Orada dini bir gönderme olabilir diye düşünüyorum vaftiz edilme gibi oradan yeni bir karakter olarak çıkabilir. Aklı sadece intikamda olan birisi o andan sonra yeni bir karaktere, benliğe evrilebilir.
Film sıradışı bir anlatım ve kurguya sahip. Normalde birçok filmde lineer olmayan kesit kesit işlenen, yani zamansal farklılığa sahip olayların bütünsel olarak aktarılmasıyla işlenen nonlineer hikaye anlatımı görürüz. Örneğin, Pulp Fiction. Bu filmin ise aktarmak istediklerini aynı anda birçok nonlineer şey olurken lineer olan hikayeye hizmet edicek şekilde bütünleşerek anlatmayı başardığını görüyoruz. Bu filmin eccük teknik analizi ve anlaşılmaz kısmı. Şimdi anlaşılır kısımlarından bahsedeyim daha sonra da neden benim için kişisel bir yöne evrildiğini anlatmaya çalışayım.
Hiç aldığınız kararları sorgularken farklı bir şeye yönelseydiniz hayatınız nasıl olurdu diye düşündünüz mü? Eskiden zevk aldığınız şeylerin anlamını yitirdiğini, dinlediğiniz müziklerin eskisi kadar hoş gelmediğini, duygularınızın eskiden verdiği hazzı veremediğini ve bir şekilde bir şeylerin yanlış olduğunu düşündüğünüz anlar oldu mu? Film bir çoklu evren anlatısı ve evrenlerarası bir problem ortaya çıktığı için tüm evrenlerin geleceği tehlikeye giriyor. Bunun üzerinde temellenen bir hikaye var; ancak, filmde alternatif yaşamlarını yaşantılamak zorunda kalan bir karakter ve etrafındakilerin içine düştüğü tüketim toplumu içerisinde Aslı Ildır’ın dediği gibi her şeyin hiçbir şeye evrildiği bir noktaya sürüklenip boşluk içine düşen ‘‘insan’’, 3 nesil arasında yaşanan iletişimsel krizlerin toplumsal varsayımlar gölgesinde nerelere uzandığı üzerinden ve cinsiyet perspektifinden işleniyor. Bolca absürt komedi unsurunun olduğu bir bilimkurgu izliyoruz ancak film içerisinde çok güzel ve ince şekilde işlendiğini düşündüğüm aile ve birey draması var. Benim için kişisel olmasının sebebi bu. Sürekli bir şeylere maruz kalıp tüketmem dikte edildiği bir çağ içerisinde beynim çatlamasın diye mücadele veren ve nesiller arasındaki iletişim kopukluğundan dolayı paylaşımda bulunamadığım bir yalnızlık yaşayan bir haldeyim. Eski nesillerin yalnızlığının üzerine bir de tüketim çağının eklendiğini söylemek istiyorum yani. Film bunu çok güzel işliyor.
Hayatta bazen keşkelerimiz ve acabalarımız ile birlikte izlediğimiz filmlerde bunlara dair yansımalar aradığımız olur. Yönetmenler bunu çok güzel analiz edip kendi yukarıda bahsettiğim anlatılarını oluştururlarken karakterin alternatif yaşantılarını bugüne kadar hayatlarında etkiler bırakmış filmler üzerinden yapmışlar. Bu da çok güzel bir bakış açısı. Bunu da ek olarak belirtmek istedim.
Sonuç olarak kıyıdan köşeden sinemaya merak salmış birisi olarak hayatım boyunca izlediğim en kişisel filmlerden biri benim için. Herkese de tavsiye ederim yalnız bel altı sahnelerin olduğunu belirteyim, benim girdiğim salondaki neye uğradığını şaşıran bazı insanlar gibi olmayın sonra diye uyarıyorum.
Gece Yarısı Kütüphanesi’nde bulamadıklarımı bulabileceğim bir filme benziyor. En kısa sürede izleyip yorumlarımı yazarım. Detaylı yanıt için de teşekkürler.
Bakalım izlenirse bolca da konuşmak isterim ama sohbeti döner mi burada bilmiyorum. Forumdan kimler izledi, izleyecek acaba?
Ben de filmi az önce izledim.
Diyeceğim tek şey: Batman karanlıkta önünü görmek için fener kullanıyor.
Yazıklar olsun…
Burası tıpkı ben
Evet o detayı unutmuşum. Dar ve zifiri karanlık koridordaki sahneyle o kısım çok saçma olmuş.
“Hay lanet olsun! Benim bildiğim Batman karanlıkta görür! Asla sopa yemez! Şehirde on kaplan gücündedir! Hatta malafat uzunluğu filanca cm’dir!”
Batman’ı şu an çizgiromandan takip etmeyi bırakma sebebim de bu mentalite zaten.
Elinize sağlık, o kadar ilgi çekici bir inceleme yazmışsınız ki hemen yeni sekme açıp seanslara bakmaya başladım.
En son izlediğim film, ödüllü Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi olan “Ahlat Ağacı”.
Ahlat Ağacı, yönetmenin olgunluk eseri konumunda. Bu filmde, diğer filmlerine nazaran daha fazla diyalog kullanmış. Çok uzun (3 saat 8 dakika) ama sıkılmadan izlenebiliyor. Ben beğendim… Özellikle ezik-pasif bir aile reisini canlandıran Murat Cemcir’in filmdeki oyunculuğu, bir hayli etkileyici.
Ahlat Ağacı, yönetmenin daha önce çektiği ve eleştirmenlerden olumlu not alan “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Kış Uykusu” filmlerinden daha da iyi bir film olmuş bence…
Nuri Bilge Ceylan’ın şu ana kadar 5 filmini izledim. (Uzak, Üç Maymun, Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu ve Ahlat Ağacı)… Her filminde, bir yönetmen olarak kendisini geliştirdiği görüşündeyim. Her yeni filmi, bir önceki filminden daha iyi oldu. Gitgide çıtayı yükseltti.
Şu anda “Kuru Otlar Üstüne” isimli yeni filminin çekimleri devam ediyormuş. Filmin 2023’te Mayıs ayında vizyona girmesi bekleniyormuş. Film, Anadolu’nun uzak bir köyünde zorunlu görevini tamamlarken İstanbul’a atanmayı bekleyen bir genç öğretmeni konu alıyormuş.
Nuri Bilge Ceylan, filmlerinin senaryosunu genelde eşi Ebru Ceylan’la birlikte yazar… “Kuru Otlar Üstüne” filmininin senaryosu da, yine eşiyle kendisine ait. (Akın Aksu da senaryoya destek veren bir diğer isim)… Filmin süresi çok uzun olacakmış.
Sabırsızlıkla bekliyoruz “Kuru Otlar Üstüne” filmini…
Black Widow’u izledim. Genel olarak ortalama bir filmdi.
Natasha Romanoff’un sırlarla dolu geçmişini ve ailesini öğrendik. Film Natasha’dan çok Yelena filmiydi. Yelena yeni Black Widow olarak seçildiği için bu durum sıkıntı değildi, film bir nevi bayrak devir töreniydi. Yelena karakterini Natasha’dan biraz daha başarılı buldum, eğlenceli ve güzel bir karakter. Ayrıca Red Guardian karakteri de çok iyiydi, Kaptan Amerika ile ikisini bir yapımda görseydik güzel olurmuş.
En son The Power of the Dog’u izledim. Biraz sıkıldım, genelde bu tarz filmleri sevmiyorum zaten ama eleştirileri okuyunca sevdiğim bazı yönleri oldu.
Captain Fantastic
Bir adam çocuklarını okula göndermeyip ormanda hepsini birer filozof gibi yetiştiyor, sistem karşıtı çok güzel bir film.
Psikolojik gerilim türündeki bu filmi “Yavaş yavaş delirdim, kimse fark etmedi” cümlesiyle özetleyebiliriz.
Mima Kirigoe bir pop idolüdür. Oyuncu olmak için şarkıcılık kariyerinden vazgeçme kararı almıştır. Popülerliği yakalamak için sektörün birtakım gereklilikleri vardır.
Reytingleri artıracak bir tecavüz sahnesinde oynamak veya dergilere çıplak pozlar vermek gibi… Mima bu yaptıklarından sonra kendini tanıyamamaya başlar. Acaba gerçek Mima kimdir? Pembe elbisesinin içinde mükemmelleştirilmiş o şirin pop şarkıcısı mı? Yoksa oyuncu olmak için “pis işleri” yapan mı?
Bir de takıntılı hayranı vardır Mima’nın, Me-mania adında. Me-mania’nın odası pop şarkıcısı Mima’nın posterleriyle kaplıdır. Me-mania, Mima’yı takip eder, “Gerçek Mima”nın ona e-posta yazıp yardım istediğine inanır ve Mima adına bir web sitesi açıp her gün onun ağzından yazılar yazar.
Oyunculuk işine başından beri karşı çıkan menejeri Rumi, Mima’ya bu websitesini göstermiştir. Bu şekilde üç kişi -Mima, Rumi ve Me-mania- paylaşılmış bir psikoz yaşamaya başlarlar. “İdol Mima”, adeta hayalet gibi bu üç kişinin hayatına girmiştir. Me-mania’yla konuşup emir verir, Mima’nın karşısına çıkıp hesap sorar ve Rumi’nin… Neyse… İzleyip görün.
Filmde kullanılan teknik, özellikle filmin ikinci yarısında Mima’nın gerçeklik algılarını yavaş yavaş yitirişini size de yaşatıyor. Sahneler aniden kesiliyor. İzlediğiniz sahne gerçek mi yoksa rüya mı anlamak zorlaşıyor. Filmdeki bazı sahneler oldukça sanatsal ve akılda kalıcıydı. Kendini Mima sanan Rumi’nin gerçek Mima’yı kovalarken vitrine yansıyan yüzü… Rumi’nin kamyon çarpmak üzereyken, farları sahne ışığı zannedip kollarını kaldırması…
Ekşi Sözlük’ten öğrendiğime göre Darren Aronofsky bu animenin tüm haklarını satın aldıktan sonra küvet sahnesi ile kulüpte geçen film çekim sahnesinin bir benzerini Requiem For a Dream filminde kullanmış ve animenin genel temasından esinlenerek de Black Swan filmini çekmiş. Zaten bu filmleri izlediyseniz benzerliği fark edebiliyorsunuz. (Ben henüz Black Swan’i izledim bir tek.) Yalnız izlerken Evanescence’ın bir şarkısı/klibi de çağrıştı sanki: Everybody’s Fool. Acaba klibin yönetmeni bu animeden esinlenmiş olabilir mi?
Türün sevenlerine şiddetle tavsiye ediyorum bu filmi.
Perfect Blue kadar etkileyici değil ama başka bir Satoshi Kon filmi olan Paprika da Inception’a benziyor hatta ayna kırılmasına benzeyen bir sahne var tamamen aynı.
Ömrünü bir sevdaya, arayış ve umuda adamak ve hepsini bir anahtara sığdırmak…
Film, bir belgeselci ve kameramanın, inzivaya çekilmiş yaşlı bir oyuncunun evine röpörtaj yapmak için gitmesiyle başlar. Belgeselci, oyuncunun hayranıdır ve delicesine heyecanlıdır. Ayrıca belgeselcide oyuncuya ait bir nesne vardır: eski bir anahtar. Yaşlanmasına rağmen güzelliğini koruyan oyuncunun içinde her daim genç kalan duygular anahtarla birlikte bir kez daha ortaya çıkar. Yaşlı kadın hayatını savaş yıllarında geçen çocukluğundan itibaren anlatmaya başladığında, kameraman ve belgeselciyle birlikte uzun bir yolculuğun içine gireriz.
Aktristin çocukluğu, oynadığı filmler; filmlerdeki ninjalar, geyşalar, samuraylar, prensesler ve askerler; filmlerin içi ve gerçek hayat; geçmiş ve şimdi iç içe akar. Görüntüler bir pergelin ayağı gibi tarihleri ve yerleri dolaşırken, sabit ayağı ise daima taze kalan bir aşk ve arayıştadır.
Bittiğinde gözümden yaşlar süzülüyordu. İyi ki böyle bir film var.
Filmden sevdiğim replikler:
Dolunay yarın sanırım. Ama ben ayın bu zamanını daha çok seviyorum. Dolunay ertesi gün küçülmeye başlıyor ancak 14. geceki ayda yarın var. Yarın denilen umut var.
Sonuçta ben, onun peşinden koşan kendimi seviyorum.
The Fountain
Her zaman karşıma çıkan ama konu türüyle ilgimi çekmeyen bir filmdi. Gece bir şans verip izleyeyim dedim ve tek kelimeyle hayran kaldım. Müthiş, enfes ve harika bir yapımdı. Yönetmenin ortaya çıkardığı şey tam bir şaheser. Çekim açıları, geçişler, oyunculuklar ve müzikler muhteşemdi. Yönetmenin kullandığı metaforlara ise yazacak bir şey bulamıyorum. İzleyin ve izlettirin lütfen.
Highlander
Hikayesi hoşuma gitse de teknik anlamda biraz zayıf buldum. Yılını göz önüne alsam da daha iyi dövüş sahneleri ve içi dolu bir hikaye beklerdim. Ses ve dublajlar da kötüydü.
50 First Dates
Değişik bir romantik komedi. Konusunu yazmadan anlatmak zor o yüzden sadece izlemenizi öneriyorum. Can sıkıntısında izlenmesi gereken güzel bir film. 7/10
American Splendor
Çizgi roman yazarı olmak isteyen bir adamın kendi hayatını anlattığı bir film. Kendi çizgi romanından uyarlama - Burada 5. ya da 6. duvar falan kırılmış oluyor - olan bu filmde hayata dair değişik yorumlar mevcut. Yıllar sonra tekrar izleyeceğime eminim. 8/10
Birdman or (The Unexpected Virtue of Ignorance)
@collona 'nın önerisi ile izledim filmi. Araya biraz fazla zaman girmiş olabilir
Süper Kahraman filmlerinde oynamış bir adamın tiyatroda da başarılı bir performans sergilemek istemesi üzerine yaşadığı olayları görüyoruz. Konusu ve anlatımıyla güzel bir film olmuş. Çekim tekniği ise biraz değişik ama benim hoşuma gitti.
Pek hızlı bir film değil ama sonunu izleyince o yavaşlığın hiçbir önemi kalmıyor. 9/10
Tam 6 ay önce önermiştim Beğenmene çok sevindim.
Birdman’le birlikte Enter the Void’i önermiştim. Umarım onu da beğenirsin. 6 ay sonra onun incelemesini ve umarım beğenmiş olduğun bir incelemeyi görmeyi umuyorum
Birdman’i çok beğendim. Eminim onu da beğenirim. Öneriler için teşekkür ediyorum.
6 ay sonra görüşmek üzere