En Son İzlediğiniz Film?

Blur olatak kullandığınız kısımda nasıl kanınız donduysa yer altındaki sığınakta bulunan yiyecekler bölümünde de aşırı sevinmişsinizdir. :slight_smile: Filmi de kitabı da çok güzeldi bence.

3 Beğeni

Burnt filmini izledim. Bence vasat bir film, ancak Bradley Cooper’ın oyunculuğunu sevdiğim için filmin vasatlığını pek umursamadım. Filmi önerir miyim? Hayır. Türü seviyorsanız ve başka film bulamadıysanız çerezlik niyetine izlenilebilir.

Conspiracy Theory filmini tekrar izledim, ilk izleyişimde çocuktum. Pek bir şey hatırlamıyordum. Ancak o zamanlar bana esrarengiz gelmişti. Şimdi tekrar izleyince, beklediğimi bulamadım açıkçası. Mel Gibson ve Julia Roberts için izlenir.

Filmde bahsedilen depremin gerçekten de gerçekleşmiş olması. Düşündürücü.

4 Beğeni

Ari Aster’in bir diğer filmi olan Hereditary’i izledim.

Filmin kategorisi korku-gerilim olmasına rağmen yönetmenin müthiş psikolojik analizleri vardı bunu çok beğendim. Midsommar filminde olduğu gibi bu filmde de yönetmen aile travmalarını çok iyi işlemiş.

Yine aynı şekilde kalabalıklar içerisindeki yalnız insan motifleri etkiliydi. Her iki filmde de yalnız insanın nasıl manipülasyona açık olduğunu harika bir şekilde işlemiş.

8 Beğeni

Reservoir Dogs - Tarantino.

8 veririm.

4 Beğeni

Filmin anlatmaya çalıştıkları çok güzel, Charlize Theron’u çok severim. Sırf onun için izledim diyebilirim. Ayrıca MARVEL ve DC çizerler’in oluşturduğu yeni bir çizgi roman yapımı olduğu için daha çok beğendim. Belli ki uzun soluklu bir yapım olacak. Kaldı ki sonunda Quynh’un geliyor olması, devamı için kapıları aralıyor. Umarım kalitesi artarak devam eder.

Puan olarak 7 verdim.

Mads Mikkelsen ve Katheryn Winnick için izledim. 18 yaşından küçüklere önermiyorum. Mads abim bu filmde neden oynamış anlamadım, porno’dan hallice bir film. Katheryn Winnick de hiç oyunculuk sergileyememiş çünkü ekran süresi çok az.

Rezalet bir film, 2 puan verdim.

6 Beğeni

Bugün izledim, tavsiye ederim. Hopkins de cabası.

5 Beğeni

The Hateful Eight.

75-80 arası bir puan veririm, ilginçti.

6 Beğeni

The identity- Kimlik filmini izledim.

Filmin ilk yarısı güzeldi, ikinci yarısı çöküşe geçiyor. 10/5

4 Beğeni

The Shining - Cinnet filmini izledim.

Çok rahatsız bir filmmiş. :smiley: Sevdim diyemem, senaryo yazımı çok kötü geldi bana. Gerçi zamanına göre çok iyi olabilir bilemiyorum.

237. numaralı oda sahnesi neydi öyle. :scream:

10/6

5 Beğeni

Filmin bir de 237 Numaralı Oda belgeseli var. Bir de onu izledikten sonra yorum isterim. :smiley:

5 Beğeni

bu aralar hiç güzel filmler izlemiyorsunuz :roll_eyes:

3 Beğeni

Kim demiş :smiley:
Wonder -Mucize
wonder
R.J.Palacio’nun romanından uyarlanan Mucize filmi genel olarak geçirdiği ameliyatlar sonucu yüzündeki farklılıklarla yaşamak zorunda olan Auggie’den bahsediyor. Ama aynı zamanda hayatın herkes için aynı olmadığını, olayların faklı gözlerden, farklı insanların bakış açısından farklı olduğunu anlatan bir film. Aşağı kısım tamamen spoiler: Olaylar ve izleyicinin olaya bakış açısını ve gerçekte olayı yaşayan tarafından bakış açısını anlatmaya çalıştım kendimce.

Biz Auggie’nin ne kadar zor anlar yaşadığını görüyoruz, aynı zamanda ailesinin onun yanında olduğunu da. Fakat anne-babası o kadar ona yoğunlaşmışlar ki, sanki bir kızları da olduğunu unutmuşlar. Annesi resimler çiziyor ve her resmin ortasına Auggie’i resmediyor. Ve bu zaman ablanın - Via’nın içinden söylediği o cümleyi duyuyoruz: “Keşke annem o keskin gözlerini bir kere de bana bakmak için kullansa” Anne-babası Via-nın dünyanın en anlayışlı kızı olduğunu söylüyorlarmış. Gerçekten de çok anlayışlı, kardeşini seviyor, onun yaşadıklarını anlıyor, elinden geldiği kadar destek oluyor, fakat ailesinin onu dikkate almaması tabii ki de üzüyor onu. Aynı zamanda en yakın arkadaşı Miranda’nın da ona karşı soğuk davranması onu üzüyor. Biz de izlediğimiz zaman Miranda’nın iyi bir arkadaş olmadığını düşünüyoruz, çünkü onun hikayesini bilmiyoruz, Miranda kendi hikayesini anlattıkça ona karşı olan antipatimiz yok oluyor, çünkü onun da hayatının o kadar rahat olmadığını anlıyoruz. Tüm bunlar olurken fen dersinde çok başarılı olan Auggie 5. sınıfa başlıyor ve ilk defa bir okula gidiyor, o yaşa kadar hep annesi tarafından ev eğitimi almıştır. Okulda herkes ondan uzak duruyor, çoğu zaman hiçbir şey söylemiyorlar ama sadece gözlerini dikip bakıyorlar, fark ettiği zamansa dikkatlerini başka yöne veriyorlar. (Düşünsenize size de böyle davranıldığını) Ama Auggie arkadaş da edinir. Jack Will Auggie’yle arkadaş olur, Auggie onu evine davet eder, birlikte oyun oynarlar. (Tabii onun adına çok seviniriz) Ama bir gün Auggie Jack’in diğer arkadaşlarına söylediği bir cümleyi duyar: “Onun yerinde olsam kendimi öldürürdüm herhalde” (Biz de Jack’in berbat biri olduğunu düşünürüz) Bu cümleyle yıkılan Auggie kendini çok kötü hisseder, artık Jack’le hiç konuşmaz. Artık tek arkadaşını da kaybettiğini düşünür. Ama Jack Auggie’nin ona neden böyle davrandığını, neden onunla hiç konuşmadığını bir türlü anlamaz. Okulda çocuklar Auggie’ye dokunanların virüs kaptığını söylerler. Ama Summer Dawson gelip onunla arkadaş olmak istediğini, çünkü iyi arkadaşlar aradığını söyler ve arkadaş olurlar. Ama Jack hala Auggie’nin tavırlarından bir şey anlamıyor ve Summer’a soruyor, ama Summer hiç kimseye söylemeyeceğine söz verdiği için sadece ipucu verir. Jack hemen anlar ve onun hikayesini dinleriz. Aslında Jack kendi annesinin ricası üzerine arkadaş olmuş Auggie’yle. Ama sonra onu çok sevmiş ve en yakın arkadaşı oluvermiş tanıdıkça . Bir şekilde arkadaşının gönlünü alır ve tekrar arkadaş olurlar. Olaylar devam ettikçe arkadaşları daha da çoğalır ve örnek bir öğrenci olduğu için ödül kazanır.

Eğer filmi kısa bir şekilde özetlemek gerekirse "Zorlu bir mücadele veren herkese karşı nazik olun.Ve insanların aslında nasıl biri olduğunu görmek istiyorsanız tek yapmanız gereken, bakmak… ve ayrıca “Kaderinde sıradışı olmak varsa sıradan kalamasın”

5 Beğeni

Sergio Leone’nin çektiği dolar üçlemesinin ilk filmi olan Bir Avuç Dolar’ı izledim.


Öncelikle filmi izlemeden önce Akira Kurosawa’nın Yojimbo filminden esinlenmeler olduğunu duymuştum. Ama bunu kesinlikle beklemiyordum. İki filmin senaryosu birkaç detay hariç birebir aynı. Zaten Kurosawa telif davası açmış ve kazanmış. Ama bunu geçersek iki film de çok başarılı. Hatta bazı sahneler Yojimbo’dan iyi çekilmiş. Özellikle ana karakterin yakalandığı yerden kaçışı daha mantıklıydı. Ama bir yerde çok ciddi bir mantıksızlık vardı. Yojimbo’da karakter iyileşince duvara bıçak atarak antrenman yapıyordu. Burada onu silahla ateş ederek yaptırmışlar. O silah sesinin kesinlikle duyulması lazım. İki film arasındaki en önemli fark dönem. Yojimbo’da insanlar çoğunlukla kılıç kullanılanıyordu burada çoğunlukla tabanca kullanılıyor.
Bu filmin Yojimbo’ya karşı en büyük avantajı ise yakın zamanda kaybettiğimiz Ennio Morricone’nin müzikleri. Adamın izlediğim ikinci filmi(diğeri Nuovo Cinema Paradiso) ve ikisinde de müzik olmasa film çok şey kaybeder.
Son olarak başrolleri kıyaslamak istiyorum. Ben Toshiro Mifune’nin oyunculuğu daha çok beğendim(Dövüldüğü sahne hariç.). Ki mifune sonraki filmlerinde bu performansın çok üstüne çıkıyordu. Örnek olarak aynı zamanda nickim olan Akahige filmini verebilirim. Bu izlediğim tek Clint Eastwood filmi. O da bu seviyelere çıkabilecek mi göreceğim. Ekstradan bu filmde Ramon karakterini oynayan Gian Maria Volonte’nin de oyunculuğunu çok beğendim.
Bu yazı biraz iki filmi kıyaslamak gibi oldu ama aynı senaryoyu ikinci defa izledim. Diğeriyle kıyaslamak normal sayılabilir. Western seviyorsanız izlemenizi öneririm. Hatta hem Yojimbo’yu hem de bu filmi izleyebilirsiniz.
Puanım: 8/10

6 Beğeni

Naim filmini izledim ve bu insanı hiç tanımıyormuşum deyip kendi adıma utandım. Sporcu bir kişilik olarak zaten MJ, Muhammed Ali gibi kendi alanında tartışmasız en iyisi olmasının yanı sıra bundan çok daha fazlası olması beni oldukça etkiledi. Bir direniş sembolü, ezilen halkın sesi, bir fikir.

Muhteşem bir filmdi.

3 Beğeni

Son yıllarda çok beğendiğim filmlerin ortak bir özelliği var, Cannes Film Festivalinde ödül almış veya gösterimi yapılmış olmaları.

Zombi ve Vampir temalarının insanlığın temel sorunlarını anlatmak için harika bir altyapı sağladığını düşünüyorum. Hollywood daha çok bu temalar üzerinden alt metni olmayan, toplumsal veya psikolojik konular işlemeyen bol aksiyonlu tüketim amaçlı gişe filmleri yapmayı tercih ediyor.

Avrupa ve Asya sineması son yıllarda gerçek anlamda kurtarıcım oldu diyebilirim, gerçekten kaliteli işler yapıyorlar.

Train to Busan’da bu filmlerden birisi, zombi temasını kullanarak bencillik gibi tüm insanlığın kurtulması gereken bir hastalığı harika bir şekilde işlemişler. Bencilliğin nasıl organize kötülüğü tetiklediği ve aklı devre dışı bıraktığını görebiliyoruz. Yönetmen bencil bir düzen ve organize kötülük sürdürülebilir mi sorusunu da sordurmayı başarıyor.

Bunların yanında bencilliğinin sebep olduğu aile içi dramları da izliyoruz. Unutmaya yüz tuttuğumuz sevgi ve dayanışmanın önemini de sorgulama fırsatı buluyoruz.

Filmi çok beğendim, izlemenizi tavsiye ederim. Puanım 8/10

7 Beğeni

untitled
Kitabı okuduktan sonra filmi izledim. Harika bir filmdi. Ama kitap daha iyiydi. Çünkü film hızlıydı. Ama filmlerin de bir zamanı var. Ama film müzikaldi. Kitabı okumazsan anlamazsın. Film çevrilmiş olmasına rağmen çoğu İngilizceydi. Ben anladım. Ama bazen tam olarak anlamadım. Çok az diyalog vardı. Ama tam kitapta ağladığım gibi, filmde de ağladım. Beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim. İzlemenizi tavsiye ediyorum. :slightly_smiling_face: Ama ilk kitabı okuyun.

5 Beğeni

resim

Çoktandır film izlemiyordum. Bugün Greyhoud’ı izledim. Görselleri güzel, temposu çok yüksek bir film fakat geri kalan herşey malesef bomboş. 1,5 saat boyunca denizaltı dibe battı biz sonarı çalıştıralım, denizaltı topido attı biz bomba bıraktık, denizaltı sağa döndü biz sola dönelim, muhabbetinden başka birşey yok. Görsellerin ve temponun hatrına 5/10 puan veririm.

7 Beğeni

Benim ne zamandır sürekli olarak karşıma çıkan ama boş bir film olduğunu hissettiğim bir filmdi. Hislerimde haklıymışım. :smiley:

3 Beğeni

Dün başlayan Kill Bill maceram bugün sona erdi. Bu filmi çocukken gördüğüm birkaç kesitinden dolayı farklı bir hikayeyle bekliyordum. Elbette bu kült yapımın beklentimin üstünde olduğunu söyleyebilirim.

Uzunluğundan dolayı Vol. 1 ve Vol. 2 olarak ikiye ayrılan bu film Tarantino’nun dördüncü filmi. Bir kadının intikam listesindeki beş kişiyi öldürmesi anlatılıyor. Vol 1’i aşırı sevdim ancak Vol 2 beni ilki kadar etkilemedi. Çünkü ilk filmde olayların anlatımı, sahneler, göndermeler, anime kesiti gibi unsurlar çok etkileyiciydi. Ancak ikinci bölümde bu denli etkileyicilik yoktu; daha çok hikayenin arka planının izleyiciye anlatılması söz konusuydu.

Filmde fışkıran kanların çok absürt olduğuna dair yorumlar gördüm. Ancak o kanların sadece Japonlardan fışkırmasının anime kültürüne güzel bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Bu kadar çok kan beni rahatsız etmedi, hatta sevdim. Sıradan bir konuyla başlayıp yer yer tuhaflaştı, abartılı aksiyona dönüştü ve bazen hüzünlendirdi. Benim için tarzı olan ve hep hatırlayacağım bir film oldu. Hele müziklerin güzelliği…

9 Beğeni

Dün öğle saatlerinde They Live filmini izledim.

1988 yılında yayınlanan film büyük şehre gelerek para kazanmaya çalışan John’un iş arkadaşının kendisini bir yerleşim yerine götürmesiyle ve orada önemli bir keşif yapmasıyla hız kazanıyor. Kiliseye yapılan baskınla eline bir kutu gözlük geçen John gözlüğü kullanınca tüm dünyanın uzaylı istilasına maruz kaldığını öğrenir.

Konuyu daha fazla açarak filmin tadını kaçırmak istemiyorum. Korku, Aksiyon ve Bilimkurgu temalı olan film çekildiği yılın azizliğine uğramış olsa gerek. Baş kahramanımızın ve diğer karakterlerin rolünü yapamaması ve kurgunun zayıflığı çok bariz. Hele ki bir sahne var hiç anlam veremedim. John ve arkadaşı bir gözlük takma davasına 10 dakika boyunca kavga ediyor.

Bunların yanında filmin bilimkurgusal tarafına baktığımızda çok güzel bir fikir yatıyor ortada. Zengin ve fakirler arsındaki ayrımın sebebini ve etrafımızdaki tüm şeylerin arkasında yatan subliminal mesaj yöntemini çok iyi anlatmışlar.

6 Beğeni