En Son İzlediğiniz Film?

Soul (2020)

İzlediğim en iyi Pixar filmi. Müthiş ve oyuncaklı. Başyapıt dersem abartmış olur muyum acaba?

Kuru Otlar Üstüne (2023)

Üç Maymun’u izlemedim. En kötü NBC filmi sıralamamda İklimler’in yerini aldı. Neden bu kadar beğenildiğine dair hiçbir fikrim yok. Ortadaki afili yabancılaştırmaya rağmen maalesef böyle. Nuri Bilge sinemasının şimdiye kadar iki fazı vardı. Kişisel ilk dönemi ve Türkiye’nin ruhuna baktığı büyük oyunculu ikinci dönemi. Bunun üçüncü bir dönemin ilk filmi olduğunu düşünüyorum ama bu dönem ne getirecek herhangi bir fikir oluşmadı bu filmden sonra. Bir de Merve Dizdar’ın oyunculuğundan bahsetmek lazım herhalde. Harikaydı.

5 Beğeni

Do Not Disturb - Ayzek ile Bir Gece

Cem Yılmaz’ın işlerine genel olarak bakan ve seven biriyim, en burun kıvırılan işlerini bile önyargısız izlemişimdir. Ve genelde sosyal medyadaki yangının yarısı kadar kötü olay olmadığını, çıkarılan işin en kötü OK olduğunu görmüşümdür.

Bu film ile ilgili yorumlar ise oldukça karışıktı, malum Karakomik serisi pek beğenilmemişti. Ki ben o seriyi genel olarak olumlu bulmuştum.

Cem agabeyi sosyal medyadaki dangozlar ne der umursamadan kendi bildiğini okumasını takdir etmekle birlikte 98-2014 arası seviyesinde olmadığını da itiraf etmeliyim. Bunu belki yanında söylesem yüzü ekşir kızar falan ama samimi görüşüm bu şekilde. Film bence olmuş. Hatta Karakomik ve Erşan Kuneri’nin üzerinde diyebilirim. Elbette bahsettiğim 98-2014 arası periyottaki işlerine yakın değil ancak bu Cem agabeyin yapmak istediği ve başarılı olduğu bir film. Yapmak istediğini sonuna kadar yapmış.

Bahsettiğim sosyal medya ulemalarına geçirdikçe geçirmiş, ama hödükçe değil. Naif ve ince. Zaten Cem agabey yaşlılık döneminde epey ağır başlı oldu o gençlikteki fırlamalığı yok.

Bence kendisi Ayzek rolünü bayağı Oscarlık oynamış, benim aşırı hoşuma gitti. Zafer agabeyin sadece bir sahnede olması üzücü. Genel olarak oyunculuklar okeydi.

İşin sanat kısmı ise gerçekten filmin en güçlü yanlarından biri. Görselliğe büyük önem verilmiş, hollywood’a daş çıkarmış daş.

Daha çok şey yazılır ancak biraz bitkinim. Puan vermeye ise bu aralar tekrar başladım inceden bir puan girelim. 71 çalışır.

5 Beğeni

Elemental (2023)

Pixar izlemeye devam.
Hava, Toprak, Su ve Ateş elementlerinin birlikte yaşadığı bir şehirde geçen iyi sonlu bir Romeo Juliet hikayesi. Teknik ve sanat yönetimi açısından oldukça ilginç. Yer yer -beklendiği üzere- komik. Fakat hafızamda fazla bir yer kaplayacağını sanmıyorum.

Inside Out (2015)

Bir Pixar başyapıtı. Herkesin benliğini yöneten ve beş temel duyguyu (neşe, hüzün, öfke, korku, tiksinti) temsil eden karakterlerden neşe ve hüzün küçük bir kızın taşınma travması yaşamasının ardından kızın beyninde bir yolculuğa çıkar. Bu filmde, Soul’da daolan bir şey var ki o da karmaşık konseptleri ustaca kavramsallaştırıp göreselleştirebilmesi. Tabii bunların aslen genç ergenlere yönelik filmler olduğunu unutmamak gerek. 2024’de Inside Out 2 geliyor, merakla bekliyorum.

Ratatouille (2007)

Bir diğer Pixar başyapıtı. Yanılıyor olabilirim fakat galiba Disney-Pixar işbirliğinin ilk filmiydi. Kedisiz Paris’te o kadar çok fare var ki birisi kaçınılmaz olarak iyi bir şef olacaktı. Çok komik ve ince. İlham verici. Bundan sonra hızla Şerafettin izlemeye başladım. Çünkü Paris’in faresi varsa İstanbul’un kedisi köpeği var.

4 Beğeni


download

Wes Anderson’nın yönetmenliğinde Roald Dahl’ın kısa öykülerinden uyarlanmış bu dört filmi izledim. Film süreleri Henry Sugar hariç yirmi dakikayı geçmiyor. Henry Sugar da kırk dakika civarıydı sanırım. Roald Dahl’ ın Charlie’nin Çikolata Fabrikası kitabının da yazarı olduğunu bilmiyordum. Wes Anderson’nın bir diğer filmi olan Yaman Tilki isimli filmi de ona aitmiş.

Konu Wes Anderson olunca senaryonun hikayesi, o hikayenin seyirciye aktarılma şeklinin arkasında kalıyor. Aktarım şeklini o kadar beğeniyorum ki gizem unsuruna bile ihtiyaç duymadan sonraki sahnede ne olacağını görme arzusunu seyircide uyandırmak, formulize edilmiş hep aynı denklemi kullanan filmlerden sonra ilaç gibi geliyor bana.

Hikaye ister derin olsun ister yüzeysel olsun bu şekilde bir işleyişle izleyende illaki tat bırakıyor. Bu dörtlemeye özel olarak bir de kitapları okuyan Kişinin gözlerindeki canlandırmalsrı film olarak izliyoruz. Sesli kitap okumanın yanına görsellik katılmış diyebiliriz.

Ralph Fiennes, Benedict Cumberbatch ve The it crowd’tan Richard Ayoade gibi mimik milyoneri oyuncular var castta. (Richard Ayode’nin mimiksiz suratı yeri gelince bin tane şey anlatıyor aslında xd) kuğu isimli içerikte ön planda ise Rupert Friend var ve anlatımıyla o kısa filmi bir üst seviyeye çıkaran isim o olmuş. Beni de en çok etkileyen Kuğu oldu zaten.

İçeriklerine tek tek değinip uzatmak istemiyorum. Hepsinde hikaye olarak anlatılmaya değer, duyunca kulak kabartılacak yaşantıların parçaları var. Saatlerce sürüp hiçbir şey anlatamayan hikaye anlatmayı unutmuş günümüz filmlerinden sonra kısa sürede bir tat bir doku bırakabilmeyi başaran bu yapımlsrı izleyince gerçekten keyif aldım. O yüzden erinmeyip sizlerle de paylaşmak istedim.

Wes anderson diye aratınca ilk çıkan şey renk paleti oluyor o renkli sahneler de herkese hitap etmeyebilir o yüzden sevmeyebilirsiniz de ama hiç sıkmadan bir çırpıda bitiveriyor bu kısa filmler. İzlemeye karar verirseniz beğeneceğinizi düşünüyorum.

13 Beğeni

Korku öğelerini çok barındırmasa da komedi karışık izlemesi keyifli insanı yormayan güzel bir çerez filmi.

4 Beğeni

Çok kötü cidden, Aliens 2. film en sevdiğimdir. Bu filmle yaratıkların nereden ortaya çıktıklarına açıklama getirme çabasıyla iyice saçmalamışlar.

1 Beğeni

Ford v Ferrari

2019 yapımı bu filmi sürekli erteliyordum, sonunda izleyebildim. Gerçek hikayelerin sinemaya uyarlanmasını her zaman sevmişimdir. Bu yüzden filmi beğendiğimi söyleyeceğim. Ancak bu film gerçek uyarlama olmasaydı kesinlikle beğenmeyeceğim bir film olurdu. Çünkü o kadar klişelerle doluydu ki izlerken yer yer sıktı beni.
Canınız yarış filmi izlemeyi çekerse bu filmi size kesinlikle öneririm. Listenize alın bir köşede dursun.
7/10

7 Beğeni

Müziklerine bayıldığım bu filmi yıllar sonra tekrar izledim. Muhtemelen herkes izlediği için spoiler koymuyorum.

Filmde yaşayanların duygulara ve samimiyete yer olmayan, gelenekleri kalıplar haline getirmiş dünyası aile ve toplum baskısıyla renksizleşip kararmışken bu baskılardan kurtulan ölülerin dünyası alabildiğine renkli ve eğlencelidir. Yaşayanlar suratsız ve maskeler ardında yaşarken; ölüler sevinçlerini de öfkelerini de özgürce ifade eder. Neşelilerdir ve mizah duyguları gelişmiştir.

Film, yaşayan genç kadın karakterin adı gibi Viktorya döneminde geçmekte. Dönemin kadına bakışı filme yansımış. Genç bir kadına sanat, piyano çalmak, müzik uygun bulunmaz. Fazla hisli der annesi. Ölüm ve ötesi hakkında kiliseye gidip rahiple de konuşması uygun değildir. Odasında oturup dikiş yaparak koca beklemeli, ailesinin bulduğu kocaya razı olmalı ve eğer o koca bir şekilde ortadan kaybolursa odasında oturup acı çekmelidir. Olanları sorgularsa, baskıdan kurtulmaya çalışır ya da ailesinin inanmayacağı şeyler anlatırsa da kolayca “Kafayı yemiş!” etiketini yer.

Victoria ve Victor karakterleri, filmin başında bu baskılara boyun eğmiştir. Ailelerine karşı çıkmayı akıldan bile geçirmezler. Özellikle Victor, korkaklaşıp sarsaklaşmıştır. Emily’nin hikâyesini öğrendiğimizde ise çok daha farklı bir kişiliğe sahip olduğunu görürüz. Babasının onaylamadığı âşığıyla kaçacak ve gelinliğiyle mezarlıkta bekleyecek kadar cesur, bir o kadar da talihsizdir.

Victor, Emily ile yanlışlıkla evlendiğinde değişim yolculuğu başlar. İlk kez onu sürükleyen dış etkiye kapılmaz, hileyle de olsa kendini ölüler dünyasından kurtarmaya ve eski hayatına dönmeye çalışır. Nihayet sözüne sadık olmayı ve ölüm iksirini içmeyi kabul ettiğinde cesaret sınavını tamamlar.

Emily ise saf kalplidir, yaşadığı büyük hayal kırıklığı bir başka kırıklığa katlanamayacak kadar saflaştırmıştır onu. Victor’ın en basit yalanlarını bile anlamaz. Onu sevmediğini anlamaz. Daha doğrusu içten içe bilse de kabul etmek istemez. Ona gerçeği söylemeye çalışan kurtçuğu kafasından çıkarıp karlara atar.

Ölü gelin aslında Victor’a âşık olmamıştır… Sadece kalbi kırıktır. Yarım kalan hayalini tamamlamak ister. Bu uğurda, bir ceset olmasına rağmen, yaşayan biriyle evlenmeye çalışır ve bunun mümkün olmadığını anlamayı reddeder.

Öte yandan, Victoria da ilk kez ailesinin karşısına çıkmaya cesaret eder. İlk adımı deli yaftası yemesine rağmen annesi ve babasına, nişanlısının bir cesetle evli olduğunu anlatmaktır. Daha sonra kilitlendiği odadan kaçar ve rahibe, ölümle ilgili genç bir kadın için uygun görülmeyen sorular sorar. Lord Barkis’le evlenmek istemediğini söyleyebilir.

Victoria ve Victor paralel karakter gelişimleri geçirir. Pısırık ve ne istediğini bilmeyen kişilerden; cesur, aşkına sahip çıkan ve kendini ifade edebilen karakterlere dönüşürler. Böylece kavuşmayı hak ederler.

Emily ise büyük hüznünden, ancak o hüznü hazmedebildiğinde özgürleşir ve hafifleyerek mavi kelebeklere dönüşür. Son sınavını empati kurarak ve kendine yaşatılanı başkasına yaşatmayarak vermiştir. Emily için mutlu son yokmuş gibi görünür ilk bakışta fakat onun mutlu sonu, ay ışığına karışan kelebeklerin temsil ettiği huzurdur.

Film izleyenlerde kalp sızısı bırakarak olması gerektiği gibi biter. Tekrar tekrar izlenir mi? İzlenir…

6 Beğeni

Ben izledim ama biraz Ford reklamı kokuyordu sanki…

2 Beğeni

Megamind

2010 yapımlı bu animasyonu seneler önce izlemiştim ancak Instagram’da izlediğim bir edit yüzünden tekrar izlemek zorunda kaldım. Zorunda kaldım diyorum çünkü edit nedense çok hoşuma gitti. :rofl:

Kötü karakterimiz Megamind ve iyi adamımız Metro Man sürekli rekabet eder ve her seferinde de Metro Man kazanır lakin birgün Megamind’ın yaptığı bir plan sayesinde tüm işler tersine döner ve olaylar gelişmeye başlar. Kesinlikle izlenmesi gereken bir animasyon.
Hafızam silinse de tekrar izlesem dediğim filmlerden.
10/10

3 Beğeni

Cha Cha Real Smooth

Dün akşam izlediğim çok tatlı, keyifli ve duygusal bir film. Cooper Raiff hep merceğimin altında olan bir yönetmen. Film, 22 yaşında kendini arayan ne yaptığını çözmeye çalışan bir genç erkeğin etrafında dönüyor. 24 yaşında biri olarak filmin her dakikası bana ayrı dokundu diyebilirim. Gerçekten bu arayış hatta bu çöküş diyeyim çok güzel izleyiciye aktarılmış ve 20’li yaşlarını yaşamış, yaşıyor olan hemen hemen herkesin bu süreci yaşadığını tahmin ederekten söylüyorum ki herkes filmi izlerken benimle aynı hisleri yaşayacaktır.
Dakota Johnsnon takip ettiğim ve neredeyse gündeme geldiği her filmi izlediğim nadir kadın oyunculardan bir tanesi. Zaten bir noktada filmin bu kadar etkili olmasının nedeni Johnson ile Raiff’in samimi oyunculuğudur benim gözümde.
Bu mesajı gören herkesin bir şans vermesini öneriyorum.
Puanım: 8/10

The Wonderful Story of Henry Sugar

Wes Anderson benim için çok belirsiz bir yönetmen. Belirsiz derken kesinlikle başarılı bir yönetmen aksini iddia etmiyorum sadece tarzı olsun, işlediği konular, sinematografisi bana her zaman hitap ediyor diyemem çünkü çok farklı. Başarısının bu farklılığının eseri olduğunun da farkındayım ve kendisine bu yüzden saygı duyuyorum. Çok beğendiğim filmleri de var hiç sarmayan ve ortada kapattığım filmleri de var. O yüzden hep bir tedirginlikle başlarım Wes Anderson filmlerine. Fakat bu Netflix işbirliğinde ortaya konulan kısa filmlerinin neredeyse hepsini beğendim. İzlerken keyif aldım. Zaten kısa filmler bu sebeple vaktinizi de çok almaz, izleyin derim. Film yorumu değil de yönetmen yorumu oldu ama olsun :smile:
Puanım: 7/10.

7 Beğeni


Son yıllarda izlediğim en iyi Cem Yılmaz filmi, oyunculuğu. Ezilen ama iyi biri olmaya çalışan bir adamı anlatıyor. İlk kısa filmi de ben birçok insanın aksine beğendim .

7 Beğeni

Filmi ben de oldukça beğendim. Güzel bir iş çıkarmış bence de.

1 Beğeni

luckiest girl alive taze izledim .Başarılı bir dram gerilim filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz ama sizi rahatsız edebilecek ya da tetikleyebilecek bazı unsurlar var (bknz taciz gibi) .Fakat filmin kurgusu insanı içine çekip acaba ne olacak diye sonraki sahneyi merak ettiriyor bu yüzden sürükleyici diyebiliriz.Başrol karakterimizin de film içindeki duygu değişimlerini “şiddetli” biçimde hissediyorsunuz

1 Beğeni

Yaklaşık 3.5 saat uzunluğunda bir filmdi. Konusu, filmin adıyla doğrudan alakalı. De Niro ve DiCaprio isimlerine nazaran gitmiştim. Pişman mı oldum, hayır. Değdi mi, hayır. Sinemada mı izlemelisiniz, hayır. İzlemeli misiniz, izlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz. Spoiler vermeden anlatmam gerekirse şunları ekleyebilirim: De Niro ve DiCaprio abilerimiz dayı-yeğen rolünde karşımızda. Filmin ana kahramanları Kızılderililer. Topraktan petrol fışkırıyor. De Niro dayımız da bundan dolayı yatırım yapıyor köye. Yakınlarında bulunup pay koparabileyim diye. Yeğenini de bu aileye girmesi için yanına çağırıyor ki paralar kendi tarafına aksın. Köy halkında da şeker hastalığı var. Tek tek gidiyorlar. Bazıları hastalıktan bazıları ise cinayetten. Amaç neydi parayı yasal olarak kendi tarafımıza akıtmak. Bu nasıl olacak? Evleneceğiz ve vasi olacağız. DiCaprio da birini buluyor evlenmek için AMA gerçekten seviyor… Yazdıkça daha da fark ettim ki ortalama bir filmmiş. Ayrıca fragmanında bir tane eleştirmen yazıyor ki ‘‘DiCaprio’nun kariyeri boyunca en iyi performansı’’. Filmi izledikten sonra bir yerlerimle güldüm. DiCaprio kesinlikle kötü değil. Ama en iyi olacak kadar da performansı yok. Çünkü senaryo ona izin vermiyor. Öyle sahneleri çok az


Özetle, konu yukarıda ama beğendiğim şeyler aşağıda:

Senaryo beni adım adım finale götürdü. Şipşak olmadı hiçbir şey. Derinlemesine işledi karakterleri ve hikâyeyi. Oyunculuklar zaten kaliteli. Atmosferi iyi yansıtmışlar. Yönetmenliğini Martin Scorsese yapıyor ki kendisi Taxi Driver, Shutter Island, The Irishman gibi bence MÜTHİŞ filmleri yönetmiş biri. 80 yaşında ve hâlâ kafasını yorup başarılı işler çıkartabilmesi takdirimi kazandı bir kez daha. İşin özeti budur dostlar…

8 Beğeni

Groundhog Day (1993)

Arada bir sürü animasyon izledim ama Filistin krizine kapıldığım için böyle ufak yazılar yazamadım haklarında.

Groundhog Day ya da Türkçedeki adıyla Bugün Aslında Dündü’yü ilk vizyona girdiği tarihten beri ara ara izlerim. Bir senarist olarak çok kıskandığım bir senaryodur. Yazmış olmak isterdim. Bu vesileyle Danny Rubin, Harold Ramis ikilisine teşekkür de edelim.

Film, kabaca, bir hava durumu sunucusunun sinikliğinden kurtuluşunu ve aşkı buluşunu anlatıyor. Bu yolda, eşsiz Bill Murray aynı günü tekrar tekrar yaşıyor. Aynı günü toplam kaç gün yaşadığıyla ilgili internette bir takım spekülasyonlar mevcut. Bence on yılın üzerindedir.

İzlemeyen kalmasın. Şu anda BluTv’de oynuyor.

12 Beğeni


Filmi çok beğendiğimi söyleyemem, hayata baktığı yeri sevmedim belki gösterdiği oydu aslında onu bilemem. Sanatsal açıdan güzel olabilir, anlattığı beni çok etkilemedi, çekmedi. Nuri Bilge Ceylan izlemek sinamada keyifli birşey ne olursa olsun. Kayadan bidona akan az bir su sahnesi özellikle sinemada tuvalete sıkışmış birini özellikle bu kadar uzun bir filmde etkiliyor açıkçası kötü yönde .:slightly_smiling_face:

4 Beğeni

The Boy and the Heron (2023)

Filmi sinemada izledim ve ilk kırk dakikası boyunca, salondaki mısır patlağı ve kola rezervleri tükenene kadar işkence çekip hiçbir şey anlayamadım. 150 lira havaya uçtu desem yeridir. Bütün salonda sanki tekrarlayan bri bant kaydı gibi patlamış mısır hışırtısı ve çeşitli aralıklarla açılan kola sesi vardı. Tek kelimeyle iğrençti.

Filme gelirsek, mısırı aşıp da izleyebildiğim kadarıyla Grave of the Fireflies’a [Ateşböcekleri’ne] tersten bir yaklaşım sözkonusu gibiydi. Sanki baş kahraman Grave of the Fireflies’dan bir yola çıkmış da 40 yıl sonra bu yol The Boy and the Heron’a varmış gibi.

Çekici ve oylumlu bir film. Sinemalarda.

4 Beğeni

Rezaletti. Bu kadar.

4 Beğeni

Ciddi misiniz? Beklentim yüksekti :pensive:

1 Beğeni