Bunca yıldır kamp yapıyorum bu kadar yabani ile ben karşılaşmadım çekiyor musun yahu
Eşek olayı gerçekten çok enteresandı. Üstelik biz girerken bizim kuracağımız yerden çıkan adam söyledi ama biz güldük. Adam da alay etti bizle filan dedik. Gece öyle bir çığlık koptu ki uzaylılar filan istila ediyor sandık. Bende böyle bir durum var. Hatta çevreyi gezelim filan derken birkaç eşek daha yakaladık yol üstünde. Tabii bunun sebebi “Aaaa, şu yol nereye gidiyor acaba?” diye olur olmadık yerlere saptırmamdan kaynaklı olabilir. Benimle her tatil bir macera…
Hizmet sektöründe “müşteri seçebilme” hakkı istiyorum. Bunun da tüm yöneticilere eğitiminin zorunlu hale gelmesini. Hani çok sıkıntılı insanlar gördüm ama az önce yemek yediğim yerde hayatımda ilk defa çalışan bir kadına müşterinin sesini yükselmesi “sen kim köpeksin” demesi üzerine ve sanırım son zamanlarımdaki stresim de eklenince adamı gerçekten parçalamak istedim. Çalışanı çağırıp “yöneticiniz burda mı” diye çağırıp durumu anlattım, “kurumsal firmayız çıkartamayız” dedi. Ben de “yanında çalışan insana mobing uygulamaktan bir farkı yok bunun, ezdirmeyin hizmet neyse yapıyor zaten” diye yarım saat tartıştım. Adam müşteri bağırabilir, her zaman haklıdır dedi. Orda ulan biriniz elimde kalacaksınız ya hayırlısı diyip yemeği de yemeden kalktım. Biri çalışana saygısız, diğeri çalışanına sevgisiz. İştah falan bırakmadılar sağolsunlar. Şöyle birşey benim çalıştığım yerde olsa adamı sürükleyerek çıkarırım ya. Ne demek hakaret, verdiğin üç kuruş para o da çalışanın cebine girmiyor, azcık saygı duyun saatlerce sen ve senin gibi suratsız insanlara gülümseyerek işlerini yapmaya çalışanlara be.
İnsanlar kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına da yapmasa keşke. Çok mu zor bunu düşünebilmek? Bazı insanlar da, ‘bizim sayemizde buradasın, tabi ki istediğimizi yapacaksın, görevin bu’ diye düşüncesiz laflar ediyorlar. İşin o boyutuna gelirsek tüm insanların konumu başkalarının varlığına bağlı o zaman. Öğretmeninden tut, hemşiresine, fırıncısına… Kendini büyük görme merakı çoğu müşteride var malesef. Kimse kimsenin kaprisini çekmek zorunda değil. Herkes ekmeğinin peşinde, birbirine anlayış göstermeliler.
Servis elemanları ve kasiyerler genelde belirli kompleksleri olan insanların en sık ezmeye kalktıkları oluyor. Binevi, karşı taraftan bir karşılık görmeyeceklerini bildikleri için en ufak bir problemde aşırı tepkiler verebiliyorlar.
Açıkçası sizin müdahalenizin pek bir faydası olmaz. Malesef çalışanlar böyle durumlarla karşılaştıkça mümkün olduğunca az etkilenecek kadar tecrübe kazanmak zorundalar. Uzun vadede katlanabilmenin tek yolu bu. Tabii ki dış görünüş de önemli. İnsanlar malesef güzel kızlara, çirkin erkeklere olduğundan daha iyi davranıyorlar.
Aylarca her gün telefonda anama, babama, birtakım şeylerime sövüldü. Bahtsız şansım yüzünden bu genelde sabahın sekizindeki çağrıda olurdu ki bütün günüm berbat olsun. İşim de aslında sinirden kudurmuş insanları sakinleştirmekti. Yani çağrı merkezi personelinden üst yetkili isteyenlerle konuşmak… İlginç deneyimdi tabii. Her gün çok yaratıcı küfürler duyuyordum sırf hatalı üretilmiş bir elektronik yüzünden. Bir noktadan sonra alışıyorsun…
Bence orada o müşeriye ağzının payını vermeliydin. Neden dersen çünkü ne orada çalışan ne de patronu bunu yapabilir ama sen müşteri olarak yapabilirdin. Seni bağlayan bir şey yoktu. Gün geçtikçe sosyal sınıfların birbirini korkunç derecede ezdiği bir gerçek.
Bir kaç kişi bir araya gelince illa dedikodu yapmak, saçma sapan konuşmak mı zorunda, anlamıyorum.
Homo sapiens için türümüz için dedikodu evrim basamağında ilerlememize özellikle iki konuda yardımı olmuş, dilin evrimi ve organizasyon.
Sosyal hayvanlar olmamız nedeniyle türümüz dedikodu yapar.
Harari’den alıntı mı bilmem. Ama dedikodu sosyal hayvanlıktan değil afedersiniz hayvanlıktan kaynaklanır. Dedikodu yapan iki kişiyi gördüğümde annem, teyzem olsa tiksinirim, tiksiniyorum. İnsanları haksız yere üzen davranışlar toplumu ayakta tutan elementlerden sayılamaz.
Harari biyolog değil, bildiğim kadarıyla tarihçi. Daha çok bu konu evrimsel biyolojinin konusu. Antropologlar da ilgi gösterir. Harari’nin ilgisi de bundan dolayıdır. Doğru yanlış gibi kavramlar ile bakmak olayı kişiselleştirmek olur, bu da bizi gerçek bir sonuca ulaştırmaz. O türün doğası olarak değerlendirmek gerekir.
Örneğin İnsanların üremek için yaptıkları eylemi ahlaksızlık olarak nitelendiremeyiz. Bir başka hayvanı besin maddesi olarak ihtiyaç duyan, avlayan Aslana Ceylan avlıyor diye “o canı sen mi verdin, sen alıyorsun” diyemeyiz. Eşcinsel penguenlere “ahlaksızlar” diye Güney kutbundan kovamayız gibi… Türün doğası ne yapmasını gerektiriyorsa, onları yapacaktır, o yönde evrimleşmiş ve türün devamı için avantaj sağlamıştır.
Ama çok keyifli. Dedikodunun verdiği hazzı veren çok az şey vardır bu hayatta.
Nasıl bir keyif acaba, merak ediyorum biraz.
Keyifle muhabbet ettiğiniz arkadaşlarınızla bir araya gelip saatlerce dedikodu yapmak her zaman keyiflidir. Onun dışında ne konuşursanız konuşun, aynı hazzı alamazsınız.
Nerede, kiminle olduğu beni ilgilendirmiyor, aldığınız keyfin kendisine dair bir soru sordum. Bilmiyorsanız bilmiyorum diyebilirsiniz.
Verdiğiniz örneklerden şunu anlıyorum ki siz benim dedikodu hakkındaki düşüncelerimi anlamamışsınız. Dedikodudan tiksiniyorum. Çöp kamyonu yanımdan geçtiğinde, yerde ölü hayvan gördüğümde, yere tüküren birini gördüğümde ne hissediyorsam gıybet eden insanlar görünce de aynısını hissediyorum. Büyüklerim bana "Gıybet etmek ölü kardeşinin etini yemek kadar pis bir davranıştır dediği için değil, arka sıramda oturan arkadaşıma (kız) sırf sevdiğim kitabı (Hayvan Çiftliği) hediye ettiğim için aramda bir şeyler olduğu dedikodusunu yayan sınıf arkadaşları(onun bunun çocukları) yüzünden suçsuz kızın derste ağlaması gözümün önüne geldiği için dedikodudan nefret ediyorum.
Bu mu bilimsel çalışmaların kanıtladığı evrimsel gelişme? Yoksa türün devamlılığı,toplumun ayakta durması arada canı yanan insanlardan daha mı önemli.
Size içtenlikle katılıyorum ama evrim bu tarz duyguları düşündüğümüz gibi önemseyen bir kavram değil zannımca.
Tenezzül edip açıklama yaptığım için kendimden utandım. Bir an gerçekten merak ettiğinizi düşünmüştüm. Üslubunuzdan iyi niyetli olmadığınız anlaşılıyor. Uzatmaya gerek duymuyorum.
Tam olarak nasıl bir kötü niyet gördünüz acaba? Ayrıca ben gerçekten merak ediyorum hiçbir yargı belirtmedim, sizin yazdığınız şey hiçbir açıklama belirtmeyip kendinizi tekrar etmenize neden oldu. Söylediklerinizle hiç ilgilenmiyorum, basit bir sorudan buralara gelmeyi başardıysanız kendiniz devam edin utancınızla.
Belirttiğim gibi, sizi iletişim kurmaya değer görmediğim için uzatmadan konuyu sonlandırıyorum. Evet, bunun farkına varmadan önce değerli vaktimi sizi muhattap alarak harcadığım için kendimden utanıyorum.
Biyoloji çoğunluğun menfaatinden yana. Çünkü tür olmazsa birey de olmaz. O sebeple türün bazı üyelerinin zarar görmesi, o yapıda önemsiz
Fakat! Konumuz olan dedikodu, diğer nitelikler gibi hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Eh, zaten burada dedidokuyu rahatsız edici kılan şey bireye zarar veren olumsuz yanı. Bunun sebebi de o niteliğin fazla aşırı, fazla güdüsel biçimde ve doğal olarak düşüncesizce icra edilmesi.
Tatlı gıdaların çekiciliği, buna iyi bir örnek. Şeker kolayca enerjiye dönüşebildiği için yaşamı sürdürmek için avantaj sağlar. İç güdüler de doğal olarak bireyi şekerli gıdaya yöneltir. Sorunsa bu yönlendirmede iç güdülerin sınırlayıcı unsurları olmamasıdır. Çünkü doğada gıdaya ulaşmak zor ve tehlikelidir. O yüzden iç güdüler de gıdayı, bulur bulmaz tüketebilindiği kadar tüketmeye meylettirir. Moden hayatımızda gıdayı bulup tüketme safhası tehlikeli değil, ama iç güdülerimiz her an tehlike varmışçası bilince baskı yapar. O yüzden ayarı kaçırıp gereğinden fazla şekerli şeyler tüketebiliriz. Şekerin azı karar, çoğu zarardır. Ancak iç güdüler bunu bilmez.
Dedikodu konusunda da ölçülülük ölçüsüzlük gibi şeker tüketimine benzer bir durum var. Her şeyin, her zaman, her boyutta ve sonucunu düşünmeden yapılan dedikodu haliyle pek de güzel sonuçlar vermez. Ölçülü dedikodu nasıl olur? Eh, o konudaki sınırları bilemiyorum. Ama tarihte kılık değiştirip halkın içine karışan hükümdarlar örneği, dedikodunun bir şekilde birilerinin işine yaradığını gösteriyor gibi.
Tabii bu dedikodunun doğası ve uygulanışı gereği olumlu veya olumsuz olabileceği gerçeğini değiştirmiyor