Allahım çok şükür bu filme hak ettiği kadar değer veren birini bulduğum için. Evet güzel bir film ama o kadar. 6’nın üzerinde puan veremiyorum 10 üzerinden. Konusu iyi olabilir-Di eğer ki iyi işleyebilmiş olsalardı. Sadece görsel şölen. Oyunculuk namına bir şey yok zaten (bir iki oyuncu hariç), herkes soluk ve soğuk. Bu yüzden de oyunculuk göstermeye gerek duyulacak bir ortam yok. Ve filmin süresi çok uzun. 1 saat daha kısa sürse yorumlarım değişirdi. O kadar uzun ve sıkıcı ki izlemeyip sadece fotoğraflarına baksam daha verimli bir zaman geçirmiş olurdum.
Netflix’te yayınlanan Lonely Planet (Yalnız Gezegen) adlı filmin, edebiyatla ilgili bir insanın ilgisini çekeceğine inanıyorum.
Ancak filmin ciddi kusurları da var. Dünyanın farklı yerlerinden gelen ve farklı türlerde yazan bir grup yazarı Fas’ta bir etkinlikte bir araya getirmek iyi bir fikir. Ancak filmin asıl amacı yazarların iç dünyasına göz atmak değil. Daha farklı bir hikâye anlatmak.
Yazarların dünyası ise bu filmdeki gibi değil. Filmdeki yazarlar, birbirlerinin kitaplarından haberdar oluyorlar, okuyorlar ama sadece bununla sınırlı değil, bütün dünya edebiyatını detaylarıyla ezbere biliyorlar. Filmin bir sahnesinde kendi aralarında bilgi yarışması yapıyorlar. İçlerinde yazar olmayan bir kişi hariç herkes, ismi söylenen karakterin hangi kitapta bulunduğunu hemen söyleyebiliyorlar. Bu hiç gerçekçi olmayan bir sahne. Hiç kimse her kitabı okumuş olamaz. Okusa bile ayrıntısını hatırlayamaz, baş karakterin adını bile hatırlayamaz. Yazar olmanın böyle bir sonucu da yok gerekliliği de yok.
Yine de benim için, yazmanın güzel bir şey olduğunu hatırlatan bir film oldu. Fas da güzel ülke. Filme egzotik bir hava katmış.
The Crow
Kötü değildi ama çok iyiydi de diyemem. Her şey çok hızlı olup bitmiş gibi geldi. Dövüş sahneleri daha iyi yapılabilirdi. Sanırım bir karanlık fantazi ürünü olduğu için daha rock n roll veya metal yoğunluğu içerebilirdi.
Sci-Fi ve uzayda geçiyor dolayısıyla +1 puan.
Geminin adı Borealis bana half-life göndermesi gibi geldi buradan da +1 puan. Allah bereket versin.
2/5
İki şey için 2 puan mı? Gerisi için puan yoksa yüzüne bile bakılmaz o zaman.
Oyunculuk diye bir şey yok. Senaryo berbat ve işleyişi de kötü. Oynadın mı bilmiyorum filmin yarısı firewatch oyunu tadında geçiyor. Ana karakter desen geçenlerde twisters’da oynamıştı. Oradaki performansını bile yakalayamamış.
Koskoca devasa Borealis adında bir gemi var. 2.8 trilyon ışık yılı uzaklığa gitmiş. Kaçış kapsüllerinin içinde nano kıyafet püskürten aletler var. Ama geminin astroidlere karşı bir kalkanı, enerji kalkanı ne bileyim manyetik uzaklaştırıcı vs vs adına ne dersen de hiçbir şeyi yok. Allaha emanet gidiyor.
Bunu gmrünce ki filmin ilk 3-5 dakikasında oluyor zaten bi soğuyorsun.
Puanını hak eden bir film. Paul Walker’ın ve Cameron Bright’ın performansları harika. Tabii yan oyuncular da çok iyiydi. Önce bir mantık hatası var gibi düşünüyorsunuz ama finalde her şey yerine oturuyor.
8/10
Malum bir sanatçı ölünce kıymete biniyor. David Lynch’in ölümüyle uzun süredir ertelediğim filmlerini izleyeyim dedim ve son olarak şu üç filmini izledim:
![image](https://krforum.kayiprihtim.com/original/3X/e/8/e833e45a75afb941a026ff0e7c7ed5ce88a226ce.jpeg)
Bundan çok daha kötü filmler çok daha yüksek puanlar uygun görülürken bu filmin bu puanlara, bu algıya uygun görülmesini gerçekten anlamıyorum.
Filmin bazı noktalarının garip bir tat bıraktığına, “acaba farklı olamaz mıydı?” dedirttiğine kesinlikle katılıyorum. Filme başlarken içimden acaba ne kadar kötü olacak düşüncesiyle başladım. Ama ilk filmde çokça beğendiğim, benim için filmlerin en üstünde duran görüntü yönetmenliği ve sanat yönetmenliği tarafını bu filmde de buldum. Hikayeyi beğenmezsin, kurgulanışını beğenmezsin ama bu filmi “izlemek” gerçekten keyifli. Ayrıca hikayesinin de beğenilmeyecek bir hikaye olmadığını, beğenilmemesinin çokça beklenti ve “Joker” isminin algısıyla, bazen de hikayeyi anlamamakla alakalı olduğunu düşünüyorum.
Özet olarak, yönetmenin durduğu yer çokça eleştiri alsa da, daha uygun bir yerin bulunduğunu düşünsem de, durduğu yerin farklı bir yerde durmaya çalışmamasından çok daha iyi olduğunu düşünüyorum.
Cem Karaca’nın Gözyaşları
Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyormuşum. Gayet güzel bir filmdi. Sanırım şarkıları da İsmail Hacıoğlu kendi seslendirmiş ve hiç sırıtmamış. Müslüm filminde Kendirci ile Esen için etmişti, filme girememiştim bir türlü, sanki Müslüm değil başkasının hayatıydı. Bu filmde ise böyle olmadı.
Ad Vitam
Bu Fransız aksiyon filmleri niye böyle yapay anlamıyorum. Bazı dandik kısımları atlayarak geçtim, onun haricinde baştan sona ne olacağı belliydi. 5 hatta 4/10’luk bir film. Hiçbir şey yoksa bakılır da bence zaman kaybı, bu filmin aksiyon dahil katacağı çok bir şey yok.
Bunca film arasından en çok Ida, A Different Man ve Nosferatu’yu beğendim.
A Different Man’i izleyince Sebestian Stan’in neden Golden Globe’da en iyi erkek oyuncu ödülünü aldığını anlamış oldum. Çok güzel bir oyunculuk sergilemiş, hak etmiş diyelim.
Nosferatu son zamanlarda beyaz perdeye gelen kaliteli korku/gerilimlerden biri. Oyunculuklar, atmosfer ve müzikler oldukça iyi. Yeniden uyarlama filmler genelde beklentinin altında çıkar fakat bu film çok keyifli olmuş. İzlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Not: 25 Ocak’ta aşırı hasta olduğumdan televizyon karşısında tüm gün yorgan altında yatıp film izledim. Yadırgamayın
Die Hard 3’ü izledim.
İlk 3 Die Hard filmi içinde net en kötüsüydü buydu. Önceki filmler de gerçekçilik bakımından çok ayağı yere basan filmler değildi fakat özellikle ilk film için konuşursam kendi içinde iyi kötü bir ağırlığı vardı. Burada işin aksiyon kısmını abartacağız diye filmi 2 saatlik bir saçmalıklar yumağına çevirmişler. İzlenmese de olur.
Kurt Russell ve Goldie Hawn’li Overboard ile Prime ve Don’t Breathe ile Netflix denedim ama ikisinden de tat alamayip biraktim bu aksam.
@Leingrad Gladiator 2 ve Blade Runner 2049 yorumlariniz bir yana, sinema perdesinde izledigim Die Hard 3 icin izlemeyenlere uzak durma cagrinizi dengelemek adina, her 3 filmin de seyircisini memnun edecegini ve ozellikle Die Hard 3’un sinema tarihinin en iyi devam halkalarindan biri olarak zaten kabul gordugunu de ben dile getireyim.
https://youtube.com/watch?v=0X3Me_MVR90
3 yasindaki kizimin istek marsi. Biraz buyudugunde Stalag 17 izletecegim.
Dün 2024 yapımı Nosferatu’yu izledim.
90’lardan sonra tamamen içi boşaltılıp metalaştırılarak seks objesi haline dönüştürülen “vampir” imgesinin tekrar köklerine dönmesini görmek beni çok sevindirdi. Hem de öyle sağlam bir dönüş olmuş ki gerek kaytan bıyıkları ile gerek kaftan benzeri paltosu ile tam olarak bir Vlad Tepeş portresi çizilmiş. Robert Eggers folk horror türüne olan aşinalığını yine konuşturmuş. Bölgedeki köyler, roman köylüleri, at ile gidilen folkrolik ritüeller, kazığın tahta değilde özellikle demir olması gibi balkan kültürüne ait yerel detaylara özen gösterilmiş.
Atmosfer, kostümler, çekimler çok güzeldi. Oscarlık bir performans olmasa da oyunculuklar gayet iyiydi, benim gözüme çok batmadı. Belki Nicholas Hoult’un yerine daha sert ve ağırbaşlı görünümü olan bir cast tercihi yapılabilirdi. Kont’un gittiği yere veba getirmesi, kurbanlarının kanını göğüslerinden emmesi, kont’un vampir dişlerinin olmaması, nekrofilik sahneler gibi detaylar uzun uzun farklı şekillerde okunabilir. Genel olarak ben çok beğendim.
Vampirlerin kan kusarak olmesi de (B filmlerde islenmis olabilir) cogumuz icin yeni bir deneyimdi.