Red One izledik az önce. Güzeldi.
Dune Part Two’yu izledim. Savaş sahneleri ve filmin atmosferini sevdim. İlk filme göre daha fazla sarıyor ama ilk filmin aksine kitaba daha az sadık kalınmış. Chani karakteri tam bir kezban yapılmış. Leto tamamen atlanmış, Alia’nın doğumu ve Baron ile olan sahnelerine yer verilmemiş. Diğerleri kadar önemli olmasa da Jamis’in karısı ve çocuklarına yer verilmemiş. Yani kitaptaki önemli kısımlar atlanmış. Kitabı okumasam filmi çok severdim ama bu haliyle ortalama üstü buluyorum.
Ben radyo ve televizyon programcılığı terkim Dune Part-1 ve Part-2 sinemaya çok iyi adapte edilmiş. Kitap ve film farklı medyumlardır ona göre değerlendirme yapılmalıdır, Alia karakterinin işlenişi yerindeydi kitapta ki 4 yıllık zaman atlaması filmde 9 aya indirilmişti ve doğru bir karar almış Denis Villeneuve aksi David Lynch filminde olduğu gibi komik bir sahne olacaktı malum sahne.
Kostümcünün kızının da kült kurbanlarından biri olduğu belliydi, yaşı küçük ve zaten babasının bilgisi dahilinde bedeni pazarlanıyor. Kendi de her şeyin farkında vs.
Alice’in de gençliğinde kültte yer alabileceği ve son sahnede kızlarını kurban vermiş olmaları kısmı enteresanmış ama.
Film direkt Hollywood’da dönen şeylerin “yumuşatılmış” bir tasviri gibi bence.
Teşekkür ederim.
Lynch uyarlaması tek film olmasına rağmen Alia yer alıyordu, Villeneuve 2 film çekmesine rağmen Alia’yı oynatmamış, bu da garip kaçmış. Alia olmadığı için Baron’u bile Paul öldürmek zorunda kaldı. Yan karakterler Dune Part Two’da çok işlevsiz kalmış, her şeyi Paul yapıyor. Kitapları okumasaydım güzel film zaten ama adapte etme konusunda daha iyisini izlediğim için beklentilerimi karşılamadı. Dune ve Children of Dune mini dizileri düşük bütçeli diziler olmasına rağmen çok daha iyi uyarlamalar bence.
Bu seneki Oscar da “En İyi Film”dalında yarışacak adayları bekliyorum ve kesin bu filmde adaylardan bir tanesi olacaktır. Hepsi bi açıklansın, tek tek Oscar ödül törenine kadar izleyip bitirmeye çalışacağım.
2008 odul sezonunun sampiyonu The Dark Knight’in 5 aday arasinda yer bulamamasi sonrasi takibi birakmistim ancak Babylon’u izledikten sonra daha buyuk bir fiyaskoya imza attiklarini gordum. O yil tum medya Everything Everywhere… pompaladi ve birkac yil icinde de overrated listelerinde ona yer verecekler.
Miramax sonrasi A24 denli cikis yapan kucuk sirket gormemistik. Merak ettim ve aday adaylarının dağıtımcı sirketlerini arastirdim. Tahmin ettigim gibi, aralarindan biri, oyuncularda oldugu gibi, “onur odulu” kabilinden yillardir kaybeden ve bu yil cok kereler tanitimini gördüğüm bir sirket cikti.
Görelim;
Secimlerin nasil yapildigini hatirlayalim:
FYC kopyalariyla secmenlere filmler dagitilir, aday adaylarinin cogunu bizler kadar hicbiri izlemez. Rusvetler, ikramlar elbette doner. Hangi gruplara hizmet edecekse kazanim, ibre oraya doner.
Mesela oyuncular icin Emilia Perez’de trans aday soylemi one cikiyor -ki TV’de bunu Reindeer ile yaptilar.
Focus, Brokeback Mountain en cok konusulani olmak uzere, 16 kere kaybetmis. Netflix de sifir. Amazon ve Netflix icin henuz erken, ama Neon ve A24 daha evvel kazandiklari icin Focus "Erkek Oyuncu"nun ustune bunu da katar mi diye dusunduruyor. Brutalist de US disinda onlarla baglantili ama iceride dagitimini A24 ustleniyor. Anora’nin dagitimcisi Neon 6 sene once Parasite ile kazanmis. A24 Moonlight ve Everything Everywhere… ile kazandi. Su da var, Nosferatu ve Eggers de Focus, yani bu yilin kaybedeni olup seneye de kazanabilirler.
Film kalitesi olarak ise, hicbiri bir Babylon degil. O yuzden zaten, uzaktan, sirketlere baktim.
Everything Everywhere’e odul yagdirtan ve izleten yazili, gorsel tum medyanin bogrune Zidane ve Goldberg’in kafalari insin.
Tablo ozet: Paramount yardirmis.
Ekleme:
Medyanin bu aralar Wicked’a agirlikli yer vermesi ve kaynak eserin ve uyarlamasinin Amerikan kulturunun onemli bir ogesi olmasi nedeniyle, ibrenin o yone donmesini beklemek en mantiklisi. Broadway’e kazandıracağı hasilat da cabasi. Yahudi proMagandasına (Brutalist) ekmek cikmaz bu sene.
Everything Everywhere All at Once bence çok başarılı bir filmdi. Daha iyi bir paralel evren filmi izlemedim. Hatta sinemada 2 kez izledim. Medyadaki pohpohlanma olayını bilmiyorum. Onun dışında kesinlikle yılın filmi falan olurdu. Umarım olmuştur.
Siz böyle söyleyince “başka neler vardı sahi?” diye bir düşündüm, biraz kurcalayınca aslında hepsinin iki ana koldan dallanmış ve esinlenmiş olduğunu fark ettim. Biri Faustian, şeytanla yapılan anlaşma sonrası “What If? - Nasıl Olurdu?” alternatif gerçekliğini görmek/yaşamak, diğeri ise A Christmas Carol ile Dickensian. Tabii bunda da bize bunu gösteren yine ilahi güçlerden karşı taraf olan melekler yahut bizzat tanrının kendisi oluyor.
The Devil and Daniel Webster, Bedazzled (1967), Wishmaster gibi filmler ilk yoldan giderken, It’s a Wonderful Life, Back to the Future, Mr. Destiny, The Family Man, Angel-A, Click gibi filmler ikinci yolda karşıladı bizleri. Arada Another Earth, Frequency, Mirage gibi dramalar da çıkıyor.
Aslında üçüncü bir kol olarak “tavşan deliği/solucan deliği” filmlerini görebiliriz: Bu çoğunlukla perde oluyor; Pleasantville, Last Action Hero, Purple Rose of Cairo… Bazen 11/22/63, Die Tür gibi ölümleri engellemek için, bazen “rüya içinde rüya” ile algının kapısından geçerek Inception, bazen dünyaları kurtarmak için Interstellar, Planet of the Apes gibi filmlerle; Loki, Lost gibi dizilerle…
Velhasıl, Everything Everywhere bir çeşitleme iken; Babylon sinema tarihi için mihenk taşı bir yapım. Aynı yıl çekildiler. Başka bir yıl da olsa, hatta ileri gideyim, Oscar’ın tüm tarihi boyunca kazananları art arda sıralasanız ve Casablanca’yı, The Godfather’ı, Parasite’ı seçebilen kurulların oylamasına güvenseniz, Babylon, Pulp Fiction ve nicelerinin uktesini giderir şekilde, tüm bu kümenin üçte ikisine havlu attırırdı. Muhtemelen daha pek çoğuna… The Artist’e ve dudak bükülen B kalite korku sinemasını sözümona şimdi onurlandırdıkları Del Toro filmi The Shape of Water’a verdikleri ödül ne kadar utanç verici ise, Babylon’un aday listesinde yer almaması da o kadar utanç verici. Hele de 10 film varken ve Fabelmans gibi sözümona aynı kulvarda yer alan Spielberg torpillisi orada yer buluyorken (tabii TDK yerine Milk’in tercih edilmesi kadar ayıplanamaz). Benim yazdıklarım arasında ona havlu attıracak tek yapım da It’s A Wonderful Life’tır -ki o da kendi takviminde The Best Years of Our Lives ile savaş sonrası psikolojik travmaları pek güzel yansıtan (ve içinde Flintstones, Simpsons, Married with Children karakter adlarını taşıyan) rakibine kaybetmiştir.
Uzun ve güzel yazdığınızı düşünmekle beraber yeterince anlayacak bilgi birikiminin bende olmadığını fark ettim. Teşekkür ettim. Takipteyim
Üstat sen sinemayla ve diğer konularla alakalı çok güzel detaylı şeyler yazıyorsun ama böyle okuması ve takip etmesi zor oluyor. Kitap yazsan çok daha güzel olur. Tabii ki kitap yazmanın zorluğunun farkındayım ama nu kadar detaylı şeyler boşa gidiyormuş gibi geliyor
Yukarıda bahsedildiği gibi A24 baya iyi işler çıkarıyor izlemesemde sinema kanallarında övüldüğünü sık sık duyuyorum.Bir mirimax olur mu onu zaman gösterir
https://www.flickchart.com/charts.aspx?franchise=691&perpage=50
Listeyi şuraya koyayımda çıtanın nerde olduğunu görün keza dağıtıncılığını yaptığı,sektöre kazandırdığı yönetmen,oyuncular liste çok uzun.Günümüzde bu işler daha zor artık sinema parabolun düşen tarafında.
Ödüllerin çoğu zaman politik oluyor ama son senelerde iyice kör göze parmak oldu.Asyalı,siyahi yada ortadoğulu açılımı yeni kurallar çeşitlik vs.Hak eden elinde sonunda alıyor.
Son beş altı yıldır sektör fena leş diyebiliriz,insanlar artık asya kökenli işlere yönelmeye başladı animasyonda,dizide ve filmlerde daha az politik ajanda.
Est. ben teşekkür ederim.
Dediğin her şey doğru, bana yönelttiğin için teşekkür ederim, ama uzun uzadıya yazsam birilerinin konu dışı diye bayraklayacağı denli travmatik tecrübelerimden gördüm ki, bilgi sahibi olmak, çevre sahibi olmak kadar önem arz etmiyor o camiada. Hani ilk ilişkinizin travması hepsinden büyük olur ya, benim o heyecanlı, umut dolu tanışma dönemimde bana yaşattıkları depresyon sebebiyle 1.5 yılda önceden izlediklerim dahil 2000’e yakın film seyrettim - ki (kimi günde 10, ayda 300) sonrasında dünya rekoru olarak açıklanacak rakamlardan bile fazlaydı o dönem. Psikolojim tamamen alt üst olmuştu -ki 20’lere kadar inip bu zamandan tamamen soyutlanmıştım (onları hızlandırarak izliyordum). Zamanla takas edilmiş bilgi hususunda sağlam bir birikim oluşmuş olabilir ama vaktiyle düşündüğüm “bir yerlerde bizim gibi bilgiye aç olanlar için okumak istediğimizi yazmak” idealine inancımı körükleyecek kimselerin önüme çıkmadığını söylemeliyim. Dünyada da böyle mi bilmiyorum ama bizim ülkemizde sanatla “biraz” ilgilenmeni istiyor bir kesim. “Fazla” bulunduğunda hücre hemen yabancı olanı dışarı atmaya, kendine faydalı olanı, vitrine konacak teşhir ürününü kucaklamaya bakıyor. Bir zaman “Chopin’le aynı günde doğdum, ruh eşiyim” derdim, sonra sonra köpekbalığına dönüşüverdim derin sulara çekildikçe.
Sayı verdiğim için şunu da ekleyeyim, 6 binlerdeyken tanıştığım Scognamillo 11 bin film seyirlik defterini paylaşmış ve Star Trek istisnası dışında dizilerle zaman kaybetmediğini söylemişti. 7 binlerdeyken, aynı hızla gittiğimde 20 binleri geçeceğimi ama ömrümün boşa gideceğini öngörüp frene bastım. 1.5 saatlik onlarca bölümle 500’e yakın kayıtlı sezon sezon dizi de notlarımla birlikte vardı. LIFE IN THE SEWER: BY LOUISE BROOKS. | thekeystonegirlblogs Şu yazıyı çevirip okuyun, bir yandan “değer mi bu heriflere” diyorsunuz bitirdiğinizde.
Bizim sinefiller çok övüyor da Porto’nun kendisi hariç pek güzel bir tarafını görmedim, belki birde müzikler.
Ölünün arkasından durduk yere kötü konuşmayayım ama Anton Yelchin enteresan bir eleman.
Az önce çıktık filmden offf müthişti. Özlemişim böyle filmleri. Yalnız bu çocuk habire yaratık oluyor sonu Gollum gibi olacak (Andy Serkis)
Yarım puanı niye kırdınız