En Son İzlediğiniz Film?


Filmine çok hayran kalmadım ama oyunu okutmaya iteceği kadar merak ettirdi ve sevdirdi. Film şöyle iyi, böyle iyi gibi çok bir şey diyemeyiz herhalde, diyalogları renkli, bir çiçek kadar güzel bu film. Doğal, sade bir ihtişamı var. Filmin sonlarına doğru kadraj Macbeth’den biraz kayınca, yeni karakterlerin tiratlarıyla sıkılmış olsam da oraları da gerek görüntüsüyle, gerekse teatral estetiğiyle kurtarıyor. Ekran görüntüsü aldığım filmler bir elin parmağını geçmez, The Tragedy of Macbeth’de onlardan birisi oldu.

Filmden tablo gibi birkaç enfes sahne:



5 Beğeni

2 bölum izleyip on hold’a almistim. Bir ara bitirdigimde yorumlarimi iletirim.

1 Beğeni

Yanlış bir imajı olan ve hakkının yendiğini düşündüğüm bir filmden bahsetmek istiyorum. Bugün Temel İçgüdü’yü izledim. Gayet keyifli ve başarılı polisiye-gerilim filmiymiş. Cüretkar sahnelerinin 92 yılında sansasyon yaratmış olması anlaşılabilir. Ancak günümüz izleyicisi için normal karşılanacak dozda olduğunu düşünüyorum.
Aslında burada bir parantez açmam gerek. Diziler, fllmler cinsellik sosuna bulandıkça odak noktasını kaybediyor bence. Hikaye akışına ya da karakter gelişimine hizmet etmeyen lüzumsuz cinsel içerikli sahne gördüğümde projeye olan saygımı kaybediyorum. Temel İçgüdü’yü bu açıdan başarılı buldum.

Bence iki farklı katil var. Buz kıracağı ile işlenen tüm cinayetleri Sharon Stone işledi. Psikolog kız hakkında doğru söylediğini ve tabanca ile işlenen cinayetler konusunda psikoloğun suçlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü psikoloğun evinin karşında spor yapan kadınların olduğu bir yer var. Onları izlediğinin ima edilmesi cepte, saçını sarıya boyatmış, evliyken kız arkadaşı olduğu dedikoduları varmış. Filmin başında ölen adamla tanışıklığı var. Catherine ile tanıştıktan 6 ay sonra bir partide karşılaştıkları ifade ediliyor. Saplantılı olan Beth bence, kocasını öldürerek Catherine’in dikkatini çekebileceğini düşünmüş olabilir. Üniversitedeki taciz dosyasının ortaya çıkmaması için de polisi öldürmüştür. Polisin bununla şantaj yaptığını düşünüyorum.

Devam filmini bilmiyorum ama dedektif Nick’i önünde sonunda öldürecek. Yatağın altında saklı olan buz kıracağı zamanını bekliyor.

Psikolojik gerilim türü tercih etmem genelde. Ön yargılarıma rağmen çok beğendiğim bir film oldu.

1 Beğeni

Üç haftadır her pazar verilen Matrix filmlerinden sonuncusunu, geçen pazar günü 360tv’ de Matrix: Revolutions izledim. Gözlerimde bir damla yaşla. :slight_smile:

matrix-revolutions

4 Beğeni

image
Sevmek Zamanı’nı izledim. Yıllar sonra ilk defa bir Yeşilçam filmi izlemiş oldum. Filmde bir resme aşık olan bir adamın, resimdeki kadınla tanışmasını ve bunun akabinde gelişen olaylar anlatılıyor.

Filmin kısa bir kesitini Youtube’da görünce hemen filmin tamamını izledim ve çok beğendim. Bugüne kadar bu filmle nasıl karşılaşmadım bilmiyorum.

10 Beğeni

Apollo 10.5: A Space Age Childhood (2022)

Waking Life ve A Scanner Darkly’den hatırlayabileceğimiz Richard Linklater’in yine aynı tarzda rotoskop animasyon kullanan bir işi olmuş. “Güvenilmez anlatıcı” konseptini kullanan bir film olduğu, filmin bir sahnesinde karakterin fen dersinde okula ödev götürmemesiyle ilgili yaptığı açıklamadan çıkartılabiliyor ama Ay’a yolculuk kısmının kapladığı kısım, genel olarak 60’lardaki hayatın anlatıldığı kısma oranda o kadar kısa yer kaplıyor ki filmi Apollo projesine bağlamaları çok gerekli miydi, yorumunu yapamadım. Çok da karşılaştırma isterseniz Holes yada Hearts in Atlantis hoşunuza gittiyse bu da gidecektir. Film genel olarak iyi hazırlanmış. O döneme ilişkin bulabildikleri her tür görüntünün rotoskop kaydını almışlar ve dönemin hissiyatını çocukların gözünden iyi vermişler. Özellikle sinek ilaçlama kamyonetinin arkasından koşanlar yada tabiri caizse İstiklal marşı ile televizyonu açıp kapatmak gibi mevzular üzerinden 80’ler sonu 90lar başında aslında 60’lar Amerika’sı hayatı yaşadığımızı hissettirmesi güzeldi. Filmle ilgili en büyük eleştirim 1-2 dakikalığına “ya Ay’a gideceğimize neden siyahi kardeşlerimize yardım etmiyoruz?” diye liboş saçmalaması yapması ve yine liboşluk ayağına 1-2 dakikalığına Malthus teziyle kafa bulmaya filan getirmesi. (Özellikle bu kısımda “ne yani, açlık, ekonomik gerileme ve çevre felaketleri yaşamıyoruz yani, OK!” tepkisi vermek geldi içimden.) Bu 1-2 kısmı saymazsak ayırdığınız zamanın hakkını veren iyi bir film.

3 Beğeni

Waking life çok farklı, başarılı bir filmdi hatta film demek bile tuhaf kaçar.
Bunu da listeme ekledim, teşekkürler.

1 Beğeni

Zamanda Yolculuk temasını böylesine güzel işleyen bir film bulmak çok güç. The Jacket da beklentilerimi sinuna kadar karşıladı. Oyunculuklar, kurgu ve hikaye her şey 10 üzerinden 10. Filmdeki birkaç güzek söz de çok hoşuma gitti ve paylaşmak isterim.

Öldükten sonra yapmak isteyececeğin tek şey vardır; geri dönmek.

- Zayıfladınız mı Bay Jack?

- Belki de rüyalarımda kilo kaybediyorumdur.

11 Beğeni

Why Him (2016)


Okumuş olduğum bazı yorumları kenara bırakarak tamamıyla önyargısız bir şekilde izledim ama yine de hayatımda izlediğim en berbat, en saçma, en zorlama senaryoya sahip film oldu. Bu deneyimi benim gibi yaşamak isterseniz, sizi bu filmi izlemeye davet ediyorum.
Bu filmin bana çok büyük bir artısı oldu. Sayesinde beğenemediğim film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Senariste ve Netflix’e teşekkür ediyorum. Sağolsunlar sinemaya bakış açımı değiştirdiler.

4 Beğeni

The Batman

Bazı günlük yaşam koşuşturmacaları sebebiyle filmi son haftası gibi izleyebildim. Çok özet geçmek gerekirse ne Nolan’ın ne de önceki diğer Batman filmleriyle kıyaslanmaması gereken bir film. Batman mitosuna hep sadık kaldığı hem dekonstrüksiyona uğrattığı kısımlar var, fakat bunlar illa bir kıyas gerekecekse DCEU Batman’ından daha tutarlı değişiklikler. Benzer şekilde Batman külliyatındaki favori iki filmim Batman Returns ve Batman Begins olan birisi olarak bu filmi onların yanına yazabileceğimi, filmi totalde onlarla kıyaslamayacağımı fakat filmin yaratılan Batman portresi, senaryo, müzikler yada görüntü yönetmenliği olarak bu ikisinden de daha iyi olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim.

Bu Batman filmi hakkında duyduğum herşeye nötr kalmaya çalışsam da filmin süresinin 3 saate yakın olduğunu duyduğumda bu kuşkusuz benim için bir merak unsuru olarak yansıdı ve filme bu sürenin ne kadar verimli kullanıldığını görmek adına gittim. Söylemem gerekir ki, süresini bu kadar verimli kullanan çok az film izledim. Hatta şöyle söyleyeyim, film 1-2 saat daha uzun olsa salondan yine sıkılmadan çıkardım. Bunu, kendisini ne DC çizgiromanlarının ne de genel olarak Batman mitosunun bir hayranı olarak tanımlamayan birisi olarak söylüyorum ki yanlış anlaşılma olmasın.

Bu Batman filminde başrol karakter Gotham şehrinin kendisi aslında. Yozlaşmanın net bir kaynağı yok, fakat sorun yozlaşmanın ta kendisi. Riddler’in, Seline Kyle’ın ve Batman’ın verdiği mücadele farklı yöntemlerle bu yozlaşmaya karşı kendi duruşlarını ortaya koyan insanlar olarak bu filmin konusu içinde girdikleri çarpışma rotasının da özeti aslında. Film size “şu haklı” , “şu kötü” yada “şu durdurulmalı” demiyor. Olması gereken de bu.

Bruce Wayne kimliğini denklemin dışında bırakan, hakeza onun Batman’e dönüşüm sürecinde League of Assasins’in rolünü de olasılık dışına çıkartan bir film var. Film bu açıdan Begins’in oldukça uzağına düşüyor ama öte yandan Batman’ın suça karşı mücadelede durması gereken son sınır konusunda hala bocalayan, adam döverken sırtından vurulan yada sopa yiyen (ki onlarca yıldır bilgisayar oyunları ile içli dışlı olan birisi olan birisi olarak bu tür sahnelerin içimi ne kadar ferahlattığını betimlemem güç) birisi olarak bu Batman önceki tüm beyazperde inkarnasyonlarının aksine en empati yapılabilir noktadaki Batman portresi olarak zihnimde iz bırakmayı başarıyor.

Filme damga vuran en önemli isimler bana göre John Turturro ve Paul Dano, özellikle Paul Dano, Zodiac Killer’ı bir amaç uğruna cinayet işleyen ve tüm gücü zihni olan, asperger sendromu yada genel olarak empati duygusu ile ilgili problemleri olan otizm spektrumlu bir birey olarak bu karakteri yorumlaması, yıllar boyunca Golden Age çizgiromanlarının kafa yapısından çıkamamış Riddler portrelerinin yanında mükemmel bir yorum örneği olarak bence ne Joker ne de diğer bütün önceki Batman villainlerinden çok daha iyi bir iş çıkartmış. Kaynak materyale sadık kalınmaması bende sıkıntı yaratmadı. Karakter yorumlanması esnasında o kurgunun genel versiyonunu eğer ki içinden çıkartılırsa eksik bırakacak şekilde derin izler bırakabiliyor mu, yansıtılış biçimi karakterin mücadelesini 1-2 cümle ile özetlenebilecek kofti bir gerekçenin dışına çıkartabiliyor mu, mimikler ve ses tonu olarak karakter ne denli izleyiciye işliyor, benim baktığım kriterler bunlar ve The Batman bunların tümünde Paul Dano’nun adeta ikonlaştığı bir iş çıkartıyor. Bu arkadaşın izlemediğim tüm filmlerini üst üste koyup izlemeye karar vermeye anında ikna etti beni, öyle diyeyim.

Robert Pattinson’un Bruce Wayne olarak değil ama daha yolun başında bir Batman olarak filme hayati derecede iyi uyum sağladığını ve onun yolculuğunun devamı hakkında izleyicide merak duygusu yaratabildiğini kolaylıkla söyleyebilirim. Bu Batman portresi Batman’e daha önce beyaz perdede tanık olmamış kitleyi de, çocukluğundan beri Batman ile büyümüş kitleyi -kişisel kanımca- çok başarılı şekilde aynı potada eritebiliyor. İzlediğim salonda liseli gençler de, benden 10-20 yaş büyük insanlar da vardı ve tümünün filmden gözlerinde bir ışıltıyla ayrıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Olması gereken de bu. 10 yıllık yeni bir yolculukta karakter gelişimini ve duruşunu sağlamlaştırdığını adım adım gördüğümüz bir Batman görmek eminim filmi izleyen herkesin şu an temenni ettiği şey. Bu bağlamda Riddler’in tüm gizemlerini onun çözmemesi, binanın tepesinden baktığında bir an ürkmesi, paraşüt açtığında hedefi tutturamayıp düşmesi yada millete dayak atarken sopa yiyip kurşunlanması bende zerre eksi yaratmadı, aksine olumlu bir iz bıraktı bile diyebilirim. Gerçi bu Batman mitosuna ne kadar muhafazakar baktığınızla ilgili değişecek rasyonel bir yargı olacaktır. Zira farkında olmalısınız ki, önümüzde tek bir Batman stereotipi yok, “Batman olsa şunu yapardı” yada “Batman şunu asla yapmazdı” şeklinde yargılara girmemiz de sadece uzun ve kısır bir tartışma olur. Önümüzdeki eser MCU Spider-Man’ının aksine o stereotipin içini boşaltmıyor, aksine ona yeni bakış açıları getirmemizi, onu gerçekten önemsememizi sağlıyor, zaten önemli olan da bu.

Filme yakıştıramadığım şeyleri madde madde özetlemem gerekirse:

-Riddler’ın yakalanışı ve Penguin-Batman kovalamacasının kesinlikle fragmana konulmaması gerekirdi. Bu sahnelerde “biz bu kısmı nasılsa gördük” etkisi yaratıyor maalesef.
-Seline Kyle’ın varlığını “genellikle başarılı” bulsam da Mad Max: Fury Road filminde bilinçaltımda oluşturduğu “filmin kadrosuna torpille girmiş manken” imajını bende hala tam olarak yıkamadı. Hele Gotham’daki yozlaşma için beyazları suçladığı 5-10 saniyelik bir sahne var ki neden kurguda atılmadı, aklım almıyor. İçinizden 5’e yada 10’a kadar sayıp kendinize unutturabileceğiniz bir sahne bu, yani The Last Jedi’deki Luke’un diyalogları gibi filmin üzerine tezek çuvalı boşaltır gibi iz ve koku bırakan ağırlıkta bir eksi de değildi fakat bu filmde buna ihtiyaç var mıydı gerçekten diye sormamak içten bile değil. Filmin mesajı zaten halkın her kademedeki zaafları sonucu Gotham’daki yozlaşmanın bu noktaya gelmesi üzerinde ilerliyorken bu replik kimsenin şikayet etmeye kolay kolay cesaret edemeyeceği türden bir ırkçılık örneği bana kalırsa. Benzer şekilde yeni belediye başkanının filmin sırf azınlık mensubu bir kadın olduğu için özel bir çaba ile sıvanıp parlatılır gibi olduğu bir iki sahne var ki filmin yarattığı gri Gotham portresine sanırım en ters düşen kısımlar bu, oysa bu karaktere fazladan birkaç diyalog yada telefon konuşması daha verilerek izleyicinin aklına kurt düşürülebilir, Gotham’ın geleceği konusunda umut olup olmadığı konusunda gerçekten ümitsiz olması sağlanabilirdi. Senaristlerin politik doğruculuk adına bu riske girmemeiş olması maalesef şimdilik düşük önem arzeden ama sonraki filmlerde seyir zevkini düşürebilecek türden bir dizayn seçimi olmuş.
-Penguin karakterine o kadar yükselmedim, hatta Penguin karakterini Alfred, Alfred’i de Penguin’in oyuncusunun oynaması gerekirken alenen bir inatla yanlış bir yan karakter casting’i ile sonuca gitmeye çalışıldığını düşünüyorum. Fakat bu da filme bakışımı gölgeleyebilecek bir eksi olmadı son tahlilde.

Filmle ilgili spoiler vermeden görüşlerimi bu kadar anlatabilirim ama son tahlilde Rogue One: A Star Wars Story’den bu yana sinemadan en yüksek tatminle döndüğüm filmin bu olduğunu söyleyebilirim. Görüntü yönetmenliği ve müzik alanında da zaten Rogue One’da çalışmış isimlerle çalışılması da takdir ettiğim bir prodüksiyon kararı oldu. Çok özetle, film ayrılan her kuruşu hakeden, iyi bir film. Sadece tek boyutlu bir kahraman - villain kavgasının önüne geçebilmiş, teknik anlamda nitelikli, başrol karakterin macerası konusunda kritik riskler alma cesareti olan ve Dune’un aksine hoyratça gömmeksizin saatlerce uzunlukta bir arkadaş sohbetine konu olabilecek bir film olmuş diyebilirim.

Filme notum: %90

bonus:

14 Beğeni

Her Şey Her Yerde Aynı Anda

Bu filmi izleme imkanı olan herkes izlemeli. Vizyondayken kaçırmayın derim.

6 Beğeni

4 Beğeni

Şu kısa videoyu gördükten sonra izlemeye karar verdim. Komedisi bol güzel bir filmdi. Belaltı espirileri ve romantizm sahneleri fazla olmasa daha da iyi film olabilirmiş bence. Telefon bağımlılığını süper bir şekilde anlatıyor ve de iyi alay ediyor.

3 Beğeni


Baya hoşuma giden bir yapım oldu. Herkese öneririm.

Filmi tanımlayabileceğim keliemeler bulamıyorum maalesef izleyince anlarsınız.

4 Beğeni

Hamit Bey ben de dün izleyebildim. Yorumlarınızın çoğuna katılıyorum ama benim de artı ve eksilerimi yazmam gerek diye düşünüyorum.

Önceliklr Batman serisinin en zevkli filmlerinden oldu bu film. Batman’in polisiye tarafının çokça işlenmesi hoşuma gitti.

Diğer yandan filmin 3 saat olmasına çok sevinirken bir yandan da acaba ne kadar şey anlatılacak diye merak ediyordum. Ama umduğumu bulamasam da Batman karakterinin o durağanlığı ve bakışlarının ardında sakladığı derinlik çok iyiydi. Hani nasıl desem 3 saatin 1 saati Batman’in bu pozlarına verilmiş gibi hissettirdi. Tabii bu olumsuz bir etki yaratmadı bende aksine çok iyi buldum.

Filmdeki bazı sahnelerin ve müziğin birbirleriyle uyumu harikaydı. Özellikle Batman’in Penguin’e doğru yürüdüğü ters sahne müthişti.

Olumlu anlamda verdiğiniz %90 puanı ben de verebilirim kısaca. Fakat geride kalan %10’luk eksiler de şunlar diyebilirim;

  • Finali aceleye getirmiş gibiler sanki.
  • Batman’in de dokunalmaz olmaması iyi bir detay olsa da silahlı düşmanların her mermiyi zırhına sıkması da çok gülünç.
  • Kedi Kadın maskeli adam tarafından öldürülmek üzereyken Batman’in kendisine kimyasal bir ilaç vermesi ve bu etkinin sadece o adam için sürmesı de çok iticiydi.
  • Batman’in son kısımlarda elektrik kablosuna atlayıp onu kesmesi de bayağı bir içi boş sahneydi bence. Çok önemli bir şey yapacak gibi ya da olacak gibi gösterip cok basit bir şeyin yapılması da ne bileyim. :joy: Atlasın kessin işte.

Kısacası benden de bu kadarr. :slight_smile:

2 Beğeni

Oh vermişsin spoilerları denetmen bey :slight_smile:

2 Beğeni

Ya siz izlemediniz mi? İzleyince anlarsınız spoiler olamayacak kadar masum şeyler olduğunu. :joy: Ama yine de blurladım artık.

2 Beğeni

Yok henüz izlemedim. Önemli sahneler değilse sorun yok zaten :slight_smile:

2 Beğeni

İzleyelim de neden izleyelim? Onu da bi açıklasan süper olurdu. :slight_smile:

2 Beğeni

Kesinlikle değil ya bahsettiğim sahneler o kadar kötüydü ki filmi bir anda çöpe atabilirdim.

2 Beğeni