Bir benzerini Gladiator filminde hissetmiştim. Başrolde Russell Crowe vardı ama bence filmin yıldızı Joaquin Phoenix idi. Yanlış hatırlamıyorsam En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar adayı oldu ama kazanamadı.
Evet güzel bir örnek oldu. Gladiator’de en iyi oyunculuğu Phoeix sergiledi.
İzlediğim Nolan filmlerinin arasında en iyi 3 film bu oldu. Kurgu o kadar iyi anlatılıyor ve gıdım kopma olmadığı için önümüze çok kaliteli bir film çıkıyor.Çoğu izleyen bu filmi sevmemiş veya yarım saat zor dayandım diyorlar, bu filmi beğenmeyen cidden filmden anlamıyor desem yalan olmaz.Benim puanım 9/10 bu filme.Sizi duygulandıran veya heyacalandıran bir film değil. filmin en önemli yanı tansiyonun film bitene kadar en yüksek düzeyde olması bu sayede 2 saatten uzun olan bu film göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor:) Edit:İkinci Tenet filmi büyük ihtimal çıkar sonunu 2.film için açık bıraktığı çok belli Nolan’ın.
Çok geç kalmış olsam da Pulp Fictionu izledim. Ve kesinlikle çok sevdim. Çok farklı olan ve aslında anlatmak istediği hiçbir şey olmayan film en iyi Tarantino filmlerinden biri olabilir. İzlemenizi tavsiye ederim. Ancak uyarımı yapayım, şiddet ve cinsellik içeriyor.
Çok haklısınız, dostum.
2 animasyon da bir birinden güzel ve bir o kadar eğlenceli.Groodlar 2 ise birinci filme göre daha komikti
“Faşist olmaktansa domuz olmayı tercih ederim.”
Miyazaki sinemasına bir süre ara verdikten sonra, Miyazaki’nin altıncı, benimse izlediğim yedinci Miyazaki filmiydi Porco Rosso. Karakterimiz domuz olmaya lanetlenmiş, para için hava korsanlarıyla savaşan bir pilot.
Film, Miyazaki sinemasında alışık olmadığımız bir şekilde erkek ana karaktere sahip olsa bile, bağımsız, cesur ve güçlü kadınlarla çevrili. Gina ve Fio özellik bakımından diğer Miyazaki filmlerindeki kadın karakterleri pek aratmadığını söyleyebiliriz.
Çizimler, renkler, müzikler zaten diğer Miyazaki filmlerinde olduğu gibi çok hoşlar. Hafif dram, hafif aksiyon, hafif melankoli, hafif romantizm, tarihsel konumu ve anti-faşist bir alt metin birbirine çok güzel yedirilmiş, izlemesi keyifli bir film.
Miyazaki tarzı film önerin varmı ben bulamadım bu kalitede başka anime filmler.
Tarz olarak benzer pek film izlemedim ama Satoshi Kon filmlerine bakabilirsin. Ben yalnızca Tokyo Godfathers filmini izledim ama filmlerini bayağı seven ve öven var.
Tokyo godfatheri bende izledim çok iyi bir anime idi, bide şu Memoriesi izleyecem umarım iyidir. Satoshi Kon’un diğer animlerinide izledim ama beğenmedim nedense çok farklı geldi japon animesi olmasına rağmen.
Valla bir şey diyemeyeceğim ama çevremde Perfect Blue’yu sevmeyen birisi görmedim. O yüzden merakla bekliyorum izleyeceğim zamanı.
İlk defa Lupin III izledim. Tarzını sevdim, eğlenceliydi. Serinin diğer filmleri de böyleyse bir bakabilirim.
İzlediklerini listelersen belki izlemediğin animeler çıkar öneririz.
İzlediklerimi yazmadığım süre neredeyse dört ay olmuş. Şimdi toplu olarak yazacağım. Şimdiden uyarayım @Bay_Karamsar’ın mesajlarından bile uzun olacak. Genelde film seçmeye de oldukça fazla vakit ayırdığım için izlediklerimin hepsini beğeniyorum. Bu sebeple artık puan da vermeye karar verdim. Bunu yazmayı bitirdikten sonra geriye dönüp diğer yazılarıma da puan verip bir ayar çekeceğim. İlk yazdıklarım aşırı kalitesiz ve kısaymış. Puanımı sinematografi, senaryo ve orijinallik etkileyecek. Bir de filmin yarattığı etkinin filmin bitmesinden sonra ne kadar sürdüğü, film bitince üzerine ne kadar düşündürdüğü de önemli. Mesela buraya yorumunu yazmadığım Seventh Continent bu kriter sebebiyle 10/10 hatta 11/10 falan alıyor.
Ben buraya izlediklerimi yazmaya nisan ayı gibi başlamıştım. IMDB top 250 listesinden film arıyordum. O zamanlar eleştirmenlerin sinema tarihine önemi ve sonrakileri etkilemeleri sebebiyle sürekli eski filmleri öne çıkardığını iddia ediyor ve eski filmlerin çok da kaliteli olmadığını savunuyordum. Bu nedenle izleyeceklerimi IMDB listesinden seçiyor ve bunun da etkisiyle sürekli amerikan sineması izliyordum. Sonra IMDB listesinde görüp izlediğim eski bir japon filmi eleştirmenlere bakış açımı değiştirdi. Bu film Akira Kurosawa’nın Yedi Samuray filmiydi. Buraya 6-7 tane Kurosawa filmi ile ilgili yorum yazmıştım. En sonunda da bir süre ara veriyorum demiştim. İşte şimdi dönüp iki tane daha Kurosawa filmi izledim.
Kumonosu-Jo(Kanlı Taht):
Film Shakespeare’in Macbeth’inden uyarlama. Daha önce Kurosawa’nın Shakespeare’in başka bir eserini(Kral Lear) uyarladığı Ran’ı izlemiştim. Çok da beğenmiştim. Ama bu film çekildiği yıl sebebiyle Ran’ın en güçlü yönüne yani renklere sahip değil. Yine de oldukça başarılı bir uyarlama. Görsel efektler dönemine göre başarılı. Mifune’nin oyunculuğu önceki filmlerinden daha iyi ama sonrakiler kadar iyi değil. Yine de Shakespeare sevenlere japonyada geçen Shakespeare hikayesi ilginç gelebilir.
Puanım 7/10
Tengoku to Jigoku(Yüksek ve Alçak):
En başından belirteyim Tengoku to Jigoku yüksek ve alçak değil Cennet ve Cehennem olmalı. Fazla anime izlemenin faydaları.

Puanım 8,5/10
Ben Kurosawa sonrası da oldukça japon sinemasına merak saldım. Bu sebeple IMDB listesinde üst sıralarda gördüğüm bir diğer eski japon filmini izledim.
Seppuku(Harakiri):
Çok başarılı bir film. Samuray hikayesi gibi başlıyor ama geleneksel bir hikayeden çok farklı bir noktaya evriliyor. Dönemi tam anlamak için biraz japon tarihi bilmek lazım. Film iç savaş sonrasında geçiyor. Bu iç savaşın sonucunda japonyada siyasi birlik sağlanmış ve siyasi birliği sağlayan hanedan dünyadan izole olmaya karar vermiş. Dış dünyayla tüm etkileşimi kesmiş. Bu sebeple ülkede hiç savaş kalmamış. Tabi savaş kalmayınca samuraylara gerek de kalmamış ve eskinin savaş sebebiyle zenginleşmiş samurayları birer birer fakir roninlere dönüşüyor. Hatta bu fakir roninlerin bazıları bu şekilde yaşayacağıma ölürüm daha iyi diyip Seppuku yapıyor. Seppuku harakiri olarak bildiğimiz eylemin törenleşmiş hali. İşte film de bu Seppuku yapmaya karar veren bir ronini konu alıyor. Senaryo biraz The Last Samurai gibi popüler hikayelerin yanlış olduğunu ve bu hikayelerin gerçeğini konu alıyor. Samurayları boş kahramanlık hikayesi olarak değil gerçeğe olabildiğince yakın anlatmaya çalışıyor. Ayrıca son düello sahnesi inanılmaz. Herkese öneririm kesinlikle izlenmesi gereken bir film.
Puanım 9,5/10
Bunlardan sonra japon sinemasından biraz uzaklaştım ve bir süredir izlemeyi planladığım iranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin filmlerini izledim.
Khane-ye Doust Kodjast(Arkadaşımın Evi Nerede):
Çok başarılı bir film. Çekimleri çok beğendim. Hikaye sıradan bir hikaye ama bu hikayenin arka planında İran toplumu hakkında çok fazla şey öğreniyoruz. Çocuğu kimsenin dinlememesi ve ilk dinleyen kişinin başka bir çocuk olması çok ilginçti. Ayrıca filmin çocukla konuşan yaşlı kapıcı(kapı yapan kişi) üzerinden alttan alta İran eleştirisi yaptığını düşünüyorum. Yaşlı kapıcı insanların tahta kapılarını demir kapılarla değişmesinden şikayet eder. Eğer tahta kapılar kötü olsaydı bu kadar uzun süre kullanılmazdı der. Filmin daha önceki bir sahnesinde bir demir kapı yapımcısı görürüz. Demir kapı yapımcısı tavır olarak yaşlı adamın tam zıttıdır ve agresif bir şekilde herkese demir kapı satmaya çalışır. Çocuk konuşmak ister ama çocuğu dinlemez ve gider. Bunları iki yönetim sistemi olarak düşünelim. Eski olan daha iyi çünkü çocuğu dinliyor, nazik yani kendi işini başkalarına zorla kabul ettirmiyor ama yeni olanı zorla eski olanın yaptığı her şeyi silmeye uğraşıyor. Ayrıca yeni adam çocuğu da dinlemiyor.
Sadece çocuğun neden defteri vermeden döndüğünü çözemedim. Başarılı bir film. Yönetmeni merak ediyorsanız bu filmden başlayabilirsiniz.
Puanım 8/10
Nema-ye Nazdik(Yakın Plan):
Bu film beni en çok düşündüren filmlerden biri oldu. Hala gerçek mi kurgu mu bilmiyorum. Kiyarüstemi ilgisini çeken bir gazete haberi okumuş ve bu haberi filme çekmeye karar vermiş. Profesyonel oyuncu yok, haberdeki kişileri bulmuş ve herkes kendini oynuyor. Peki insanların daha önce yaşadığı şeyi tekrar ama kurgulu biçimde oynaması kurgu mu gerçek mi sayılır? Mahkeme sahnesinin kurgu mu gerçek mi olduğuyla ilgili farklı şeyler okudum ama hala tam bilmiyorum. Benim yorumum gerçek olduğu yönünde çünkü sahnenin başında klaketi görüyoruz. Diğer sahnelerin hiçbirinde klaket görünmüyor. Klaket görünmeyen sahnelerin hepsi kurgulu olduğuna göre klaket görünen tek sahne tek gerçek olan sahne olmalı şeklinde bir mantık yürüttüm. Eğer mahkeme sahnesi kurgu değilse buradan gerçek Hüseyin Sabziyan’ı tebrik etmek istiyorum.
Ayrıca o son sahnedeki çiçekle birlikte motor sürülen, gerçeğin ve taklidin sonunda bir araya geldiği sahne inanılmaz başarılı. Filmi beğendim. Tam olarak belgesel ve film arasındaki o ince çizgide duruyor. İzlediğim en değişik fikirlerden biriydi. İzlenmesini öneririm.
Puanım 9,5/10
Ta’m-e Gīlās:
Bu film yönetmenin en popüler filmi. Zaten Altın Palmiye ödüllü. Önceki iki filmde kimse oyuncu değildi ve bu belli oluyordu. Bu filmde iki tane oyuncu kullanmış. Biri arabayı kullanan ana karakter diğeri de müzeci yaşlı adam. İkisi de çok başarılı. En beğendiğim senaryolardan biri oldu. İnsanlar neden filmin adı Kirazın Tadı, hikayede yaşlı adamı etkileyen şey kiraz değil dut demiş. Dikkat ederseniz ana karakterin kendisine kazdığı mezarın başındaki ağaç kiraz ağacı. Adamın en sonunda intihar etmesini beklemiyordum. Film boyunca kendisini vazgeçmeye ikna edecek birini arıyordu. Böyle olmasaydı en baştaki amelelerden birini alırdı. Ayrıca her aldığı kişinin farklı bir ırktan olması da ilginç. Bir Kürt, bir Afgan, bir de Azeri ile karşılaşıyor. Neredeyse bir temel fırkası gibi. Ki filmde bir tane de temel fıkrası anlatılıyor. Sinematografi çok başarılıydı. Hiç yeşillik olmayan çorak bozkırlar aklımdaki güzel görüntü fikriyle pek uyuşmuyordu ama bu filmde çok başarılı çekilmiş.
Herkese öneririm. Çok başarılı diyaloglar vardı. Yani güzel replik alıntılamayı seven arkadaşlar en azından iki uzun tiradı komple alır.
9/10
Bād Mā Rā Khāhad Bord(Rüzgar Bizi Sürükleyecek):
Çok değişik bir film. Konuyu az çok anladığımı sanıyorum ama yine de emin değilim. Sinematografi çok başarılıydı. Bazı sahnelerde film bir şey anlatıyor ama ben ne anlattığını anlayamıyorum gibi hissettim. Ama yine de çok hoş replikler vardı. Kiyarüstemi’nin senaristliğini beğendim. Çok hoş ve felsefi bir sürü replik vardı ve hiçbir yerde bu adam da bunu demez gerçekçi olmamış demedim. Çok felsefi replik olan filmlerde en zor şeylerden biri bu replikleri inandırıcı söyletmek bence. Yönetmenin diğer filmlerini beğenenler izleyebilir.
7,5/10
Bu filmlerden sonra da biraz Türk sineması izlemek istedim ve ilk olarak Zeki Demirkubuz filmlerini seçtim.
Masumiyet:
Çok duyduğum bir filmdi. Zeki Demirkubuz sinemasına da buradan gireyim dedim. Haluk Bilginer inanılmaz bir oyunculuk sergilemiş. Özellikle o meşhur 7 dakikalık tiradı çok beğendim. Bir de filmi bitirince aklıma geldi o tiratta Zagor’un babası yeşilçamda filmciydi diye bir replik geçiyordu. Ama film bitmeden bunları bir araya getiremedim işte.
Bir de filmin biraz yeşilçam eleştirisi yaptığını düşünüyorum. Mesela otelde yeşilçam filmi izlenirken filmde abartılı bir ölüm sahnesi sırasında çok duygu sömürüsü yapmış gerçekte böyle olmaz şeklinde yorumlar duyuyoruz. İleride Bekir direkt kafasına silahı dayayıp tetiği çekiyor hiç uzatılmıypr. Bunun dışında da sürekli yeşilçam filmi izlemeleri bunlar film ama bizim izlediğimiz gerçek hayat, bu filmler gerçekten kopuk gibi de anlaşılabilir.
Senaryo çok güzeldi. Bu film başarılı bir senaryonun düşük bütçe ile çekilse bile beğenilme ihtimali olduğuna örnektir. Bence bir filmde senaryo en önemli şey. Film ne kadar kusursuz çekimlere mükemmel oyunculuklara çok yüksek bütçe ve başarılı görsel efektlere sahip olsa da senaryo zayıfsa o filmi bunların hiçbiri kurtaramaz. Bu filmi de senaryo ve oyunculuklar taşımış. Herkes Haluk Bilginer’den bahsetse de bence filmde başarısız oyuncu yok. Özellikle asıl başrol Güven Kıraç bence en az Haluk Bilginer kadar başarılı. Bence bu filmi herkes izlemeli izlediğim en iyi türk filmlerinden biriydi.
9,5/10
Kader:
Sadece Masumiyet’in öncesini anlattığı yani o meşhur 7 dakikalık tiradın filmleşmiş hali olduğu için izledim. Ki bu izlemek için yeterli bir sebep. Ufuk Bayraktar’ı filmin başlarında çok beğenmemiştim ama film ilerleyip yıllar geçtikçe karakter de değişti ve filmin sonlarında daha başarılıydı. Özellikle en sonlarda Haluk Bilginer’in tiradındaki bazı bölümleri birebir söylediği yerleri beğendim. Ama Masumiyet’teki tiratla çelişen kısımları biraz rahatsız etti tabi. Mesela burada Bekir’in çocuğu olmuş ama Masumiyet’te çocuk lafı geçmiyordu sadece evlendiği geçiyordu. Bir de burada içip içip kendini Kars’ta buluyor. Tiratta Diyarbakır olarak geçiyordu. Gerçi bunu Bekir hangi şehre gittiğini hatırlamıyor sadece Uğur’un yanına gittiğini hatırlıyor olarak yiyebilirim. Vildan Atasever muhtemelen filmdeki en kötü oyuncuydu. Bir de Derya Alabora’yla falan karşılaştırınca iyice kötü duruyor. Masumiyet’i sevenlerin izlemesini şiddetle öneririm.
8/10
Yeraltı:
İlginç bir filmdi. Zeki Demirkubuz genelde Nuri Bilge Ceylan ile kıyaslanılıyor. Çünkü ikisi iki farklı sinema anlayışını temsil ediyorlar. Nuri Bilge Ceylan metaforların ve sembolizmin bol olduğu uzun planlar kullanan filmler çekiyor. Sinematografi senaryodan daha ön planda oluyor. Zeki Demirkubuz ise en ön plana senaryoyu koyuyor. Metafor ve sembolizmden çok elindeki hikayeyi izleyiciye başarılı bir şekilde aktarmaya çalışıyor. Bu yakın zamanda çıkış yapmış ve bir yıla kadar iyi arkadaş olan yönetmenler sinemada farklı iki görüşü temsil ettiklerinden dolayı çok kıyaslanıyorlar. Bu film Zeki Demirkubuz filmi olmasına rağmen Nuri Bilge Ceylan tarzında çekilmiş. Bu ilginçti. Zeki Demirkubuz’un Nuri Bilge Ceylan’ı eleştirdiği ile ilgili şeyler okudum. Serhat Tutumluer’in oynadığı karakterin Nuri Bilge’yi temsil ettiği söyleniyor. Eğer böyleyse çok saçma. Çünkü gördüğüm kadarıyla Engin Günaydın’ın karakteri net bir şekilde Serhat Tutumluer’in başarılarını kıskanıyor. Ama kitap adının Ankara Sıkıntısı olması, ikili arasındaki Üç Maymun mevzusu, oscar bile alırsın repliği gibi şeyler bunu doğruluyor.
Bence Zeki Demirkubuz kendi tarzında iyi ve bunu değişmesi bir hata. Yine de film o tarzda başarılı olmuş. Ben nedense Engin Günaydın’ı hep komedi oyuncusu olarak düşünmüştüm ama burada komediye alakası olmayan bir rolde çok beğendim. Aradaki kurt taklitleri sebebiyle filmden biraz Dr. Jeykll ve Bay Hyde tadı aldım.
Nuri Bilge Ceylan veya Zeki Demirkubuz izliyorsanız önerebileceğim bir film. Aralarındaki tartışmayı izlemek zevkli oluyor. Bu arada henüz Nuri Bilge filmi izlemedim. Sadece duyduklarına konuşuyorum.
8/10
Bunlardan sonra Zeki Demirkubuz’a biraz ara verdim ama ileride dönüp Yazgı ve İtiraf’ı izlemeyi düşünüyorum.
İşe Yarar Bir Şey:
İzlediğim ilk Pelin Esmer filmi oldu. Ayrıca henüz Barış Bıçakçı kitabı da okumadım. Ama bu filmden sonra kesinlikle okumaya karar verdim. Filmi çok beğendim. Pelin Esmer’in filmlerini izleyecektim oyuncu kadrosu sebebiyle bunu öne aldım. Başak Köklükaya ve Yiğit Özşener inanılmaz başarılı oynamış. Öykü Karayel beğendiğim bir oyuncu değil ama burada başarılıydı. Tabi Başak Köklükaya’nın yanında oynamanın şanssızlığını yaşamış. Sonuçta Yavuz’un öldüğünü düşünüyorum. Ayrıca sonda okunan şiir de çok başarılıydı. Yansımadan yapılan çekimleri beğendim. Tek plan masa sahnesi de güzeldi. Ayrıca filmin başında Leyla’nın okuduğu kitap Filmi izlerken resmen cümleleri bir romandan okuyormuş gibi hissettim. Filmi kesinlikle herkese öneririm.
9/10
Tabutta Rövaşata:
Çok duyduğum bir filmdi sonunda izledim. Filmi beğendim. Genelde olayları diyaloglar üzerinden değil görüntüler ve kurguyla anlatmaya çalışmışlar. Bence başarılı da olmuş. Ahmet Uğurlu çok başarılıydı. Tuncel Kurtiz zaten oynadığı her şeyde çok başarılı. Filmin sonuna doğru Rumeli Hisarındaki bekçi Mahsun’u döverken bazı görüntüler görüyoruz. Gördüğümüz görüntülerden biri Mahsun’un gençliğinin falaka vurulurken çığlık atması. Bu demektir ki gördüğümüz şeyler uzun bir süredir tekrarlanıyor ve Mahsun bu hale bir anda gelmemiş. Toplumda kimse Mahsun’a yardım etmemiş onu anlamaya çalışmamış Mahsun da bu yüzden böyle diye görünüyor. Yani suçu topluma atarak bitirmiş. Biraz da Adem ile Havva motifi sezdim. Mahsun Adem, eroin alan kız Havva. Adem iyi biri olmasına rağmen kötü karakter Havva sebebiyle bozuluyor. Tavuskuşu da yasak elma oluyor. Mahsun en sonunda yasak elmayı yiyor ve sahip olduğu her şeyi kaybediyor. Hiçbir şeye sahip olmayan bir insanın bile sahip olduklarını kaybedebileceğini görüyoruz. İzlenmesi gereken bir film.
8,5/10
Kaç Para Kaç:
Bundan sonra biraz Reha Erdem izlemek istedim. A Ay’ı sonra izlerim diyip ikinci filmi olan Kaç Para Kaç ile başladım. Film ilginçti. Ama beğendim. Film para herkesi bozar benzeri bir mesaj veriyor. Baştaki sahnede çocukların para için kavga ettiğini görüyoruz. Ebeveynleri kavgayı ayırıyor. Paranın büyük sayılabilir bir miktar(100 dolar) olduğunu görünce onlar da para için tartışmaya başlıyor. Ama dürüst ana karakterimiz para için tartışmaya girmiyor ve sahibini arayalım diyor. Tabi daha sonra aynı dürüst adam da 438.000 dolar tarafından bozuluyor. Yani güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır sözü gibi bir durum var. Para büyükse en dürüst kişi bile bozulabilir diyor. Mesela iftira attığı çırak bile adamın parasını alıyor.
Vapurda kovalamaca sahnesi ilginçti. Fikri beğendim. Final sahnesi biraz fazla hızlı gelişti ve baya şok oldum. Ne olduğu da tam açıklanmadı. Bence mantıklı olabilecek iki açıklama var. Birincisi adamın paranın kendisini bozduğunu ve yaptığı şeylerin ne kadar yanlış olduğunu fark etmesiyle buna dayanamayıp intihar etmesi. Ama bir ihtimal daha var. Bize film boyunca adamın çok stresli durumlarda bayıldığını gösterdiler. O anda da aşırı stresten bayılması bana olabilir gibi geliyor. Her şeyiyle çok değişik bir film. Tüm oyuncular özellikle de Taner Birsel başarılı oynamış. Bir tek ne ismini ne de karakterinin ismini hatırlamadığım alt komşu çok karikatür gibi geldi. Yine de kaliteli bir film. Genel olarak başarılı. İzlerseniz pişman olmazsınız.
7,5/10
Korkuyorum Anne:
İlkinden daha da ilginç bir Reha Erdem filmiydi. Ve ilkiyle neredeyse hiçbir alakası yoktu. Diğerleri de bunlardan bu kadar farklıysa kesin izlerim. Filmde komedi unsurları da kullanılmış. Ama tam komedi filmi sayılmaz. Filmin sonunda Keten’in korkunca kısa süre önce kendisini sevdiği kızın yanında rezil eden annesini affedip korkuyorum anne demesi çok güzeldi. Filmin ana teması hepimiz korkunca annemize sığınıyoruz gibi bir şey çıkıyor. Çünkü sünnet olan çocuk da korkunca annesini istiyor hafızasını yitiren Ali de hafızası olmamasına rağmen annesini istiyor.
Ayrıca çok beğendiğim bir detayı da yazayım. Çatıda alt komşu çarşafları asarken çarşafları Keten’e verip sen as diyor. Keten istemiyor. Annesi sen as zaten senin çarşafların diyor. İlk anda anlam veremiyoruz ama bu sahne filmin sonunda anlam kazanıyor.
Özellikle Işıl Yücesoy inanılmaz başarılı oynamış. Ali Düşenkalkar da iyiydi. Köksal Engür’ün oyunculuğunu fazla tiyatral buldum. Tiyatroda vermek istenen his en arkada oturanlara bile geçsin diye biraz abartılı oynanır. Ama sinemada oyuncuları uzaktan ve az duyarak izleyen bir kesim yok. Böyle olunca adamın abartması biraz göze batıyor. Bu problemi en çok eski siyah beyaz yeşilçam filmlerinde görüyorum. Film güzeldi. Komedi unsurları güldürmek değil gülümsetmek için konmuş gibi. Filmin en ilginç yönü ise kurgusu. Film boyunca çok ilginç denemeler yapmışlar. Film izlenebilir bir film.
7,5/10
Hangi uygulama bu? Güzel bir arayüzü varmış.
Letterboxd. (20 karakter)