The Batman
Mükemmel bir atmosfer yaratmışlar. Robert Pattinson çok güzel oynamış. Oyunculuklar genel olarak çok iyi denecek seviyede. Filmin sanat yönetimi çok hoş.
Psikolojik gerilim noktasında bana sinemada olduğumu unutturdu. Bağırmak istediğim bir yer vardı.
Aşmış bir Batman değil, bocalayan bir Batman izliyoruz. Travmaları olan insanların manipüle edilmeye ne kadar müsait olduğunu, Batman gibi korkuların ötesine geçtiğini iddia eden bir karakter üstünden işlemişler.
Filmin çekiminde baktığımız nesneler net şekilde gözükürken, arka plan daha bulanık kalıyor. Öfke ve korku ile dolu Batman de olaylara aynen böyle bakıyor. Kim nereyi gösterse sadece orayı görüyor. Öfkesini yöneltecek ufak bir nokta arıyor; o müthiş dedektif zekası öfkesinin, intikam arzusunun altında eziliyor. Olayları çözmekte zorlanıyor.
Batman, Batman’in mücadele ettiği bir kötü olabilirdi. Sevdiklerini kaybetme korkusu yüzünden, bağ kurma konusunda hep sorun yaşayan bu karakteri, kötü birine dönmekten alıkoyansa yine o sevdiği insanlar oluyor. Batman hikâyesini bu yüzden, yani korkularımızın esiri olursak nasıl birine dönüşeceğimizi gösteren bir hikâye olması açısından seviyorum.
Bu filmdeki Batman; aşmış iradesiyle, insanüstü psikolojisiyle veya uç noktadaki prensipleriyle değil daha insansı bir yönle baş ediyor sorunlarıyla.
Yaptıklarının iyi bir etkisi olmaması, aksine kötülerin işine yaraması bu yüzden kendini sorgulaması, tüm devrimlerin bir şekilde tekrar kötülere hizmet etmesi hayatın bir gerçeği. Yine de bir fark yaratmak için pes etmek yerine; değişmeyi, intikam arzusu yerine başka bir motivasyonla yola devam edebilmeyi çiğ olmayacak bir şekilde hikâyeye yedirmişler.