Tavsiye üzerine dün akşam izleme fırsatı buldum, gerçekten harikaydı. Tavsiye eden arkadaşa epey teşekkür ettim bitirince.
Az önce kardeşimle Mortal Engines filmini izledim. Senaristlerin arasında Yüzüklerin Efendisi üclemesinin başında olan Peter Jackson’ın olduğu filmin yönetmenliğini Christian Rivers üstlenmiş. Görsel olarak tatmin edici ve anlatılan geleceğin asıl fikri ise filmi güzel yapan diğer etkenlerdenn birisiydi. İki saatlik filmde akılda ne kaldı derseniz, karakter olarak sadece şu arkadaşımızın resmini koyabilirim buraya.
İzleyen ve izleyecek olan arkadaşların da çoğu bu karaktere hayran kalmıştır/kalacaktır kesinlikle.
Az evvel Libertador [İng. The Liberator (2013)] filmini bitirdim. Adından da anlaşılacağı üzere ‘‘Kurtarıcı’’ lakaplı Simon Bolivar’ın hayatını işleyen Venezuela yapımı bir film. Sanırım sol tandanslı Güney Amerika filmlerine sardım şu ara. Zira daha önce de Şilili sosyalist başkan Salvador Allende hakkındaki bir filmden bahsetmiştim. Siyasetle öyle ya da böyle ilgilenen biri olarak dünya gündeminden, dolayısıyla Venezuela krizinden etkilenmemem mümkün değil. Belki bu yüzden Güney Amerika’daki devrimci şahsiyetleri konu edinen filmleri izliyor olabilirim. Hülâsa Liberdator’u beğendim.
Film heyecanlı bir giriş sahnesi ile başlayıp Kurtarıcı Simon Bolivar’ın İspanya Krallığı’na başkaldırma sürecini işliyor ve ölümüyle de son buluyor. Savaşlar, başarısızlıklar, kaçışlar, komplolar, ihanetler; kısacası kaderin cilveleriyle yoğrulmuş, insana dair bir film. Milyonlarca aşağılanmışın kendi kuru bedenleriyle inşa edip kanlarıyla sıvadıkları bir kulenin tepesine hürriyet bayrağını dikmektir Bolivar’ın kaderi. Başarır mı? Başarır. Dıştaki düşman galebe çalınmıştır, fakat içteki? İçteki en tehlikeli olandır. Buna dikkat etmek gerekir.
Bolivar’ın filmdeki nutukları etkileyiciydi ve özgürlüğe dair söylevine katıldığımı, bilhassa, eklemek isterim. Ne diyordu Bolivar:
’’…özgürlük arzusu toprağın altında yeşermek için yağmurları bekleyen uykudaki bir tohum gibidir.’'
Bolivar, Tufan vakti yağan o şiddetli yağmur gibi toprağa işlemiş ve Güney Amerikalıları cesaretlendirmiştir.
Ayrıca, Bolivar’ın Yurtsever Kuvvetler ile And Dağları’nı aşmasını betimleyen ve Tito Salas’a ait olan şu tabloyu filmde canlı olarak görmek de hoşuma gitti:
Green Book. İzleyin ve izlettirin diyorum. Aynı anda hem bu kadar eğlenip hem de fazlasıyla üzüldüğüm bir film uzun zamandır olmamıştı. Zamanının siyahi güzergahını gösteren Yeşil Rehber hakkında daha çok bilgi sahibi olmak için linke bakabilirsiniz. https://99percentinvisible.org/episode/the-green-book/
Dune filmini izleyeceğim ama filmde 2-3-4. kitaplarda var mı? Spoiler yer miyim?
Aile Arasında - Yol Arkadaşım
Sanırım son izlediğim filmler bunlardı. Son üç dört yılda birkaç yol komedi filmi izledik. Kara Bela, Limonata, Yol Arkadaşım 1 ve 2. Daha fazladır ama aklıma gelenler bunlar. Yol Arkadaşım’ın güncel komedilerden ayrılan bir tarafı yok gibi. İzlenebilir ama çok bir şey beklememek gerekiyor. Aklıma Due Date filmini getirdi, temel karakter altyapısı dışında pek benzer tarafı yok.
Aile Arasında’da ise Gülse Birsel sevdiği oyuncuları alarak bir aile olmaya çalışan bir aile komedisi sunuyor. Yanlış anlaşılmalar, kandırmalar üzerine kurulmuş olay örgüsü bazı zamanlar sinir bozucu olsa da buna da şükür diyebiliyoruz günümüzde. Yapacak pek bir şey yok.
Hangisini tavsiye edersin derseniz Aile Arasında derim; ama bu iki komediden rahatça sıyrılıp parlayabilecek güzel bir karikatürize aksiyon-komedi için Ölümlü Dünya’yı tavsiye ederim.
Film sadece birinci kitapla ilgili.
Oh çok iyi sağolun, ben de birinciyi okumuştum sadece.
Dün Netflix’te öylesine denk geldim. Kötü senaryo, vasat görsel efektler, sıradan oyunculuk, eksiklerle dolu kurgu, hatırda kalmayan ses ve müzik, komik diyaloglar, saçma bir hikaye…
Geriye kalan şeye sinema derseniz bir göz atıp 15 saniye sonra kapatma tuşuna basmanın dayanılmaz zevkini tadabilirsiniz
Tabi 60 milyon dolar bütçeli filmin 200 milyon dolar gelir elde etmiş olması bu yorumumu boşa çıkartmaya yeter de artar bile… Sinema sanatı ne hallere düştü, yazık valla kimin çocuğuysa…
Ağır gömdüm ama yapacak bir şey yok. Böyle böyle akıllanacak sinema izleyicisi ve gerçek sinemanın ihtişamlı günleri geri gelecek! Geri gelecek, öyle değil mi? Lütfen gelsin çünkü…
Üstelik bu bir sequel idi. İyi gömüştü, tiksintine sağlık.
Dogman - Matteo Garrone
Marcello kendi halinde, küçük yapılı, işini, kızını ve arkadaşlarını seven ama suçla da bağı olan bir esnaf; köpek kuaförü veya veteriner -tam çözemedim-. Simone ise haraç kesen, hırsızlık yapan, kavga çıkaran zorba bir adam. Film Marcello ve Simone arasındaki çatışmayı konu alıyor ve bu çatışmadan güzel bir gerilim çıkarıyor. Herşey olağan ama çarpık seyrinde ilerlerken yaşananlar ikisinin de dünyasını değiştiriyor.
Açılış sahnesi filmi özetler nitelikte ve Marcello’nun kişiliğini tek sahnede anlatacak yetkinlikte. Kamera açılarının bazı sahnelerde hikayeye derinlik kattığı oluyor. İtalyan yeni gerçekçiliğinin güncel bir örneği.
Polisiye açlığımın tavan yaptığı şu günlerde biraz olsun bastırmak için öylesine izlemeye başladığım İspanyol polisiyesi The Body (El corpse) ağzımı bayağı bir açık bıraktı. Hatta ağzım açık bön bön ekrana bakma rekorumu kırdırttı. Polisiye seven arkadaşlar muhakkak göz atsınlar.
Bol bol Holywood klişesi olsa da umduğumdan daha iyi bir film çıktı. Film boyunca gözlerim Blazkowicz’i aradı aradı durdu Ufak tefek birkaç dokunuş ile Wolfenstein filmi olabilirmiş…
Normaldir. Oriol Paulo ile tanışmışsınız sevgili @patriotic ve polisiye için biraz daha olsa diyorsanız şöyle bir şey daha var.
Kesinlikle biraz daha olsun. En kısa sürede izleyeceğim, çok teşekkürler.
Siz benim akıl sağlığımı düşünmemişsiniz resmen… Hayatımda izlediğim hiçbir film tüylerimi bu kadar diken diken etmedi. Kendimden geçtim resmen. MUAZZAM. Film için sağ olun. Gerçekten çok teşekkürler. Şimdi uyumaya çalışacağım.
Ohâyo (1959) Yasujiro Ozu
Japonyanın bir şehrinde, birbirine yakın, kendi tarzlarında evlerden birinde iki kardeşin televizyon aldırmak için olan uğraşlarını anlatıyor. Olay bu. Ama değil, tarihsel bir dokuyu gündelik yaşamda yansıtıyor, hüzünlü değil. Eğlenceli ama ardında bilindik bir hüzün de yok değil. Çocukluk hallerini çok iyi resmeden, insanlara dair güzel bir film.
Yönetmen kadrajı doldurmayı ve bunu bütünlüklü olarak yapabilmeyi epey iyi başarıyor. Her ayrıntı çok iyi yerleşmiş. Ben biraz da bu şekilde izlediğim için fark ettim sanırım ama normalde o kadar doğal yapmış ki bunu, Umut Sarıkaya’nın sobalı evde, kapı kirişlerine tırmanan çocuğun, uyuyan babanın olduğu karikatürü gibi. Ben sevdim. Ama sakin filmleri izlemeyi sevenler izlesin. Büyük çatışmalar, ruhsal krizler yok.
contratiempo ve la migliore offerta izledim. Hem de ard arda ! Varın siz düşünün şu an ruh halimi. İzlemek isteyen arkadaşlar da trailer vs. izleyeyim demesin.
bir sozluk yazarı şöyle yazmış film hakkında:
seni beklerken bütün bu kadınları biriktirdim, sense benden gitmekle kalmadın; bana seni bekleme gücünü ve sen umudunu veren kadınları da yanında götürdün.
Bu arada bu çizimin adını nasıl bulabilirim?
edit:
Karanlık Zihinler Filmi gerçekten efsane…
Kitaptan çok farklı oldugunu söylüyorlar ama gerçekten tuttum ben … Harika olmuş ! Oyunculuk olsun ozellikle Ruby çok tatlı maşallah :))) Spoiler vermek istemiyorum… Sadece sunu diyip içimde tutmak istemiyorum. İkinci filmini cıkartın hemen … Bekletmeyin :)))
İki ve ücüncü kitabını aldım. İlk kitabı zaten vardı ama okumamıştım. Şimdi tüm serilerini okuyacagım. Teşekkürler… Alexandra Bracken …
Dangal 2016
Güzel flimdi bu adamın butun flimlerini seviyorum bence izlemelisiniz