En Son İzlediğiniz Film?

Bu sene Blow Up ile birlikte izlediğim en iyi filmdi. Favorilerime oturdu diyebilirim

Genellikle Rohmer filmlerindeki karakterlerden pek haz duymam (six moral tales’dekilere daha cok)

-Rohmer sineması üstüne genel deyineyim: filmleri boyunca karakterlerin kitaplarda okunabilecek derecede çok sıra dışı bir maceraya girdiğini göremeyiz.
Deneyimler çoğunlukla Rohmer’in dünyasına özgü maceralardır. Alışverişte, tren istasyonunda, sokakta yürürken insanların başına gelenler ve onlara yükledikleri anlamlar üzerine. Kısaca gündelik meselelerden küçük felsefi ve ahlaki sorgulamalar yapmak-

Özellikle bundan önce izlediğim La Collectionneuse o açıdan zor bir deneyimdi. Sebebiyse karakterlerin fazlaca uç ve gizemli birakmasindan degil, iğrenilecek cinste kişiler olmaları (bendeki sommarnattens leende’deki Henrik durumu. Benim genelikle tek eksi yazdığım unsur bu oluyor).

Bu filmdeyse daha cekilebilir ve içten olduğunu düşünüyorum karakterlerin (özellikle celiskilerinin).

Filmi izlemeyi düşünürseniz Pascal’s wager açıklamasını okumanızı isterim. Temel anlatı bunun üstünden yürüyor.

Onun dışında ilginç karakterler güzel sorgulamarın olduğu 10/10’ diyeceğimiz cinste bir film.

5 Beğeni

Atıf Yılmaz bi Inland Empire’i çekerdi ama David Lynch bi Ahh Belinda’yı çekemezdi…

çok sevdim çok beğendim

Bu filmden önce belle de jour izledim.

Severine’in aile yapısına değinmelerini çokça bekliyordum. Ne kadar çocukken yaşadığı kilise ve sokaktaki malum olayın sonuçlarını görsek de karakter üstünde (özellikle baştan çıkarma kuramı geçerli diyebiliriz) bence travmalar bir yerde aileye bağlanır.

Onun dışında güzel bir anlatım dili olsada ana konsepti beni pek çekmiyor. O tarz durumlarda genel anlatımı (az) bos verebiliyorum.

Kesin burada da seven birileri çıkar. O yuzden listenize ekleyiniz

(Bugün bir de Vesikalı Yarim’i de izledim ama pek hoşuma gitmedi.
Klişe, basit senaryo ve fazlaca melordram. Senaryonun basit ve yer yer klişe olması benim icin sorun olmaz ki en sevdiğim Yeşilçam filmlerinden biri Serseri’dir. Sadece ne güzel bir diyalog ne de güzel bi “his” vardı)

5 Beğeni

Herkes bu ara Dracula konuşuyor da, kimse son uyarlamayı konuşmamış. Stephen King’in ayıla bayıla övdüğü film, kitabın gemi yolculuğu kısmını konu alıyor. Son yıllarda iyiden iyiye sulandırılan ve ergenlere servis edilen vampir mitosu eski alışık olduğumuz azametiyle ekrana yansıtılmış ancak Kont’un yaratık haliyle (“beast”) arz-ı endam etmesi “korkacaksın” iddiası yanında onu kimlikten azat etmiş -ki burada Gary Oldman, Christopher Lee ve Frank Langella’nın “cool” imajları yanında tek yönlü sunumuyla çiğ kaldığını düşünüyorum. En azından finalde bunun giderilme şansı varmış. Doktor kimliğiyle siyahi karakterimiz Van Helsing’e mi işaret ediyor bilmiyorum ama çok da bir önemi yok. The Dark Knight’ta siftahını yaptığımız elmacıklı sayko David kardeşimiz sakallı haliyle daha bir karaktere bürünmüş, onun değişimini sevdim. Gemideki tekinsizlik için Alien’in ilham alındığı söylenmiş. Bir noktaya kadar başarılı, zaten en iyi olduğu konu da o. Ama tadımlık kalıyor işte, 2 gecede bitirebildim ben. Ki kolay kolay bırakmam başka zamana. Türün aşinası olmayana belki hitap etmeyecektir bile.

Mark Gatiss’in mini dizi uyarlamasından sonra bu türde klasik anlatılar modernize edilmiş haliyle önümüze gelmeye devam ederse esas o zaman faydasını görürüz bu filmlerin. İllaki eli yüzü düzgün uyarlamalar dönüş yapacak, önemli yönetmenler oraya kayacak ve biz hep birlikte ikinci rönesansına şahit olacağız tür sinemasının bu belki de en önemli mihenk taşının. Hitchcock ne demişti? “Uygarlık günümüzde o denli koruyucu bir hal almıştır ki, artık korkularımızdan içgüdüsel olarak kurtulma olanağımız kalmamıştır. Uyuşukluğumuzu gidermek ve ahlaksal dengemizi canlandırmak için tek yol, şok yaratacak yapay araçlara başvurmaktır. Buna ulaşmak bana öyle geliyor ki, ancak sinema yoluyla olabilir.”

Ha, unutmadan, neyi konuşuyoruz biz?

The Last Voyage of Demeter (2023)

işyerinden bu kadar. :man_vampire:

2 Beğeni

Başlangıcındaki garip ve gergin sosyal etkileşimler, gerçek ve hayalin birbirine girdiği anlar ve şeytanın aklının bir köşesine musallat olduğu düşüncesi… artık istilaya uğramış bir akıl.

Direkte asılı kalmış uçuşan poşetin ihtişamı, yanık tost kokusu, sahile çarpan dalgaların sesi, antilop kafasına sahip eski kız arkadaşı, her teşisine kelimeleri uzatarak ve akla gelebilecek varoluşsal açıdan en aşağılayıcı şekilde “pozitif” diyen Doktoru… istilaya uğramış aklıyla günlerinin sayılı olması dışında tüm bunların ne anlama geldiğini bile bilmeyen bir Adem ama her şeye karşın kendini her zaman olduğu gibi hisseden yine Adem. SADECE YASLANACAK ve ZAMAN GEÇECEK…

Bu ve bundan sonraki aile anlarını (ama ne anlar, harikulade. Belle de Jour’da dediğim gibi travmalar bir yerde aileye bağlanır) izlerken ne kadar boğuyorsa film, finalinde de bir o kadar huzurla dolduruyor.

İnsana cidden "İt’s such a beautiful day” dedirtecek, yaşadığı sürece hâlâ bir şeyleri değiştirebilecek gücü olduğunu, Karamazov Kardeşler kitabindaki:
“Istırap nedir sanki? Sonsuz da olsa korkutmaz beni. Şimdi korkmuyorum ya, eskiden korkardım. Biliyor musun, duruşmada belki konuşmayacağım ben. İçimde öyle bir güç hissediyorum ki şimdi… Şu anda ve her zaman “varım” diyebilmek için dünyanın bütün acılarına göğüs gerebileceğimi sanıyorum. Çeşit çeşit azap içinde, “varım” diyeceğim; işkenceden kıvranırken gene, “varım!” İşkence masasında da, “varım”; güneşi görüyorum, görmesem de varlığını biliyorum. Güneşin varlığını bilmek bile yaşamaktır…”
gibi her zaman VARIM dedirtecek ve içinizi hoş tutacak bir film.

Ahhh! Finalindeki yok mu o sonsuz koşu ve o bitmeyen yarış… insanlar, insanlar. Doğru yaşlananını görmedim hiç. Kimi hayal gücüyle devirmek ister burçları, kiminin eşeler toprağı hala tırnakları, anlatma bana İnsanları! Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe yanlış yaşayıp yaşayıp yerlerde yattıklarını. Anlatma, anlatma bana, görmedim bu yarışın kazananını

(sondaki anlık geldi. Anday’a da teşekkürler)

Bu da Don Hertzfeldt’ın diğer serisi. Alışılagelinen Bilim Kurgu temalarını çocuk bakışıyla işleyen çok güzide bir animasyon serisi (özellikle 2.cisini çok sevdiğimi söylemek isterim).

Son 2 ay içerisinde neredeyse 6-7 yıldır almam gereken bir kararı aldım: Kendim olma.
Tabii sorabilirsiniz bu toplum denen Canavarın içerisinde nasıl kendin olabileceğini düşünebilirsin diye ki ben de size katılıyorum. Toplum ya hizmetkar ya da despotik olman ölçüsünde sana müsamaha gösteren bi Lovecraft Canavarı.
Ben sadece küçük ölçeklerde bunu istiyorum, tek bakışta anlaşılacak türden değil. Bunun için her şeyden kaçmamak (ailenden. başarısız olduğun zamanlar sana o başarısızlığı hatırlatacak yerler, kişilerden), birilerine kendimi tam anlamıyla tanıtabilmek (karakter olarak), 40-50 yaşıma geldiğim vakit, sırf Canavar’ın yanında daha iyi yaşayabilmek için meslek ve karakterimin nasıl olduğuyla ilgili üzüntü duymamak gibi birçok nedenle bu kararı aldım.

Şimdi Ölü Ozanları izleme sebebim de buna yakındı. Ölü ozanlar’da da aslında “anı yaşa” “kendi şiirini bul” gibi özgün ve kendin olmaya teşvik edici mesajlar versede bu konuda hayalci değil, kendin olmanın bedeline çok güzel değiniyor. Ölü Ozanlar size hayallerinizin peşinden koşunca mutlu olacağınızı veya ona ulaşacağınızı söylemiyor veya göstermiyor. Bakıldığında Knox reddediliyor, Neil intihar ediyor (ki anladım kendisini. Elinden alınmayan tek kararıydı) ve Keating çok sevdiği öğrencilerinin imzalarıyla kovuluyor. Fakat hayat o güne göre günün doğrusunu yapanlar için kesinlikle pişmanlık değil, çünkü hepimiz bir gün börtü böcek yemi olacağız ve yaptıklarımızdan çok yapmadıklarımızla pişman olacağız ki kendin yönlendirdiğin ve kendi hatalarını yaptığın bir hayatın da verdiği haz bambaşka oluyor.

Ben Peter Weir’ın yarattığı atmosferleri sevdiğimi fark ettim. (Ölü Ozanlar ile birlikte izleyince daha iyi anladım)
Weir’ın bu filmde vurgulamaya çalıştığı da modern davranışı daha arkaik davranışlardan ayıran çizginin ne kadar ince olduğudur (diğer yazılar az vaktimi aldığı için bunu sonra devam ederim).

edit: Normalde Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta, Süt ve Bal 3’lemesi hakkında yazmak istiyordum ama diğer filmler az uzadı artık başka güne diyelim.

son olarak yazıyı Serseri filmimde Sadri Alaşık’ın sözüyle kapatıyorum:
"hayat demek ölümü beklemek demektir, az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz. bir çok şeyin tadına bakacağız sonra da ister istemez gidiyorum elveda şarkısını söyleyeceğiz. öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.‘’

3 Beğeni

Transformers’ın son filmini izledim. Aksiyon olarak güzeldi. Sevilmemesine de katılıyorum. Bunun sebeplerinden biri bana kalırsa Optimus’un 2. hatta 3. planda kalıyor olması olabilir. Yani sen koskoca Optimus’un özür dilemek de nerden çıkıyor? Yap planı, tak tak tak bitir işi. Planı bir insan yapsın sen de git bu planı takip et. Bu arada da biraz insanlık öğren yazıklar olsun sana Prime.

Flash’ı izledim. Ben filmi standalone olarak düşünürsem beğendim, evrenin bir parçası olarak düşünürsem her şey çorba olmuş. Oyunculuklar bence iyiydi. Baştan beri var olan tutarlılık devam ediyordu en azından. Biraz daha Batman fena olmazdı diyeceğim ama bu bir Flash filmi olduğu için demiyorum. Supergirl’i ileride aynı kişiyle düşünmek iyi olabilir.

Antman Kuantum Evreninde’yi izledim. En güzel Antman filmi olabilir. İlk başta meh diyordum ama uyarayım. İkinci yarıdan sonra rayına oturdu film ve çok güzel bitti. Kang bir tık heyecanlandırmaya başladı. Bakalım Loki 2. sezonda neler olacak?

1 Beğeni

Ben pek beğenmedim geçenlerde izleyip.

1 Beğeni

Monster Hunter

3 Beğeni

Özellikle görüntü yönetmenliği harika .Film iki farklı hikaye var ikincisini daha çok sevdim Herkese hitap etmez .90 lar ,şehir hayatı,sıkışıkllık ve bilinmezlik seviyorsanız hoşunuza gider .Şarkıları ve çekimleri beğendiğim için 10-8 veriyorum.

gün içersinde birkaç kere tekrar tekrar dinledim filmin etkisiyle.

2 Beğeni
2 Beğeni

20 küsür yıl aradan sonra Starship Troopers izledim. Aksiyon kısmını ve yaşanan aşk hikayesi hariç kitap aslında aslına sadık ilerliyormuş bu izlememde bunu keşfettim.

3 Beğeni

Adsız3

1 Beğeni

Deadpool 2’yi 2. kez izledim. İki filmi de sinemada izlemiştim. Şimdi iki filmi telefondan da izlemiş oldum. Televizyonda da izlemiştim sanırım iki filmi. 3. film gelsin onu da her yerden 2 kez izleyeceğim.

10/10 veriyorum filmlere her izleyişimde.

2 Beğeni

Nope - Jordan Peele (2022)

Jordan Peele’e herkes gibi Get Out’la vurulmuştum. Aşağı doğru giden grafiğini hüzünle izliyorum.

8 Beğeni

Bir Son Kalan (Lone Survivor) değil ama sonuç olarak odaklanılan konular farklı oluğu için idare eder.

5 Beğeni


The Librarian: Quest For The Spear’i izledim.

Aslında The Librarians dizisini izlemeye başlamıştım ama üç bölüm izledikten sonra dizinin öncesinde geçen üç film olduğunu öğrenince diziyi bırakıp film serisine geçiş yaptım.

Film, Indiana Jones izleyenlerin seveceği bir yapım. Onun gibi tarihi eserler ve mekanlar üzerine geçiyor. Film serisinde ve dizisinde sihirli eserleri toplayıp onları koruyan ve "Kütüphane"de onları muhafaza eden kütüphanecilerin maceraları anlatılıyor.

İzlediğim kadarıyla bir başyapıt olmasa da izlemeye değer ortalama üstü bir seri. Diğer filmleri ve dizisini izledikten sonra genel bir yorum yapacağım.

2 Beğeni

Geçenlerde tekrar Olağan Süphelileri izledim filmi tekrar anlatmaya gerek duymuyorum .Uzun zamandır izlediğim dizi ve filmlerde yeni yapımlar için eksikliğini hissettiğim şeyi yazmaya geldim. Kötü adamı namı diğer Keyser Söze buradan sonra spoiler var.`

Film boyunca yarı mitolojik kötü adamımızın film sonunda gerçeğe dönüştüğü görüyoruz. .Verbal olarak karşımıza çıkan sakatın film sonunda acımasız bir suç baronu oluyor…Zekası,acımazsılığı ve kurnazlığı hayran bırakıyorGünümüz filmlerinde olan kötü adamın kendini beğenmişliği saçma sapan hataları yok.Soze özelinde ince ince bir roman karakteri gibi kısıtlı sürede o kadar güzel veriyor ki.Ailesini ve çocuklarını öldürmesi,Verbal için tüm büyük siyasi figürlerin polise baskı yapması,çete hakkında her şeyi bilmesi,çeteyi ölüm görevine gönderip kendisinin saklanması en son çıkıp son vuruşu yapması,filmin sonunda avukat kadının öldürülmesi ve karakoldan topal topal çıkıp sonra yüzünden kendinden emin bir ifade ve normal normal yürümesi bize Kayser Soze nin söylentisinin gerçeğe dönüşümünü gösteriyor.Sonuç olarak yarı mitolojik olarak anlatılan karakterin gerçek bir tanrıya dönüşmesini izliyoruz. .

Bence günümüz sinamasının ihtiyacı olan kötü adamı görüyoruz.Akıllarda soru işareti bırakmayan bir kötü.Yazıyı yazarken aklıma daha önce yazdığım Kirli İşler filmi geldi orada da kahraman ve kötünün gerçekçi olması filmi yukarı taşıyordu.

5 Beğeni

Uzun zaman önce izlemiştim. çok güzel bir filmdi…

1 Beğeni

Çok güzel ve duygusal bir film. Bu filmle eşimi köpek sevgisine ve alma isteğine bir adım daha yaklaştırdım. Tavsiye edilir. Güzel bir aile filmi.

Gerçek bir hikayeden uyarlanan bir film bazı noktalarda bazı oyunculuklar bana nedense biraz yapay geldi ama sıkılmadan rahatça izlenebilinir.

4 Beğeni

Do Not Disturb (2023)


Film hakkında söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok. Eli yüzü düzgün bir gerilim. Yine de geriye pek bir şey kaldığını söyleyemeyeceğim.

Talk To Me (2022)


Çok şey beklediğim bir korku filmiydi. Yaratıcı ruh çağırma seansına rağmen beklentilerimi karşılamadı. Film, komedi ve korku filmlerinde sıklıkla olduğu üzere dramatik yapının gerekliliklerinin kurbanı olmuş ve uzun korkunç sekansları bu yapıya yedirmeyi de başaramamış. Finali ürkütücüydü.

4 Beğeni

İlk Starship Troopers filmi aslindan en sapmis, en bir tarafindan anlayip cekilmis kitap uyarlamasi olabilir. (Zaten yonetmen kitabi bitirmeden filmi cektigini soyledi zaten) Powered Suit’lerin olmadigi bir Starship Troopers filmi Superman’in hic ucmadigi bir Superman filmi yapmakla ayni seydir der ve giderim.

3 Beğeni