Film, Yerdeniz Serisi’nin 3. ve 4. kitaplarından uyarlanmış. Yönetmen iki kitabı ayrı ayrı işlemek yerine, iki kitabı harmanlayıp kendi kurgusunu oluşturmuş. Kitaplardaki sevdiğim bazı kısımlar atlanmasına rağmen filmi sevdim. Yerdeniz’in atmosferini güzel yansıtmış.
Ateş ve Limon
Takma adları Flammen ve Citronen olan iki Nazi direnişçisinin hikayesi. Çok etkileyiciydi, özellikle Citronen’in kızının doğum günü, karısının onu aldattığını öğrenip gidip adamı bulduğu halde onu öldürmemesi, bir sürü ters köşe ve sonunda Flammen’in intihar ederek Citronen’in de sonuna kadar savaşarak ölmesi… Gerçek bir hikayeden uyarlanmış olmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum. Eğer bu dönemi anlatan eserleri seviyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.
Bugün çıktığı gibi izledim ve çok iyi yapılmış bir filmdi.Bu iki kralın hakkını çok güzel vermişler hele Kong’u o kadar iyi yapmışlar ki Kong Kurukafa adasının kötü etkisini söndürmüş oldular.Normalde 2005 yapımın da olan Kong’u daha çok sevmeme rağmen bu yeni yapımda ki Kong’un hem sevecen hem akıllı hemde bir o kadar komik tavrı ile bence artık bu tasarım ile uzun yıllar devam ederler.Filmin son 30 dakikası muhteşem o yarim saatlik bölüm için bile imdb 8’i hak ediyor.Düşünmeden hemen bulup izleyin.
Serinin tartışmasız en iyisi oldu. Filmi sinemada izleme keyfini yaşayamamız dışında herhangi bir eleştiri bulamıyorum. İnsan dramasının da önceki filmlere göre olmaması filmi daha güzel yapan unsurlardan biri olmuş.
Patrick Ness’in romanından uyarlanan Kaos Yürüyüşü izledim. Yazarın oluşturduğu evren çok güzel. Kitabını kaç kere görüp almıyordum ama film sayesinde alacağım kesinlikle. Tek bir efekt ile çok iyi bir iş çıkarmış yönetmen.
Tom Holland’ın enfes oyunculuğu sayesinde ben bu filmde çok güldüm Filmin konusu çok absürd ama iki başarılı oyuncu sayesinde kurtarılmış denebilir.Keyifli bir vakit için izlenmeyi hakediyor.
Film geçtiği coğrafya üzerinden dönemin çocukluk, gençlik, olgunluk çağlarını sunuyor. Fellini zaten mekan- kişilik oturtmasını en iyi yapan yönetmenlerden. Durumlar karşısında karakterlerin hepsinin statüsüne veya bulunduğu sınıfa göre farklı yorumlarını bulunduruyor. Her şeyi ayrıntılarda gösterdiği için yine faşizm kırıntıları da belli oluyor. Eh, Fellini’yi Fellini yapan da bu zaten: İşlediği her konuyu karikatürize etmek.
‘‘Dedem duvar örerdi,
babam duvar örerdi,
ben duvar örüyorum,
peki evim nerede?’’
Sanırım bir Recep İvedik filmine biyografi etiketi yapıştırıp salsalar sazan gibi atlar ve beğenirim. Biyografi temalı hikayelerin benim için yeri çok ayrı. Çünkü aramızdaki ilişki gerçekten çok garip. Biyografinin, korku türünden sonra en sevmediğim tür olduğunu düşünüyordum. ‘‘Ne yapayım başkasının hikayesini. Ben yetenekli bir senaristin elinden çıkan güzel bir senaryo görmek istiyorum!’’ kafasındaydım. İlk biyografi filmimi hatırlamıyorum fakat onu da yanlışlıkla izleyip çok beğenmiştim. Sonra farkında olmadan en sevdiğim türün biyografi olduğunu fark ettim. İnsanın kendisini keşfetmesi çok çarpıcı bir olay.
Biraz kafa yorunca biyografi filmlerinde asla klişeye rastlayamayacağımız olayı beni cezbediyor olabilir. Veya bizden, içimizden birinin öyle hayatlar yaşamış olması beni derinden etkiliyor da olabilir. Empati kurması daha kolay olmasından kaynaklanıyor da olabilir. Hem, hayatın içinden alınmış ve sadık kalınarak uyarlanmış bir filmde nasıl bir klişe görebiliriz ki? Her hayat farklı değil midir? Yoksa hayat klişenin ta kendisi midir? Klişeden bahsederken klişeye düştüm.
İşin bir diğer komik yanı artık biyografi filmleri bile klişe bir hal aldı. Hollywood için biyografi filmleri; başta faşist, kötü veya mafyaya bulaşmış bir adamın, sonradan FBI’a ötüp ailesi ve kendi adına koruma alması gibi bir olay örgüsüne büründü. Bu temada başlayan filmlerin sonu çok tahmin edilebilir oluyor, ama bir biyografi olduğu için zaten sonunu tahmin edip etmemenin kimse için bir önemi yok. Yine de artık benzer hikayeleri alıp uyarlamaları kabak tadı verdi. Bence daha ilginç, farklı şeyleri uyarlayabilirler. Mesela verebileceğim en iyi örnek ‘‘Don’t F**k with Cats: Hunting an Internet Killer’’ adlı mini dizi olur. Gerçek bir olaydan alınmış muhteşem bir uyarlama. Harika. İşte yenilikçilik budur.
Ben filmin müziğiymiş, görüntüsüymüş falan teknik kısımlarından maalesef anlamam. Bu yüzden genelde sadece oyunculuğa ve kurguya odaklanıyorum. Oyunculuklar yeterliydi.
Bu filme bir tanım bulmam gerekirse ‘‘Hollywood Biyografisi’’ demek isterdim. Gerçi bu aralar pek film izlemiyorum. Belki bahsettiğim tarzda, bir farklılık anlamında biyografi filmleri gelmiş olabilir.
Filmi beğendim. Maalesef. Yine. Umarım bir gün beğenmeyeceğim bir biyografi bulacağım.
Bridge to Terabithia’yı izledim. Çocuk filmi gibi durmasına rağmen herkese hitap eden güzel bir film. Filmi izledikten sonra kitabını sipariş ettim, gelince hemen okumayı düşünüyorum.
Karanlık Kitaplık’tan da çıkacak olması vesilesiyle ilk kez orijinal Japon versiyonunu izledim. Hollywood yapımı The Ring’i biraz tırt buluyorum şahsen. Ama Ringu inanılmazmış.
Aslında diyalogları ve oyunculuklarıyla o kadar da iyi bir film değil ve bu nasıl olduysa (benim açımdan) gerçekliğini artırmış. Tamamen sıradan insanların başına gelen korkunç şeylerin etkisi film bittikten sonra kendisini hissettiriyor.
Bir iki yerde gerçekten korkuttu üstelik. Böreğimi ağzıma tıkmamla Sadako’nun çıkışı aynı ana denk geldi, neredeyse boğuluyordum. Öbür tarafa bir uğrayıp geldim. ://
Delibalı Filmini izledim bu film ruh hastasın birinin bir kıza aşık olması ve evlendikten sonra kızı kendi ruh sorunu yüzünden incittigini anlıyor ve intihar ediyor.(ağlamayı sevmeyenler izlemesin)