En Son İzlediğiniz Film?

Ben de filmi dün izledim ve Alien ve Aliens’dan sonra 3. sıraya biraz düşünerek koyarım bu filmi. Alien 3 ile çok yakın ama.

Filme gelince ilk yarısı şahane ama sonrasında niye diyeceğim 1-2 ufak ama benim canımı sıkan sorunlar geliyor.

  1. Ian Holm’u CGI ile koymuşlar göndermedir sorun yok diye düşünürken konuşturdular da konuşturdular. Ekrandayken ya da hareketsiz ilen sorun yok ama yüzü bir garip olmuş baktıkça gözümü tırmaladı. Tırmaladıkça daha çok konuştu. Gönderme olarak bıraksalarmış keşke. Ya da yüzünün yarısı da eridi deyip daha az tanınır yapsalarmış.
  2. Chestburster tüm sevimliliği ile ortaya çıktı ama hem çok erken çıktı hem de çok hızlı büyüdü. Biraz aceleye gelmiş orası sanki. Ne bileyim karakterler bayılsaymış da 7-8 saat sonra uyansaymış. Asyalı kızımız enfekte olunca 10 dk da değil de bir kaç saat sonra doğursaymış. Biraz canımı sıktı ama 3d printer’ın marifeti vs diye açıklasalarmış en azından.
  3. Şu hibrit huyundan vazgeçseler keşke. Alien 3’ten beri aynı muhabbet.
  4. Göndermeler tadında olunca güzel. Bazı sahnelerde tadında bıraksa on numara olacakken zorlayarak devam ettirmeleri biraz filmden kopardı beni. İlk iki alien filmini daha iyi hatırladığım için ondaki referanslar benim için daha netti. Lab kısımlarında Prometheus göndermeleri olsa da filmde kendi açıklamalarını yaptığı için bana çok sırıtmadı.

Seriye bu tatta devam ederlerse ve gönderme dozunu iyi ayarlarlarsa 10 numara olur. İnternete iyi kaliyeli düşsün bir daha izlerim ben bu filmi. Alien heyecanımı arttırdı açıkçası.

4 Beğeni


Yedi Samuray

Akira Kurosawa’nın 1954 yapımı bu filmi, dönem kurgusu yapmak için öyle çok kuvvetli bilgisayar efektleri, bütçe vs. gerektirmediğinin, asıl önemli olanın ruh olduğunun iyi bir göstergesi bana göre. Sinema tarihini ne denli etkilediğini belirtmeye de gerek yok zaten.

Filmin atmosferi gerçekten çok kuvvetli. Hemen içine çekiyor. Oyunculuklar aşırı iyi, özellikle Toshiro Mifune abi çok büyük oynamış. Zaten bu filmden sonra efsaneleşmeye başlıyor.

Dönemin Japonyasında dönem alt tabaka insanlarının çektiği yokluğu, sefaleti çok iyi ve gerçekçi bir şekilde betimlemişler.

Karakterlerin öyle çok derinine inmese de hemen bağ kuruveriyorsunuz.

Aksiyon sahnelerine 70 yıl sonrasından bakınca aşırı basit kalıyor ama filmin ana odağı zaten aksiyon değil. Film o kadar iyi ki bunu çok umursamıyorsunuz.

Film gerçekten çok hoşuma gitti. 95/100 çalışır.

6 Beğeni

Kurgu masasından yanlış tedaviyle kalkmış bir film daha var karşımızda. İlk 20 dakika bomba gibi, Rambo’nun İlk Kan’ı gibi başlıyor. Mafya liderini hapse gönderen kuzenini transferine bir saat kala kefaletle dışarı çıkarmaya çalışan kahramanımız polis tarafından durdurulur ve parasına el konulur. Bu sefer karşımızda Vietnam gazisi değil, daha önce sokak kavgasına bile karışmamış yakın dövüş sanatları askerî uzmanı var ve bu tür filmlerde çok rastlamadığımız üzere hemen her durumu kurallara uygun şekilde halletmeye çalışıyor. İlk ve son yarımşar saat su gibi akıp kendini izletiyor ancak bir orta bölüm var ki görmelere seza. Kurguda ne atılır, ne bırakılır, ders niteliğinde izletilecek on bininci film olarak sırada yerini alıyor. Ben o arada -bir ara meylettiği- Prison Break’i açıp kalanı sonraya (bugüne) bıraktım. Dediğim gibi, ne yöne gideceğini karıştırmış bir film. Kirli polisin yarattığı “komplo” da benzerlerine nazaran okul müsameresi tadında. Disney çektirmiş olsa “çocuk filtresi” der, anlardım, bu türde bu denli naif, yumuşak bir işleyiş ben ne gördüm ne duydum. The Great Silence westernini düşünüyorum da… Bitişin dinginliği bile kendi bünyesine ihanet. Sürprizler de pek yok, kimin taraf değiştireceği vb. önceden size telefon açıyor.

Oyunculara değineyim, James Cromwell cameo parasını alıp çıktıktan sonra, elimizde bir adet botokslu Don Johnson, bir adet büyümüş de saç kısaltmış Charlie’nin çikolata sevdalısı AnnaSophia Robb, bir adet de erkeklerde nadir görülen “thousand cock stare” bakışlı, renkli gözlü zencimiz var (afro tafra siyahi amerikan). James Bond rolüne aday gibi haberlere itimat etmeyin, yok öyle bir kumaş. Keanu Reeves’in robotik zencisini yapalım demişler, başaramamışlar. Filme adını veren bölgedeki final çarpışmasını başka zamana bırakarak veya orta bölümü sararak filmi bitirmenizi tavsiye ederim yoksa yarım kalması işten değil. Law Abiding Citizen rezilliğini getirdi aklıma. Neyse.

İlk 20 dk First Blood nostaljisiyle 10 puan,
Sonraki 10-15 dk Fırtına sessizliğinin devamı ve Prison Break beklentisiyle 9 puan,
Orta bölüm “Planım kalmadı” repliğiyle özetlenen sıkıcı geçişle 5 puan,
Son yarım saat “Rebel Ridge’yi bilir misin?” sorusuyla fikir özetini açık eden finalle 7.5’tan 8 puan.

Filmi 2 saat 10 dakika süreyle önümüze sunan kurguya 0 puan.

90 dakikalık şahane bir kurgu çıkar yine burdan. Director’s cut’u tersine çevirip böyle bir akım başlatsalar keşke. Uzun süresiyle rezil rüsva olan filmleri daha iyi biçimde izleme şansımız olur.

Neyse. Subliminal verdiğim reklamı bir de alenen vereyim:

Hiçbir şekilde eskimemiş ilk sezonuyla Prison Break’i izlemiş/izlememiş herkese yeniden tavsiye ederim. 7 bölümü 3 gecede devirdim, gayet akıyor hâlen. Grev kurbanı 3. sezon ve sonrası olmasaydı keşke. O dönem yazdığım gibi, sayesinde Lost’un kıymeti anlaşıldı, dip nokta bulundu, çıtalar yükseltildi. 20 yıl sonra belki yeniden izlemek üzere, seyir döngüsü #2 sırası Fox River sakinlerine gelsin.

7 Beğeni

Daha önce izledim mi ben bunu diye düşünüp durduğum film. Sonu harikaydı. Kendimce daha da uzun bir inceleme gelir mi bilmem. :slight_smile: Gelirse paylaşırım.

8/10

4 Beğeni

Kozmik korkunun iyi işlerinden yanında body horror da hediyesi.

Dizisi gelecekti gelemedi malesef.

2 Beğeni

Surprise!

1933 uyarlamasını Universal Monsters serisi içinde ayrıksı bir yere koyarım. Bu filmi de (Hollow Man gibi) vasat bir yeniden çevrim olacağını düşündüğüm için yakın zamana kadar izleme düşüncem yoktu. Neden sonra sırası geldi ve dün gece izlemeye koyuldum.

Film bomba gibi başlıyor, Halloween yahut Dr. Jekyll & Mr Hyde (1931) gibi, ancak karakterin gözünden olması yönünden değil, bizi neyin beklediğini özetler şekilde, kısa film tadında bir sekansla: Burada püf nokta, "Yatağımdaki Düşman"ın görünmezliğe sahip olup olmadığını bilmemek ve ne zaman harekete geçeceğini tırnakları yedirir lezzette heyecanla bekletmek. Bunu çok iyi başaran film, yakaladığı tempoyu uzun süre doludizgin sürdürüyor, bir ara tökezler gibi olsa da, zekice dönüşlerle toparlamayı başarıyor ve bir klasiği layıkıyla bambaşka bir forma dönüştürmenin takdirlerini kazanıyor.

En başta, Damızlık Kızın Öyküsü, Mad Men gibi yapımlardan yüzünü tanıdığımız Elisabeth Moss, şu günlerin vasat hasadında Oscarlık bir iş çıkarmış. Film bir “gaslighting” filmi ve kadın oyuncunun bu denli başarıyla işin altından kalkması filmi de sırtlıyor. Ingrid Bergman’ın Gaslight’ta, Eleanor Parker’in hapishane koğuşunda Caged’de yükselttikleri çıtayı yakalar bir performans sunuyor. Diğer karakterleri de kendisi oynasa yoklukları hissedilmezdi, oyunculuk kısmında övülecek başka bir yan yok. Senaryo gayet iyi yazılmış. Mantık hataları vb. akışı bozacak nitelikte olmadığından bahse değer bulmuyorum. Görünmezlik mefhumunun günümüz seyircisi için “fantastik” bulunabilirliği yüzünden zaten modernize edilmeye gidilmiş. Memnun kalacaklardır (benim için fark etmezdi). Bilimadamının “ışık” konusunda uzman olduğunu söylemek yeterli.

Yaratıcı ekibe gelirsek, filmdeki kurgu şirketin paylaşıldığı Upgrade filmini de çektikleri ve fragmanını izlediğimiz Wolf Man’i de çıkardıkları güzel bilgiler. Bu filmin sonunda özgün seride yine ayrıksı bir yerde duran Invisible Woman’a göz kırpılması da hoş bir detay. Chucky’den Candyman’e, kurbanın suçlu durumuna düştüğü “paranoya” filmlerinin boğuculuğundan hep dem vurmuşumdur. Bu film bu yönden güzel bir final yapıyor, onun da hakkını teslim etmek gerek.

Sinemanın en köklü türlerinden birinin klasiğini yeniden çekerken kaliteyi korumak ve bambaşka bir temayla beslemek, hepsinden önemlisi “karşıdaki karakterin gözünden” anlatmak şunca kötü remake’in ardından büyük başarı. The Mummy fiyaskosundan sonra “evren” yaratabileceklerini düşünmüyorum ama tek halka olarak dahi, görevini başarmış, açılabilecek kapıları göstermiş ve seyircisini memnun etmiş bir film olarak türün seyir defterindeki yerini alıyor.

4 Beğeni

Blair Witch’i yineleyen gözü yaşlı posteriyle antipati yarattığından uzun süre izlemediğim film, kara mizah öğelerini de barındıran, dönemdaşı Midsommar gibi “cult”, tarikat temalı, vasatın bir tık üstünde bir yapım olmuş: Lakin 7.8 gibi bir imdb puanını hak etmediğini düşünüyorum. Invisible Man bu filmden çok daha iyiydi. “Sana anlatmıştım” diye seyirciye yinelenen “travma” nedeniyle seçildiğini düşündüğüm kurbanımız ve ona zorlama gülümseyen karakterler sebebiyle “Smile” filminin senaryosuna da esin vermiş olabilir. Baş oyuncunun ağlaması gerektiği her sahnede gözyaşı akıttığı için role alındığını okudum. Bunca absürdlüğe verdiği normal tepkilerle, Moss’tan sonra, kazandığı adaylıkları ve ödülleri yine abartı bulduğumu eklemek isterim. Gerek Midsommar gerek bu film, vaktiyle Scream’de yapıldığı gibi, “dönemimizin de bir kültü olsun” ittirmesiyle, gereğinden fazla şişirilen yapımlar. The Wicker Man varken Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Keyifli bir eğlencelik, fakat asla herhangi bir listenin demirbaşı olabilecek kalibrede değil. Bu yazıdaki eleştiri de bu şişirilmeye karşı yapıldı, orta karar bir yapım olarak lanse edilse övgülerimi paylaşırdım. Şu halde, “get the f**k out!”

3 Beğeni

Sahne uyarlaması tadında bir filmdi, güzel yazıp yönetilmiş, popüler yüzler de seçilince ortaya seyirlik, dingin, keyifli bir film çıkmış. Sinema için küçük, Netflix için büyük bir adım.

5 Beğeni

Fragmanda vadettiği eğlenceyi sunamayan, yüzünüze kondurmasını beklediğiniz gülümsemeyi sempatik yıldızlarından bile esirgeyen bir yapım olmuş “Wolfs”. Killing Them Softly’den beri Pitt’in bu derece fare doğuran bir dağa tırmandığını görmemiştim. İkincisinin duyurulmasına gerek var mıydı, bunu ancak onu izlediğimizde göreceğiz.

4 Beğeni

Source Code

Benzerlerini çok kere izlediğimiz temada, akıcı bir seyirlik. Eksiği vardır, fazlası yok. Yerine 12 Monkeys tercih edilebilir.

2 Beğeni

Apartment 7A

Roman Polanski’nin "Apartman Üçlemesi"ne gönderme yapan ismiyle, Rosemary’nin Bebeği’nin öncül filmi uzun zamandır türün hayranlarınca bekleniyordu. The First Omen’in başarısı sonrasında yükselen beklentileri karşılamadığı söylenen filmi dün gece seyretme şansı buldum.

The Omen ve Rosemary’s Baby her zaman bir noktada birleşmesini istediğiniz, iki farklı yola sapmış benzer filmler olarak dimağda kalmıştır. Bu film aradaki farkı prequeller bazında kapatmış ve The First Omen seyircisine keşfedecek alan bırakmamış görünüyor. Filmin en başarılı olduğu, hakkının yendiği alanlardan biri kurgu. Film aksamadan, seyri koparmadan ilerliyor. Ancak gerildiğiniz tek sahnenin, sizi rahatlatması gereken, pişman olup kızımızı içinde bulunduğu durumdan kurtarmak isteyen komşu olması, bu noktadaki eksiği açıkça ortaya koyuyor. Dianne Wiest tercihi ne kadar güçlüyse, Julia Garner’ın bu role seçimi o kadar sırıtmış. Ne fiziği ne personasının bu zayıf karaktere yerleşimi oturabilmiş. Resmen, başrole seçildiği Madonna biyografisi için, dans sahneleriyle, hazırlık yapar gibi oynamış. Bu tutmayan kimya filmin bana göre en büyük eksisi. Geremeyişi ve kuzenine çekilen prequele öykünen tembel senaryosu ise diğeri. Yoksa başkaca, 5.8 IMDB puanına düşecek denli eksisi yok. The First Omen’in Netflix’e geldiğini de hesaba katarsak, onu izlemiş seyirci için keyfi bir tık daha aşağıda kalacaktır. Ancak sinefillere hitap edecek bir seyirlik olarak kalan yapımın birkaç da muadili var:

3 Beğeni

Megalopolis filmini izledim. Çok garip bir filmdi hiç hoşuma gitmedi.

4 Beğeni

Tam seyirlik bir film. Çok ciddi bir şey beklemeden eğlencenin dibine vurabilirsiniz. Ailecek izlenmemesini öneriyorum. Bolca küfür ve cinsel içerikli konuşmalar mevcut.

7.5/10

Zamanına göre oldukça iyi. İki usta oyuncu ile zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

7/10

4 Beğeni

Kısa kısa son zamanlarda izlediğim filmleri yorumlayayım.
The Mummy (2017)

Nerede Brendan Fraser’lı Mumya filmleri, nerede bu saçmalık. Filmi neresinden tutarsanız elinde kalıyor. Öncelikle orijinal mumya filmleri kendini çok ciddiye almadan hafif espri dozuyla çok güzel götürüyordu. Bu filmde ise hem espri hem kasıntı olma durumları var. Herşeye kadiri mutlak amerikalı görmekten midem bulanıyor.

Tom Cruise filmlerinde aksiyon sahneleri fizik kanunlarını zorluyor ama bu filmde saçmalık seviyesine ulaşmış. Ormandaki ambulans sahnesi falan artık iyice tüy diktikleri oluyor.

Lore hikaye falan çok vasat ve kötü. Vaktinize yazık. 5.4 imdb puanı Tom Cruise sayesinde, yoksa bu filmin notu 4 civarında.

65

Son zamanlarda bu kadar merak ettirici başlayan ama sonrasında potansiyelini rezil eden başka film görmedim. Hikaye çok güzel başlıyor, 65 milyon yıl önce dünyaya göktaşı çarpmadan önce başka gezegenden insanlar geliyor. Sonrasında çok devam etmeyeceğim ama böyle filmlerde sürekli bir düşman oluşturma, düşmanla savaşma olayı var. Dinozorlar size ne yaptı da böyle düşmansınız.
İkincisi böyle yetişkin erkek, küçük kız klişelerini beceremeyince rezil oluyor. Bu filmde kız doğu düzgün konuşmuyor saçma sapan sesler çıkarıyor, işler daha da beter oluyor.
Sonunu tahmin etmemeniz imkansız, hatta sürpriz diye eklenen kısımları bile tahmin etmesi çok kolay.
Benim gibi amatör bilimkurgu okuru bile daha güzel senaryo yazardı. En azından farklı bir kurgu farklı bir fikir ekleseydiniz.
Adam Driver iyi filmlerde oynardı, böyle saçmalığı nasıl kabul etmiş anlamadım.
Ayrıca o kadar hasar alan uzay gemisi falan çalışmaz, aptal yerine koymayın milleti.

Cennetten Mucizeler

Film biraz anne babaları ağlatmaya yönelik bir film. İnançlıysanız, kadere inanıyorsanız hoşunuza gidebili. Ancak ben yine de House MD dizisinde olduğu gibi olayın bir mantığa bürünmesini isterdim.
Film için fikirlerim nötr, aslında güzel film ama ben her rolde rol yapamayan Jennifer Garner görmekten sıkıldım.

Dert Etme Sevgilim

Senaryo güzel başlıyor, oyunculuklar güzel, çekimler güzel ama beklentiyi yükseltip size hiçbir şey vermeyen bir film. Arkadaşlar o kadar para, ekip, çaba ama sonunda böyle herşeyi havada bırakalım seyirci tahmin etsin saçmalığını kim soktu aklınıza.
Siz Kubrick değilsiniz, kendinize gelin.

Çirkinler

Netflix’te rastgele açtığımız bir filmdi. Zaten film başlar başlamaz gençler için yazılan bir romandan çekildiğini tahmin ediyorsunuz. Hikaye bu günlerin çok klişe ve vasat öykülerinden. CGİ sahneleri abartmışlar ama çok kötü duruyor. Yahu 20 yıl önce yapılan Matrix filmlerinde bile CGİ karakterler bu kadar rezil gözükmüyordu.
Diğer taraftan, tanıtımında distopya falan yazıyor, sakın aldanmayın.

O kadar film izledim, çok kötü çıktı hepsi. Filmlere ön yargılı olmamak için puanlarına bakmamıştım. Bundan sonra güzel bir film izleyebilmek için özellikle yeni izleyeceğim filmlerin puanına baktım, Stephen King kitabından uyarlama Misery filmini izleyeceğim.

8 Beğeni

Hocam geçmiş olsun öncelikle kaybettiğiniz vakit için. Fakat şunu merak ettim, “özellikle puanına baktım” yazmışsınız fakat biri hariç 7’nin üzerinde film yok. Ki hepsi 4-5 puan aralığında. Nasıl bir puan incelemesi yaptığınızı cidden merak ettim.

1 Beğeni

Yazmayı becerememişim aslında. Bu son izlediğim filmlerin puanına bakmadım, baştan ön yargılı olmayayım diye. Flmler kötü çıkınca iyi bir film izlemek için idmde bazı filmlerin puanına baktım. Misery yüksek puanlı çıktı. Onu izleyeceğim.

3 Beğeni

Anladım. Seyir zevkini arttırmak ve kötü filme rast gelme olasılığını en aza indirmek için IMDB gayet iş görür bana kalırsa.

2 Beğeni

Sinemada kaçıranlar için, Beterböcek 2 nete düşmüş.

Hayattaki küçük mutsuzluklar: Beterböcek ile Penguen’in aynı seyir programına sıkışmaması (Michael Keaton bunu sevdi).

4 Beğeni

Charles Bronson abimin birkaç tane filmi prime gelmiş daha öncede gelmişse fark etmedim ve hemen ikisini aradan çıkardım.

Türkçe alttazısı yok malesef ama ortlama bir ingilizceyle anlarsınız öyle karmaşık diyaloglar yok,günlük konuşmalar.Konu olarak abimizin başı bir tetikçiyle başı belaya giriyor ve onunla mücalesini izliyoruz özetle.

Puanım 6.5

Diğeri ise Murphys Gesetz (1986) - IMDb

Peşine düşen bir katilin (kadın zamanına göre farklı bir tercih ve sırıtmıyor) ve mafya ile mücadelesini izliyoruz.Polis olarak karşımıza çıkıyor ama şuç üstüne atılınca polislerdende kaçıyor.İlk filme göre izlerken sıkıldım açıkçası.

Puanım 5.5

İki filmde genel olarak C.Bronson abimizin çeşitli kişilerle mücadelesini görüyoruz tek adam dünyaya karşı.

3 Beğeni

Deadpool & Wolverine ve Beetlejuice Beetlejuice’i The Penguin 3. bölüm öncesi ve sonrasında izledim. Deadpool 3, mizahıyla güldüren ancak önceki filmlerde barındırdığı dramatik öğeleri ve konu bütünlüğünü yitirmiş bir skeç antolojisi gibiydi. MCU öncesi karakterlerin gelişinin “müjdelenmesi” diyeceğim ama, çok çok geç kalındı ve kötü projelerle marka çok eskitildi. Gambit’e Tatum yerine Wolverine Origins’teki yüz seçilse çok daha oturaklı olurdu ayrıca. Geçtim.

Tim Burton’ın duygusal bir herif olduğunu düşünüyorum. Lisa Marie ile birlikteliği boyunca çıkardığı başyapıtlarını takiben, Kenneth Branagh’ı da Emma Thompson sonrası çöpe çeviren Helena Bonham Carter döneminde filmografisinin dibi boylamasını uzaktan bu tercihe de bağlıyordum. Uzun süredir tanışıyor oldukları Monica Bellucci ile hayatını birleştirmesi ise yönetmene yaramış gibi görünüyor. Filmin aurası, oyuncuların kimyası, ilk filmle art arda izlenebilecek denli perde zamanının durması, yönetmen ve film için artı puanlar. Film su gibi akıyor, kurguda aksayan hiçbir şey yok ve eski bir Winona aşığı olarak diyebilirim ki, bu film Burton’un Monica’ya bir aşk mektubu. Oyuncu salt fiziksel güzelliğiyle yönetmenlerin elinde kullanılmış olmayı bırakıp, tıpkı Lisa Marie Smith’in Sleepy Hollow, Mars Attacks ve Ed Wood’da yaptığı gibi, bu güzelliğe ruh da katmayı, sevdiceğinin elinde, başarmış. Ortega da Wednesday sonrası eli yüzü düzgün bir Burton projesinde, eski-yeni oyuncularla uyumlu bir takım oyuncusuna dönüşmüş. Sally’s Song sesi Catherine O’Hara fragmanların aksine gayet enerjik ve sahne sahne rol çalıyor. Jeffrey Jones’a baktım, hala yaşıyormuş, lakin filme karakterinin vefatıyla katkı veriyor. Filmin NBC efektlerine ek olarak, bitiminde şimdiye dek gördüğüm en tatlı ithaf yer alıyor (French kiss ile ruhunu Monica’ya veren Bob).

Velhasılıkelam, saydığım özelliklerden ötürü, son dönemlerde en çok keyif aldığım yapım oldu. Yönetmen filmografisini ve türü haiz her sinefile tavsiyemdir.

5 Beğeni