazırlanmamış öğrenci gibi hissediyorum; yazacağım şeyleri biliyorum ama henüz nasıl metne aktaracağım konusunda emin değilim. Yazarlık konusunda daha derin araştırmalar yapmalıyım.
Ya da benim gibi bodoslama dalacaksın. Çok düşününce insan bir yerden sonra kafayı yiyor.
Hayata kara mizah bakmanın sebebi midir, getirisi midir, aklımda kalan birkaç örneğini paylaşayım dünküyle pekişen.
3 hafta kadar önce apartmanca ilaçlama yaptırdık. Bir haftada ikinci kez canlı HB (11 harfliler) yakaladı kedimiz. Kavanozladım, ilaçlamacıya attım. Annesinin vefat ettiğini yazdı. Başsağlığı dileyip başka bir ilaçlamacı aradım.
Yıllar yıllar önce, Marvel’in henüz parlamadığı dönem, Thor vizyona girecek iken, çizgi roman uyarlamalarının perdede zamanının geldiğine dair bir yazıyla, bir yayıncıyla anlaşmıştım. Gazete mi dergi mi, unuttum. Bir süre ses gelmedi. Aradım, söyledikleri nükseden bir hastalığının olduğu ve hiç beklemedikleri şekilde vefat ettiğiydi. Başsağlığı diledim.
Daha da önce, Açık Radyo patronuyla aynı apartmanda oturan bir kızcağızla radyo programı yapacaktık. Önce gelip benim konuşmamı istedi komşusuyla. Kendisinin sormasını salık verdim. Hipotalamusunda tümör çıktı. Acil şifalar diledim.
Aynı dönemlerde, Kars’tan bir rocker ile de temas halindeydik. O da o dönem yaşadığım Bakırköy’de bir kızla tanışıp evlenmiş, hayallerinden vazgeçti. Telini kopardığı gitarımı ona bıraktım, mutluluklar diledim.
Bir ara da Hıristiyan misyonerliğini neden yaptığını anlamadığım rock kanalı Müjde FM ile görüşecektim. Son 10 yılın en kötü kar fırtınası başgösterdi, gidemedim. Sonra aradığımda gitmemişim gibi ilgilenmediler. Sağlık olsun dedim.
Daha da evvel, Barbaros Devecioğlu ile hangisini işlettiğini hatırlamadığım bir radyoda rock programı yapmam üzere aylarca telefonlaşmıştık. Sonra Ecevit’in Sezer’e kitap fırlattığı Anayasa Krizi başgösterdi. “Kemer sıkacağız” dedi. Barbo olan ICQ şifresini kırdım, üstüne bir gecede 41 ICQ şifresi daha kırarak insanların âhını aldım. O dönem bir arkadaşımı yönlendirdiğim bir kızın kibriyle onu üzmesi sonucu onun da erkek arkadaşını başka bir kız ağzıyla tavlayıp logları kıza göndererek ikisini ayırdım. Gücün kötü tarafına geçmiştim.
2007 gibi deniz otobüsünden denize düştüm. Çalışanlar sürekli şikayetçi olup olmadığımı sordu. Ekmekleri elinden gitmesin diye olmadım. O ay vapurdan biri düşüp komaya girdi. Sonra da o liman bakıma alındı.
Rüyamda Cobain’i gördüm, öldü. Pet Shop Boys solisti Tennant’ı gördüm, AIDS olduğunu açıkladı. Daha ergenken kabadayının biri bakkala girerken baktım diye üstüme geldi, o hafta kaldırımdaki kanların ona ait olduğunu, bıçaklandığını öğrendim.
Yukarıda evlenen arkadaşımla buluşacaktık karlı bir gün. Beresiyle geldi, Bakırköy’de konuşmadan yan yana yürüyoruz. Karşıya geçtim baktım, o geride kalmış, ama yüzünde bir tik, kafasını yukarı atıp duruyor. Baktım deli, etrafta gören var mı diye panikledim, hemen uzaklaştım. Arkadaşım geldiğinde anlattım, yürürken deliye rastladık, deli beni görünce yolunu değiştirdi.
Daha evvelinde, mIRC ilk zamanlarında, dört kişi kurduğumuz bir kanalın dördüncü üyesi ile buluşacaktım. Bakırköy Meydanı. Çocuk ortada yok, ama lösemili hasta için kan verme çadırı kurmuşlar, bez pankart, çocuğun adı yazıyor. Emre Çelik. Ben dumur. Neden sonra çocuğun o gün geç kaldığını öğrendim.
O yıllarda, herkes takma adla çıkarken 90’lar pop dünyasına benim ad-soyadımla giren biri özgünlüğümü elimden almıştı. Hatta bir gazetede bu adla sinema yazan biri de vardı. Adana’dan şarkıcının bir fan-girl’ü aradı, birlikte adaşımı çekiştirdik. Bir de alacaklılarla uğraştım bu yüzden bir dönem.
Askere gitmeden evvel netten yazıştığım bir kız anne-babasının aşkının çok büyük olduğunu, bunun kendisinde bir kompleks yarattığını paylaşmıştı. Bir gün yerel gazetede araba kazasında üçünün araçta olup anne-babanın öldüğünü, kızın komaya girdiğini okudum. Bazı şeyleri kendi saklamanın daha doğru olduğuna kanaat getirdim. Hastaneyi arayıp doktordan da bilgi aldım. Sonra iyileşti, evlendi çok şükür.
Benim ilk kız arkadaşımın babası "mobilyacı cinayeti"nde son kurban olarak üniversite sınavımıza 3 hafta kala öldürüldü. Onu da evlendirdim.
Bir kız arkadaşımın da annesinin biz tanışıyor ama çıkmıyorken beyin kanamasından vefat ettiğini öğrendim. Babası vefat etmiş bir yakın arkadaşımla aldattı, şimdi Hollanda’da yaşıyor.
Askerdeyiz, karanlık bir yoldan ilerleyeceğiz, lambalar var, “şimdi bu sönecek” dediğim lambalar, dört-beş kere, sırayla söndü. Hâlâ geyiğini yaparlar.
Bir dönem de maji (magic) ile para kazanma umudu taşıyan bir dostum, bana da enerjimden ötürü daha yatkın olabileceğim hususuyla biraz kitap karıştırmamı rica etti. Kırmayıp okudum. Zaten apokaliptik rüyalar görürüm. Farkındalık artarsa ne olur bilmem, deyip tırsıyordum. Başka bir husus da var (unutmazsam aşağıda paylaşırım). Bir gün otobüse bindim, adamın biri geldi yanıma oturdu. “Ben seni tanıyorum, böyle biri değilsin, iyi yüreklisin, vazgeç” falan diyor. Neden sonra “karıştırdım” dedi ama yine iyi yürekli falanmışım. Neyden vazgeçmem gerektiğine dair de bilgisi yokmuş. Ben de aynı gün test edeyim diye kapıya doğru olan kalabalıkta birini seçip “şimdi bakacak” diye odaklandım, üç kez art arda gerçekleşince bunları da (kontrolsüz enerjimin odaklanınca ne olacağı) geride bıraktım.
Neler olduğunu hatırlamadığım, canımızı yakan birkaç işyeri daha sonra yıkıldı. İstanbul, İzmir fark etmedi. İflas dahil.
Evime hırsız girdi. Uyuşmuş biçimde salona gittiğimde “sen git yat” dediler, gidip yattım. Cüzdanımdan düşük meblağdaki kağıt paraları alıp eski telefonumu bırakmışlar. Birkaç gece tekrar gelirlerse nefsi müdafaadan rövanşı alırım diye ayakta bekledim, gelmediler.
İlk okuduğum bölümün 4 mü 2 yıllık mı olduğu sürekli sorulup duruyordu. Yıllar geçti, 4 yıllığını kapatıp 2 yıllığını açtılar.
Sene 99. Ataköy’de siyah tişörtümle arkadaşımın arabasında durdurulduk. Satanist şüphesiyle. Aynı sene eski okulumun kapısında sakalımı kesmem için berbere gönderildim. Köktendinci şüphesiyle. Ülkeme olan sevgim pekişti.
Bir dönem de sürmenaj geçirdim. Yakın dönem hafıza gitti, babamın 20 yıl önceki iş no.sunu falan hatırlıyorum. Sokakta bir çocuk durdurdu, aynı otobüsle okula gidip geliyormuşuz falan, adını hatırlamam için uzun süre ısrar etti. Durumu anlattım, inanmadı. Daha sonra Bakırköy’de bir kırtasiyede yine gördüm, kasaya bakıyordu. Evlenmiş, çocuğu varmış. Bana aynı okuldan bir kızla hâlâ görüşüp görüşmediğimi sordu. Çok yakınmışız. Onda aklı kalmış. Kızı da hatırlamadığımı söyledim… O dönem kendi kız arkadaşım da 6 aydır kendisiyle ilgilenmediğimi söylediğinde tepkim “o kadar oldu mu?” olmuştu. Sürmenaja sebep, netteki grubumuz için rock müzikten sonra, klasik müzik tarihi ile de ilgili bir CD hazırladığım için eserlere paralel bestecilerin hayat hikâyelerini okuyordum. Fazla ağır geldi. Beyne format atmak gibi, her türlü bilgi hızla girdi bir dönem, mizaha katkısı olmadığı için bu konuya girmeyeceğim.
Başka bir şey hatırlamıyor oluşum da bunun sonrasına sarkmış olsun. Daha başka hikâyeler çıkarsa buraya eklerim.
İyi kültür yoktur, kötü kültür de yoktur. Kültürlerin birbirinden farkları vardır.
Mesela bizim kültürümüzde samimiyet fazladır. Bir derdin olduğunda aranmak güzeldir ama kültürümüzün bu güzel tarafı çoğu zaman kötülüğe dönüşüyor.
İnsanlar sonuçlarını düşünmeden yorum yapıyor, yargılıyor, ben olsaydım şöyle yapardım diyor.
Batının bireyselliğinden bu noktalarda biraz kendimize katmamız gerektiğini düşünüyorum.
Eskiden birisi benim veya ailem hakkında patavatsızlık, hadsizlik yaptığında aman kırılır diye ses çıkarmazdım.
Artık direkt sanane diyorum.
Hiçbir işim mi düzgün olmaz benim ya? Hikâye yazmaya abanıyorum kimse okumuyor. Oyun yapıyorum kimse oynamıyor. Çok bunaldım bundan.
Sevgili güzel insanlar size hayatımdan kısa bir kesit sunmak istiyorum. Bunu okuduğunuzda basit şeyler için üzülmemenizi ve sahip olduklarınızın kıymetini bilmenizi haddim olmayarak da tavsiye ediyorum.
Başlayalım.
2014 yılında babamın fedakarlığı sayesinde böbrek nakli oldum. Geçen ekim ayında organ reddi oldu. Bir anda bir akşam fenalaşıp hastaneye kaldırıldım. Kortizonlar havada uçuştu vücudu baskılamak için 40 gün hastanede yattım. Böbrek kurtulamadı diyalize başladım. Bu sırada boynumdan katater takıldı (kalbe uzanan diyaliz için kulananılan kablolar diyelim). Takıldı takılmasına da kabloların yanından kan sızdı hep tekrar çıkarıldı tekrar takıldı 3-4 defa bu işlem yinelendi. Yanımda (odalar iki kişilik) kanser hastası vardı ve bir akşam vefat etti.
Yerine Ferhat abi adında çok iyi kalpli bir abi geldi. Dedim senden önceki o yatakta vefat etti. Dedi ney yatakları değiştirelim Mustafa. Dedim benden önceki de vefat ettiyse bu yatakta hastane burası. Haklısın dedi. Gel zaman git zaman 2 haftada iyi dost olduk. Hastaneden çıkınca görüşelim dedik. Ben çıktım o vefat etti. Allah rahmet eylesin. Bulunduğum odaya ölüm odası dediler.
Neyse diyalizle sonuçlandı ve 6 ay diyalize girdim. Sonra annem verici olarak işlemlere başlatıldı. Şanslıydımmhem babam hem annem verici olabilmesi çoğu kişide ikisi de verici olamıyor. Tekrar hastaneye yattım.
Bu sefer benim nakil için vücudu baskıladılar ve yanımda gene kanser hastası vardı. Eşi biz senelerdir gidip geliyoruz 2 ay burada 4 ay evde dolaşıyoruz dedi. Babam çaktırmadan sen bunu da yollarsın dedi. Yolladım. Allah rahmet eylesin.
Elbete hem kendim hem çevremde olanlar beni yıprattı diyalize girerken sohbet ettiğim benim yaşlarda bir hanımefendi de vefat etmişti bir anda.
Bir varız bir yokuz.
Neyse tekrar nakil oldum. Şimdi 3 aydır iyiyim ama 2-3 kere hastaneye yattım nakil olduktan sonra ilaçlar vs durum toparlandı. Şimdi iyiyim.
Ne demişler. Belki de siz başkasının hayalini yaşıyorsunuzdur. Ölümü bekleyen bir hasta taburcu olan bir hastanın hayalini kurabilir taburcu olan bir hasta dışarıda sağlıklı yaşayan birinin hayalini kurabilir. Vesaire…
O yüzden sahip olduklarınızın kıymetini bilin ve benimle aynı odaya düşmeyin. Ağlanacak halimize gülüyoruz ki öyle olmak lazım ansızın hayat bitebiliyor. Küçük şeyleri kafaya takmayınız. Saygılar…
Çok çok geçmiş olsun.
İnsanın kendisinin ve sevdiklerinin sağlıklı olması kadar büyük bir nimet yok. Maalesef bunu ancak biz veya sevdiklerimiz sağlıklarını kaybedince anlayabiliyoruz.
(Kamu spotu: Sigara içmeyin, sağlıklı yaşayın.)
Çok geçmiş olsun hocam. Kaybedene kadar altı harfli bir kelimeden ibaret sağlık.