Oyuncu listesini görüp de kara komedi olduğunu öğrenince hemen izlemeye koyuldum. Böyle kalabalık kadroların yer aldığı filmlerin duyulmamış olması pek nadirdir. Bu da onlardan biri. Konu da şahane: Bankaya tüm servetinden kurtulmak için giden dulumuzun hikayesini son çare aradığı psikiyatrın ofisinde dinliyoruz. Tek amacı Thoreau’nun öğretisi doğrultusunda basit bir yaşam gütmek ve paranın getirdiği sıkıntılardan olabildiğince kaçınmaktır. Fakat kocalarına verdiği nasihatler sonrasında hayatı istemediği biçimde değişecektir.
Kadroda yer alan Mary Poppins aktörü Dick Van Dyke (1925) ile birlikte kendisi de hâlen hayatta olan Shirley MacLaine (1934), film boyunca efsane kostüm tasarımcısı Edith Head’in maharetini sergilediği kıyafetlerle şov yapıyor ve görüldüğü üzere bayağı eğleniyor. Evlilikleri resmeden kısa filmler, sessiz sinema, Fransız Sineması, Douglas Sirkvari eski Hollywood Filmleri ve Hollywood müzikalleri ile film içinde film tadı sunuyor, tabii koreografide kadroda yer alan Gene Kelly’nin parmağı var. Modern sanat hicvi özellikle akılda kalırken, dekor ve kostümlerin kendi dönemi olan 60’ları da gayet iyi yansıttığını söylemekte yarar var. Newman’ın karakteri Larry Flint olarak sahneye çıkınca hemen Flynt olanını aratmak ihtiyacı duydum, filmden 1 sene sonra, 1965’te iş yaşamında aktif olarak görünüyordu, zaten yayın sektörüne girmiyor kendisi. Teknolojinin kullanımı da bir Modern Times olmasa da yine "Ealing Komedileri"ni ansıtır şekilde gülümsetiyor.
Velhasıl, dönemdaşları Gambit (yine MacLaine, Caine ile birlikte, 66) veyahut How to Steal a Million (Audrey, 1966) az çok bilinir iken bu filmin reklamının hiç yapılmıyor olması, dahası John Wick 4 vb. filmlerin %100’e yakın puanlandığı Rotten Romatoes’te eleştirmen beğenisinin %18’de kalması (zaten izleyenlerce topa tutulmuş) sinemadan ne beklendiğine dair şu dönem için soru işaretleri yaratıyor. Bu beyaz perde tanrıları ve tanrıçaları artık yoklar, bazı filmleri sadece onları seyretmek için izlersiniz - ki romantik komedi ve (kara) komedi Hollywood’un şablonunu en iyi oturttuğu ve şaşmadığı sürece kötü film çıkarmadığı yegâne türdür. Bugünün Chalamet (Dune), Austin Butler (Elvis) gibi tercihlerine maruz kalan seyircinin/eleştirmenin şu adamları bir arada keyifli bir filmde görüp de zevk almaması ancak işi para için yapıyor olması ile açıklanır, bilgi kirliliğinden uzak durmak için, her zaman dediğim gibi, kendimiz izleyip kendimiz çoğaltıp bu havuz içinde kıyaslama ve değerlendirme yapmalıyız. Sinema eleştirmenliği güvenilir liman olma titrini çoktan kaybetmiştir. Yedinci sanat, son doğan (çocuk) olmasına rağmen öksüz kalmıştır. Sight & Sound 10 yıllık seçkilerinin son birkaçı bunu bağıra bağıra haykırmaktadır.
Bu film için 2023’ün iyi filmlerinden diye okudum. İzledikten sonra kartellerin ne kadar güçlü olabileceğini gördüm. Film sıradan bir röportaj filmi, fazlası değil. Filmin sonu başından belli oluyor. Hiç öyle uzun uzun bahsetmeye gerek yok. Kartel olarak bahsettiğim ise tütün karteli. Abartmıyorum filmin baş rolünde tütün ürünleri var. Tam bir ürün yerleştirme filmi, tütün ürünleri reklamının içine motorsiklet külüplerini koymuşlar. Her sahnede her yerde görmekten bıkkınlık geliyor insana. Sadece göstermek şeklinde değil, biz de dizilerde nasıl bakışma varsa burada tütün ürünleri sahnesi var. Yakma, nefes alma verme ve konuşurlarken sürekli ekranda durması. Galiba filmin sponsoru tütün karteli. Film bu sahneler olmadan güya konusu diye bahsedilen motorsiklet kulüplerini net bir şekilde anlatsa filmin süresi yarısına kadar bile düşebilir.
Eğlenceli, komik, cameo cümbüşü ve nostaljik dokunuşlar bir Deadpool filminden beklediğiniz her şey var. Bazı cameo’lar izleyenleri fazlasıyla mutlu edecek hem de şaşırtacak. Film hikaye anlamında çok iyi hizmet edemese de sizi tatmin edecektir.
7/10
Spoiler;
Gambit harika gözüküyor. Wolverine’ni nihayet kostümlü ve maskeli görmek ise şahane.
Bir arkadaşımın tavsiyesiyle göz atayım dedim. Youtube’da önce fragman, sonra final sahnesi izledikten sonra “herhalde tırsınçmış” deyip birkaç gün beklettim; ta ki dün gece sıcağında uykusuzluk çekene kadar. Telefondan seyrettim ve bu iki videoda zaten her şeyin verilmiş olduğunu gördüm. Böyle herkesin güldüğü bir video oyunu da vardı ancak tema pek çok filmde kullanılmakla beraber, final direkt Fallen ve The Thing prequel. Herhalde her on senede bir nesil değişmiştir umuduyla yineliyorlar bu tür klişeleri. Filmin en büyük heyecanı Fallen’ı hatırlamak ve yeniden seyretmek isteği oldu (bir süre bekletecek olsam da). Makyajları utanılacak derecede kötü buldum. Film daha iyi olabilirliğiyle beraber, bu tür klişelere aşina olmayan seyirci için eli yüzü düzgün olmaktan öte keyif verecektir. Ben alamadım. The Ring gibi korkutmadı da. Hatta finali geçtim, aralarda jump scare’lere yüzünü veren "misafirler"i IT’ten tutun da The Shining’e kadar yine görmüştük. Yeni neslin de aşina olduğu numaralar. Yine de Longlegs’ten iyi olduğuna dair bir önsezim var. Lakin The Omen prequel’inden iyi değil. Muhtemelen Rosemary’s Baby prequeli de bundan iyi çıkacak. Neyse işte… “Why so serious?”
Bayadır sinemaya gitmiyor ve evde dahil pek film izlemiyordum. Sonunda sinemaya götürecek bir film çıktı ve gidip Deadpool & Wolverine filmini izledim. Çok başarılı buldum ve 3 Deadpool filminden en beğendiğim de bu oldu sanırım. Özellikle herkesin bahsettiği cameolar gerçekten de çok sevindirdi. :d
Prime videoda denk gelip seyrettim. Feci tırt bir filmdi. Ne bir mantık, ne de kendi içinde en ufak bir tutarlılık kırıntısı yok. Habire aynı şeyleri, aynı şekilde ısıtıp ısıtıp izleyicinin önüne koymalarındaki mantığı çözemiyorum.
Bir süredir kötü bir ruh halindeyim. Gerçi pandemiden beri inişli çıkışlı bu durum. Oyun oynamayı,kitap okumayı, dizi izlemeyi bıraktım bir süreliğine. En sevdiğim filmi yeniden izlemek istedim. Film bütün duyguları yine bana çok güzel hissettirdi. Müzikler çok hoş. Kendimden çok şey buluyorum bu filmde. Özellikle sonlara doğru ağlamadan duramıyorum. Aşk kısımları kadar aile olan ilişki kısmı da kalbimi parçalıyor. Filmin yeteri kadar ilgi görmediğine inanıyorum.
“I’ll protect you from the hooded claw.Keep the vampires from your door.”
Çıktığı günden beri çok merak ettiğim ve aylarca internete düşmesini beklediğim bir filmdi. İki başrol de en sevdiğim oyuncular arasında.
Aylar sonra izleyebildiğimde beklentilerimin çok üzerinde bir senaryoyla karşılaştım ve duygusal anlamda beni de çok etkiledi. Çok değerli ve gözden kaçan bir yapıt, forumda izleyen görmek beni çok sevindirdi.
Her birkaç senede bir izlediğim bir film. Stephen King’in aynı adlı öyküsünü henüz okumadığım için film hikaye ile ne kadar örtüşüyor bilemiyorum ama benim çok beğendiğim bir tek mekan filmi. Walking Dead oyuncuların yarısını bu filmden almış Andre Braugher’ı da malesef yeni kaybettik Dizisi de var ama ilk yayınlandığında birkaç bölüm izleyip bırakmıştım. Belki sonra tekrar bakarım.
İlk kez NBC filmi izledim. Kış Uykusu yönetmenin en önemli eserlerinden biri olarak görülüyor ve abartıldığı kadar var ama abartıldığı kadar iyi değil. Sinematografik anlamda edecek tek söz yok fakat diyaloglar… Diyaloglar çok iyi ve düşündürücü fakat bağlama yedirilememiş. Çünkü o entelektüel cümleleri kuran grinin binbir tonundaki karakterlerin o coğrafyayla hiçbir alakası yok. Bu kadar iyi yazılmış entelektüel, gri, düşünür, estetik kaygıları olan karakterin bu küçük coğrafyada birbirini bulabilmesi de ne büyük şans olmuş öyle.
Nevşehirliyim ve 40 sene Nevşehir’i gezsem dolaşsam bu elitlikte bırak 3-4 kişiyi aynı odada görmeyi, 2 kişiyi aynı çevrede bulamam. Buna asi ve ayyaş köylü İsmail (Nejat İşler) de dahil. Ondan bile bir elitlik akıyor, hiç gerçekçi değil. Cem Yılmaz’ın tabiri ile Yeşilçam’ın müthiş bir İstanbul Türkçesi ile konuşan mafyaları minvalinde bir çiğlik var.
Yani NBC sinemasına attığım ilk adımda ciddi bir samimiyet eksikliği hissettim. Anadolu bu değil. Benzer senaryo orta sınıf İstanbul insanlarının olduğu bir şehir bağlamında geçse bile daha samimi hissettirirdi. Yani görsel şölen eşliğinde düşündürücü diyaloglar kurulmasına rağmen bu yerli filmin içinde hissetmek -memleketimde geçmesine rağmen- oldukça zor. Bu denli “yerel unsur eksikliği,” Anadolu’yu bir değil birden fazla kez resmeden bu kadar usta bir yönetmen tarafından nasıl göz ardı edilmiş hiç anlam veremedim. Anadolu bağlamında geçen diğer filmleri de böyle mi bilmiyorum, umarım değildir yoksa gerçekten popüleritesine birazcık şaşırmaya başlayacağım.
Bu duruma şaşkınlığım haricinde gayet keyifle izledim.
George C. Scott’lu The Changeling tadı aldığım film. Bizde beğenilmemesinde ana sebep Maxine dışındaki karakterlerin -ki yarım düzine tanınmış oyuncu boy göstermekte (Kevin Bacon, Giancarlo Esposito, Michelle Monaghan, Bobby Cannavale, Elizabeth Debicki, Lily Collins)- bomboş yazılıp oynanması. Bir tek yönetmen rolünde Debicki’ye biraz alan tanınmış. Fakat bu filmin kötü olduğunu göstermiyor. Ilk filmin aksine, bu halkada Maxine öne çıkarılmakla kalmamış, Marlene Dietrich’in Sternberg filmlerindeki gibi, yüzüne tam giden saçlarıyla, çillerine boğulana değin yakın plan çekimleriyle parlatılmış. “Bu kadar gerçek görünüp de bu kadar sahte olan” setlerde gezinti bile filmin sinefiller için keyifli bir buçuk saat geçirilmesine yetiyor. Ancak bir film elbette kötüsü kadar iyidir. Zaten dişli olan karakterimizin karşısına konan kötü maalesef mesaj vermekten öteye gitmeyen bir tercih olmuş, bunun yerine tarantinovari bir seçimle Ted Bundy vb. Bildik bir katil tercih edilip alternatif gerçeklikle Maxine’e yem edilse çok daha leziz olurmuş.
“Iyi oyuncuydu ama asla bir star olamayacaktı” denilen Lily Collins karakterinin aksine, bakalım Mia Goth şeytanın bacağını kırıp, bu janrada sınırlı kalsa da, on yılın ikonalarından birine dönüşebilecek mi? Şahsi kanaatim yüzünün buna müsait olduğu yönünde. Umarım daha güzel projelerle (bunlardan ikisi Blade ve Del Toro’lu Frankenstein görünüyor) “en değerli” zamanı iyi kullanır.
Yergili not: “30 yıllık” polisin ve ortağının “vasat kötü” karşısındaki performansı komedi düzeyinde, tempoyu düşürmekle kalmıyor, filmin kendisini ciddiye alıp almadığı konusunda -onca mesajdan sonra- soru işareti yaratarak finali daha da baltalamış oluyor. Senaryo ve kurgu zayıf, ancak dediğim gibi, Shanghai Express de kötü filmdir ancak Marlene’in fotoğraf çekimi işlevini görür biçimde güzelliğine ağıttır. Bu filmi de poor man’s “Once Upon a Time in Hollywood`” olarak işleyip Mia Goth’a hayran mektubu hüviyetiyle değerlendirmek gerek. Bunun için de sinemaya âşık olmak lazım gelir.
Bazen temposu artsa da genel olarak sakin bir filmdi. Belki süresi biraz daha az olabilirdi. Tibet kültürüne dair çok şey görebileceğiniz güzel bir Brad Pitt filmi.
Filmin benim için artısı: “Athos” Tom Burke sürprizi.
Filmin tek eksisi: Kurgu. İnişin başladığı "Çorak Topraklar Savaşı"ndan itibaren iki bölümde dış anlatıcı dümeni devralıyor. Buralar, HBO’nun paradan kıstığı Rome ve GoT muharebelerinden tutun da, Asterix ve Kleopatra’nın pataklamaya sıra geldiğinde ıstakoz belgeseli sunumu mizahına değin, seyircide kurgu tembelliği hissi uyandıran kötü ve komik tecrübeleri anımsatıyor. Barbarians Rising gibi belgeseller bile bu yönden çok daha cesurdu. Buna Valhalla, hayat ağacı ve kırmızı pelerin ile Thor göndermeleri de eklenince, yükselmek yerine düşen tempo çok daha göze batar hale geliyor. Sanki zaman yetmemiş yahut film uzun bulunmuş da son düzlükte fazlaca sahne kesilip yerine bu anlatı konulmuş. Bunun daha rezilini Scorsese’nin Killers of the Flower Moon’daki radyo anlatımında görmüştük.
Bunun dışında film sapasağlam bir aksiyon anlatısı. Fury Road’un haddinden fazla beğenilmesine ne kadar şaşırdıysam, bu filmin gişede ve yorumlarda bu kadar gömülmesine de o kadar şaşırdım (Barbie’nin 1.5 milyar dolar hasılat yapması). Gayet eli yüzü düzgün, akıcı bir film olmuş. Hemen hiçbir repliği bulunmayan çocuk oyuncu beğenilmiş ancak yüzünde CGI ile oynamalar yapıldığı fark ediliyor. Hemsworth ve Joy rollerinde sırıtmıyor. Görsellik yine üst düzey, teknik alanlarda Oscar ödülü gelirse belki bir umut devam filmlerine kapı aralı kalabilir. Streaminglerden dönüş de önemli (eskinin video etkisi).
Filmin dumuru: Kel, grotesk çocuk savaşçı.
Filmin torpili: Hemsworth’un eşi kontenjanından Elsa Pataky.
Filmin "Joanne Samuel"i: Charlee Fraser. (sinefil bonus)
Filmin karne notu: “Öğretmenim bir (esasında iki) puan daha eklerseniz takdir alacağım” öğrencisinden hallice.
Netflix’de denk gelip ilzedim. En son 90’larda televizyonda izlemiştim. Buna rağmen senaryosunu hatırlamasam da çoğu ikonik sahnesi aklımda kalmış. Yine çok gülerek izledim. Keşke 2. filmi de Netflix’de olsaydı.
Bu yılın izlediğim en iyi filmi. Fede Álvarez bence müthiş bir iş çıkartmış. İlk Alien filminden beri izlediğim en iyi iş. Ben öncel film olan Prometheus’u da çok severim. Bu film tutarlılık açısından ondan da iyi.
Direkt spoiler vermeyeceğim. Sadece hangi işlerle bağlantılı onu yazacağım.
Filmimiz 1979 yılında çıkan ilk filmimiz başta olmak üzere Prometheus ve az biraz Covenant filmiyle bağlantılı. Pastanın süsü ise Alien Isolation oyunu.
Yılın en iyi işlerinden biri daha. Hikaye bağlamında Alien filmlerine bağlı ve güzel dokunuşlara sahip bir film. Efektler ve ses kullanımını oldukça başarılı. Uzayın karanlık boşluğundaki gerilimli bu yolculuğu izlemenizi tavsiye ederim.