Fener - Exurb1a | Kayıprıhtım Öykü Çeviri Aktivitesi #1

Öncelikle herkese merhaba. :smiley:

Daha önce Aktivite Öykü Çevirileri başlığından duyurduğumuz rıhtım ahalisi olarak birkaç kişi toplanıp daha önce hiç Türkçe yayınlanmamış öyküleri forumumuza kazandırmak amacı güden bir aktivite oluşturmuştum.

Üzerinden biraz zaman geçmiş olmasına rağmen son birkaç haftada daha popüler hale gelmesi ve istekli arkadaşlarımız sayesinde ilk öykümüz daha önce Exurb1a’s Books adresinden ulaşabileceğiniz Exurb1a isimli bir Youtube yayıncısının “Fifth Science” isimli öykü derlemesi kitabında yer almış “The Lantern” oldu. Yazar hakkında detaylı bilgili öykünün alt kısmında bulabilirsiniz.

Etkinliğimizde çeviriler konusunda hem zamanlarını hem de emeklerini esirgemeyen @Arqonquin, @kurozime, @Shelpe, @Pyrewrath arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Az sonra okuyacağınız öykü bu arkadaşlarımızın katkılarıyla sizlerle buluşuyor.
Bundan sonraki çalışmaları aktivite başlığı altında paylaşacağım.

Ve öykümüz sizlerle… Bu ilk çalışmamız oldu, hatamız varsa affola.

Fener


Ara istasyonun birinde uzun vardiyalar boyunca çalışıyordum. İstasyon morumsu-yeşil bir gezegen olan Sandansk’ın yörüngesindeydi. Kim bilir aşağıda kaç kişi yaşıyordu—milyarlarcası belki. Bunu umursamak üstüme vazife değildi.

Çoğu gece yorgunluktan temizlenmeye dahi mecalim kalmaz; yatağa kir pas içinde girerdim.

Yine de bir gece uyku tutmadı. Uzun bir süre aşağıdaki gezegeni izledim ancak bu yalnızca kendimi küçük ve fani hissettirdi. Yayınlara göz atıp biraz porno izledim. Bunun da pek yardımı olmayınca istasyonun etrafında dolaşmaya çıktım.

Standart Zaman’a göre gecenin bir yarısıydı, ve ortalık oldukça tenhaydı. Daha fakir güvertelerden birindeki bir bara gelmem çok zamanımı almadı.

Barmen yapay değildi ve buna minnettardım; adının Beomus bilmem ne olduğunu söyledi. İçkimi ustaca hazırlayıp verdi. Garip olan şey, ödemek istediğimde “Gerek yok.” demesiydi.

Güvertenin ne kadar fakir olduğunu bildiğim için parayı uzatarak “Gerçekten mi?” dedim.

“Gerçekten,” diye tekrar etti. “Bu seferkinin ödemesi zaten yapıldı.”

Omzumun üzerinden arkamdaki birine kafa sallayarak. İşaretini takip ettim.

Barın en arkasında, pencerenin kenarında oturuyordu, bu bir fenerdi. Daha önce onlardan birini hiç görmemiştim, ama onun ne olduğunu anlamama yetecek kadarını duymuştum. Ayağa kalksa 2,5 metre uzunluğunda olacakmış gibi duruyordu. Cildi bir sürüngen gibi pullu olmasına rağmen soluk mavi renkteydi. Ağzı her birkaç saniyede bir açılıp kapanan, çevresi kırmızı, küçük ve buruşuk bir delikten ibaretti.

Ve gözleri: Bir insan kafası genişliğinde, merkezin etrafında katmanlaşmış yakut yeşili göz bebekleri olan kocaman yemek tabakları.

O şey bizi süzüyor gibi görününce hızlıca barmene döndüm.

“Zaten ödendi derken ne kastettin?” diye sordum.

“Sadece bunu. O şey senin hesabını önceden ödedi.”

“Ne?”

“Hepsi bu.” Barmen bana doğru eğildi. “En iyisi git ve ne istediğini öğren, olmaz mı?”

“Sanırım sadece içkimi bitirip, gideceğim,” dedim. “Sanırım yapacağım şey bu.”

Barmen daha yakına eğildi. “Şöyle böyle 20 yıldır burada çalışıyorum. Bırak bara girmeyi, o şeylerden biri daha önce bu güverteye bir kere bile gelmemişti. Onu görmezden gelmenin bir faydası olmayacak, anladın mı?”

“Gidip ne istediğini bir gör."

İçeceğimi bitirdim ve barmen bir tane daha doldurup başıyla onayladı. Masasına vardığımda yaratık kafasını kaldırmadı.

“Merhaba,” dedim. “Galiba içeceklerimi sen ödemişsin.”

O şey gözlerini pencerenin dışındaki bir şeye dikmişti ve yanıt vermedi, sadece büyük metal bacağıyla bir sandalye ittirdi önüme. Öbür bacağı organik görünüyordu ve vücudunda cinsel organını örten mavi ipek bir kumaş dışında bir parça bile giysi yoktu. Boynunda takılı bir kolye vardı ve sallandıkça başka boyutlara gidip geliyordu: hiper-geo takı. O şeyin ne denli pahalı olduğunu bilirsiniz.

Ama asıl sinir bozucu olan şey kokuydu: keskin ozon, demir tınıları ve adını koyamadığım birkaç baharat.

Oturdum. Yaratık pencereden dışarı bakmaya devam etti ve belki bir dakika tek kelime edilmeden geçti. Ardından, dikenli tel yutmuşçasına inleyen sesiyle, “O gezegenin seksen dokuz tane ismi var.” dedi. İnsan dilinde Sandansk olsa da, bazıları Ik’Quoeb, bazıları No Mo5 diğerleri de farklı diğer isimler vermiştir."

Bakışlarını takip ettim ve sahiden de altımızda kendi işiyle meşgul, morumsu bir küre vardı.

Yaratık konuşmasını sürdürdü. “Ancak bu seksen dokuz adlandırmanın hiçbirisi onun gerçek ismi değil. Evrendeki tüm nesneler gerçek bir isme sahiptir, evrenin kendisini onunla tanıdığı bir isme.” Bana döndü ve alev alev yanan göz bebekleri ile ruhumu kazarcasına delip geçti. “Gerçek bir ismin var,” dedi.

Sessizce “Öyle mi?” dedim.

“Evet. Bir gezegen ya da bir atomun olmalıysa, bir insanın neden olmasın?”

“Ah.”

“Duymak ister misin?”

“Şimdi değil, sağol.”

Titreyen dokunacını kaldırdı ve barmen aceleyle gelerek yeni bir içeceği önüme koyup hızla uzaklaştı.

“Bir şeyin gerçek ismi yalnızca bir adlandırmadan ibaret değildir,” dedi canavar. “Bir nesne hakkında bilmek isteyebileceğin her bilgiyi barındırır. Mesela yaşını. Biçimini. Ve öleceği zamanı.” Yaratık başıyla yavaşça barmeni işaret etti. “Onun gerçek ismi Shat’Nusemit ve bu isimden onun iyi bir adam olduğunu ve bundan üç yıl bir ay ve on üç gün sonra bir kalp krizi geçireceğini biliyoruz.” Yavaşça gözlerini kırptı. Canavarın gerçek bir isminin olup olmadığını merak ettim.

“Ah”, dedi. “Elbette var.” Kanım dondu. Tembel tembel bir dokunacını sallayıp pencereye, aşağıdaki Sandansk’a bakmaya geri döndü. “Ama şimdilik bundan bahsetmeyelim.”

“Özür dilerim,” dedim fare gibi bir sesle, “ama benden ne istiyorsunuz?”

Ağzı nefes almak için açılıp kapandı. Korkunç bir yavaşlıkla gözlerini kırptı. “Ne olduğumu biliyor musun?” diye gıcırdadı yaratık.

“Ben… Emin değilim.”

“Benim gibi bir şeye ne derler?”

“Fener, sanırım.”

“Peki sebebini biliyor musun?”

Kafamı salladım.

Yaklaşık yarım mil uzaklıkta, kenetlemiş bir boşlukatlayanı kafasıyla işaret etti. Gemi çevik bir kara balığa benziyordu. “Öyle zannediyorum ki boşlukatlayanlarınızın yıldızlara nasıl ulaştığını bilmiyorsunuz.”

“Hayır.”

“Şöyle ki, bu karmaşık bir işlem. Gemiler eteruzaya girdiklerinde hem bilgisayarların hem insanların çalışmaması durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Gelişmiş makinelerin kapatılması ve insanların geçici olarak uyutulması gerekiyor. Balık istifi diziliyorlar.” Ağzı tuhaf bir gülümseme denemesinden sonra düzeldi. “Bu işlem yapılmazsa ya makineler ya da insanlar bozulur. Yolculuk sırasında sadece çok basit yaşam desteği ve uçuş ekipmanları aktif olur. Çok basit derken ciddiyim. Kumanda kolu hareket kanatlarına telle bağlanır. Telle. Yıldızlara ipli makarayla seyahat.”

“Bu doğru olamaz…” dedim. Yaratık bana dik dik baktı. “Özür dilerim… Demek istediğim, bunu bilmiyordum.”

“Artık biliyorsun,” diye mırıldandı. “İnsanoğlu bir gün tüm sorunlarını çözecek ama yıldızgemileri her zaman iplerle seyahat etmeye devam edecek. Bu asla değişmez.”

Normalde gelecekten bu kadar kesin bahsedilmesi aşırı saçma gelirdi ama bu sefer tüylerim diken diken oldu.

Fener dedi ki, “Eğer Zaman’ın gerçek ismini bilseydin onun çoktan pişmiş bir somun ekmek olduğunu anlardın.” Beni o yakıcı yeşil gözlerle izlerken bunu düşünmem için zaman verdi ve devam etti. "Dediğim gibi, gemiler eteruzaya çok uzun mesafeler kat etmek için girerler. Bilgisayarlar ve insanların çoğu bu yolculuğun stresine dayanamayacağından Düyna’daki bilim insanları özel zihinler geliştirdiler. “Bu zihinler uyanık kalıp insanlara mümküniyetsiz görünen rotalar boyunca geminin en ön kısmındaki balonsu bir çıkıntıda gemiyi kontrol edebilir, tek bir çoban on binlerce insan sürüsünü güvenliğe götürür.”

“Bir fener,” dedim.

Fener onayladı ve pullu dokunaçlarını kaldırdı. “Ancak işlem bir bedelle birlikte gelir.”

Halka açık iskelelerin birinden ayrılan bir boşlukatlayanı izledik. İstasyondan geriye doğru yaslandı ve zıplamak için onay bekleyen bir köpek gibi hareketsiz kaldı. Sonra, çevresinde döndü, burnunu görünmez bir hedefe çevirdi ve fırladı. Geminin önündeki dışarı çıkık küçük balonsu parçayı gözledim gizlice.

“Eteruzayda zaman ve süre yoktur.” dedi fener, boşlukatlayanı izlerken. “Her şey aynı anda olur. Gelecek ve geçmiş olayları görmek, o yolculuk boyunca uyanık olanın elde ettiği bir ayrıcalıktır. Her şeyin gerçek ismini ve onları söylemeyi öğreniriz. Şeritçizgili yolculuğun karmaşıklığı sebebiyle, sıklıkla daha gitmeden varmış oluruz.”

“Gelecekte miydin?” dedim.

“Göreceli olarak. Ve geçmişte.”

Bu bir lutüf mu lanet mi? Düşündüm.

“İkisi de, günden güne değişir.” dedi sessizce kendi kendine. “Bir gün, fenerlerin hizmetlerine ihtiyaç duyulmayacak. İnsanlar eteruzayla baş etmeyi, tıpkı senin alfabeyi öğrendiğin gibi, okullarda öğrenecekler. Ancak, bu gelecek üç bin yıl içerisinde gerçekleşmeyecek.” Dokunaçlarını iyice sıktı, sonra gevşetti. “Onun adı Paola Hammond.”

“Ne?”

Dokunaçlarından biriyle işaret etti.

Arkama baktım. Muhtemelen otuzlarında olan bir kadın içeri girmişti. Barın öteki tarafında tek başına oturmuş, bir şeyler okuyordu. “Bekleyişle geçen epey sıkıcı bir hayat sürdü. Doğru ilişkiyi, doğru kariyeri bekleyerek. Tabii bunların hepsi boşunaydı çünkü iki buçuk ay sonra İnşaat Güvertesi’nde meydana gelecek bir kaynak kazasında ölecek.”

Kadın bizim tarafa, sanırım fenerden yana bakıp dikkatini çabucak kitabına geri verdi.

Okuldan kalma biraz zamansal fizik bilgimle ona dedim ki, “Bu değiştirilemez bir şey, değil mi?”

Fener kafasıyla onayladı. “Elbette öyle, tabii sen şimdi kendi geleceğini merak ediyorsundur.”

“Ediyorum.”

Bir başka sessizlikten sonra kitap okuyan kadına göz attım. Bu çelişkiyi iyi biliyordum. Kaderini değiştirmeye çalışırsam yalnızca onu mühürlediğimle kalırdım.

“Sen de yorgunsun, ben de,” dedi fener alçak bir sesle. “Artık zırvalamayı bir kenara bırakalım.” İçeceğimi dokunaçlarıyla alıp kafasına dikti. Tuhafça açılıp kapanan ağzını sildi. Dedi ki, “Fenerler çok uzun yıllar yaşarlar, ama ölümsüz de değiliz. Arada sırada adam toplamamız gerek. Pek hoş bir başlama süreci değil ama mükafatı büyüyen acılara ağır basıyor.”

Sözleri havada asılı kalırken bana baktı. “Ne?” dedim.

“Sana nasıl olduğunu anlattım. Bu iş için uygun bir akla sahipsin. Zaman ve mekanın limitlerinin ötesine geçeceksin. Her şeyi olduğu gibi göreceksin. Dünyanın gerçek isimlerini öğreneceksin. Bunun karşılığında tek yapman gereken birkaç yıldızgemisine güneşten güneşe rehberlik etmek. Biraz çobanlık karşılığında ebediyetin tamamı.”

“Ne?” dedim tekrar.

“Düyna’da sana birkaç şey yapmaları gerekecek ama çok acımayacak. Düşünmen için sana birkaç dakika vereyim.”

Bir süre sessiz kaldıktan sonra kıkırdamaya başladım. Bir şey demeden ifadesizce beni izledi. “Özür dilerim,” dedim, “ama—”

“Vaktim kısa,” diyerek lafımı böldü. "Seni zahmetten kurtarayım. Karar verme süresinin kısalığından ve durumun ne kadar saçma göründüğünden yakınacaksın. Nazikçe bana teşekkür edecek ve beni kırmamak için lafı dolandırıp nihayetinde hayatını bu haliyle sevdiğini ve aniden aldığın bir teklifle evrende gezintiye çıkmak istemediğini anlatacaksın. Tam olarak böyle demeyeceksin elbette, ama aşağı yukarı böyle olacak, değil mi? Başımla yavaşça onayladım.

Devasa gözlerini boşlukatlayana geri çevirdi. Muhtemelen ana kumandasına güç veren gemi artık yıldızların arasında bir karaltıdan ibaretti ve zar zor seçiliyordu. Geminin içini, uzun bir uyku için dondurulmuş mürettebatı, koridorları, kantinleri ve laboratuvarları temizleyen dronları hayal ettim. Geminin ön tarafındaki küçük ve saydam bir bölmede ise kocaman parlak yeşil gözleri ve çılgınca açılıp kapanan büzüşmüş ağzıyla kamburca oturan, dokunaçları kumanda kolunda, aklı ise çoktan sonsuzluk üzerine eğitilmiş olan bir canavar vardır diye düşündüm.

“Bu işi senin için daha da kolaylaştırayım,” dedi gözleri hala boşlukatlayanda olan fener kalın bir sesle. “Evliliğinin bitişinin etkisinden hala kurtulamadın. Asla da kurtulamayacaksın. Esnaf Güvertesi’ne terfi ettirileceğin günü bekleyip duruyorsun. O gün iki buçuk yıl sonra gelecek ama işin zor, karşılığı ise pek de fazla olmayacak ve bu terfiyi almaktan pişmanlık duysan da açıkçası o aşırı gururun yüzünden orada kalmaya devam edeceksin. Otuz yıl, yedi ay, dört gün, on saat sonra ölümün—”

“Lütfen yapma” dedim.

“—Ithaca’ya giden bir boşlukatlayanda basınç azaltma kazasıyla gelecek. Ciğerlerin patlayıp kanın kaynarken bir anda yaşadığın hayatın pek sıkıcı olduğunu ve korkunun seni gerçek tutkularının peşinden koşmaktan nasıl engellediğini düşüneceksin. Ne gariptir ki, o son ana kadar gerçek tutkularının farkına varamamış olacaksın.” Büzüşük ağzı yine gülümsemeye çalıştı. “İşte olaylar böyle sona erecek.”

“O zaman o gemiye binmem,” dedim.

“Evet, bineceksin.”

“Ithaca’ya gitmeyeceğim.”

“Evet, gideceksin.”

“Kahretsin, hakkında yapabileceğim hiçbir şey yoksa bunu bana neden söylüyorsun?”

Dokunaçlarını birbirinin üzerine kavuşturdu. “Fenerler olası gelecekleri de görürler. Boşlukatlayandaki ölümün bunlardan biriydi. Ama bu konuda yapabileceğin bir şey var. Yarın bir boşlukatlayan ile Absente’ye gitmek üzere buradan ayrılacağım. Benimle gel.”

“Sonra?”

“Sonra benimle ön tarafta oturup eteruzayı ilk kez gör. Gemi şeritçizgisine sıçrayacak ve sen de neden bahsettiğimi anlayacaksın. Sende bununla başedebilecek beyin var. Ondan sonra Düyna’ya geçip seni düzgün bir eğitim için hazır edeceğiz. Sonra bir fener olacaksın.”

“Peki ya bunu istemiyorsam?”

Fener omuz silkti. “Öyleyse kalan hayatında şans diler ve Ithaca’ya asla canlı ulaşamayacağını tekrar garanti ederim.”

Pencerenin dışında, gezegenin de ötesinde, karanlıkta, boşlukatlayan şeritçizgisi sürüşünü aktifleştirdi. Bir anlığına uzay büküldü, sonrasındaysa gemi gözden kaybolmuştu.

“Sana bir içecek daha teklif ederdim ama uyumaya gitmek üzeresin,” dedi fener.

“Öyle düşünüyordum.”

Ayağa kalktı ve eğildi. Bana o tabak kadar yeşil gözlerini kırpmadan tekrar baktı. “Boşlukatlayanım yarın Standart Zaman’la saat onda ayrılacak.”

“Davetini takdir etsem de pek ilgilenmiyorum. Yine de teşekkürler.”

Bana doğru selam verip eğildi ve hava tekrar ozon kokusuyla doldu. Sonra kapıya yöneldi.

Orada oturup dışarıya, Sandansk’a ve boşlukatlayanın eskiden durduğu yere baktım. Artık ondan hiçbir iz kalmamıştı. Tüm evreni arasanız da o sıradan uzaya yeniden dönmeden hiçbir şey bulamazdınız.

Nereye gitmişti? Her zamana. Yerler arasındaki o yere. Sınıra ve o sınırın ötesine.

“Neden geldin?” diye seslendim.

Fener, tam kulağımın arkasından dedi ki, “O neydi?”

Sıçramamak için kendimi tuttum. “Burada mı bekliyordun?”

“Söyleyecek son bir şeyin vardı. Şimdi söyle öyleyse.”

Yavaşça dedim ki, “Neden bana sorduğun şeyi sormak için geldin? Geleceği gördüğünü söylemiştin ve gelecek değişmez. Hayır diyeceğimi bile bile neden bana sordun?”

Yaratık yavaşça kulağıma eğildi ve derisinin soğukluğunun derimin sıcaklığını emdiğini hissettim. Nefesinin kokusunu aldım; ne kötüydü ne de iyiydi. Ağzının kapandığını, açıldığını ve soluduğunu duydum. Sonunda “Yalan söyledim. Sana geldim çünkü bu gece bunu düşünecek, yarın beni bulacaksın ve sonrasında beraber yola çıkacağız. Başka şekilde olsa seninle vaktimi harcamazdım. Başta herkes inkar eder. Herkes bir zaman sonra yeniden düşünür.” dedi.

Dokunaçlarından birini omzuma koydu.

"Bu fenerlerin birkaç ritüelinden biridir. Geçmişteki kendimize gelerek teklifte bulunabiliriz. “

“Yarın saat onda. Orada görüşürüz. "

Çeviri Ekibi: @Arqonquin, @kurozime, @Shelpe, @Pyrewrath, @Ozgur
Çeviri Editörü: @Ozgur
Son Okuma: @Ozgur

10 Beğeni

Yazarın ismini daha önce hiç duymamış olabilirsiniz ama özellikle bilimkurgu öyküleri konusunda oldukça başarılı olduğunu bilmenizi isterim. Her ne kadar türkçe olmasa da yazarın Youtube adresinden benzer öykülerini dinleyebilir ve hayal gücü hakkında fikir sahibi olabilirsiniz. Zaten bir çoğunun altyazısı da mevcut.

Kanal açıklamakta zorlandığım bir kanal. Nasıl desem nasıl anlatsam gerçekten bi’ fikrim yok. Kanalda bazen bilimsel, bazen kurgu bazen de komik video paylaşımları var. Biraz daha fazla ingilizce istiyor. Bazılarında türkçe altyazı da mevcut zamanım olsa tüm videolarına çeviri yapmak isterdim. Eğer kısa hikayeleri seviyorsanız “ Upsilon Dies Backwards ” ve “ 27 ” isimli videolarına mutlaka göz atın derim. Youtube başlıkları otomatik çeviriyor bildiğim kadarıyla Türkçe kullanıdığınızda Türkçe’de ne olarak görünüyor bilmiyorum. Bunları izleyince zaten kalanlarını da izlemek istersiniz muhtemelen ama “ Unlimited Rice Pudding ” ve “ And nothing can ruin this ” izlemenizi tavsiye ediyorum. Aşırı güzel bilim kurgu öykülerini içeriyor. Bir şans verirseniz neden bu kadar az video var diye söylenmeye başlayabilirsiniz :slight_smile:

Fandom bilgi linki : exurb1a | Wikitubia | Fandom
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/willunicycleforfood
Kitaplarının PDF linkleri: https://www.patreon.com/posts/fuck-up-on-my-35264372
Yazarın Reddit bölümü : https://www.reddit.com/r/Exurb1a/

Öykü çevirimiz hakkında yorumlarınızı esirgemeyin, konuyu beğenmeyi arkadaşlarınızla paylaşmayı unutma— Şaka bir yana, yorumlarınızı bekliyoruz. :smiley:

4 Beğeni

Benim emeğim çok geçmedi.Ama sonraki öyküde beni göreceksiniz içiniz rahat olsun. :sunglasses:

2 Beğeni

Zaman Yolculuğu hakkında güzel bir öyküydü bana göre. Yazarın kurgusunda yer alan ortamı pek bir hayal edemesem de karakterler arasındaki konuşmaların iyi oluşu okuru öyküye bağlayan en önemli şeydi. Öykünün sonuna doğru gelirken nereye bağlanacak diye merak ediyordum ki güzel bir sonuca bağlandı.

Çeviri konusunda diyecek pek bir şeyim yok benim. Bu konuda bilgisiz biriyim. Yine de fikrimi soracak olursanız bazı yerlerde aksamalar var gibiydi. Dilerseniz onları da özelden yazabilirim. Boşlukatlayan, eteruzay ve şeritçizgi gibi terimlerin çevirisi ne olursa olsun bence çok uygun. Bu güzel çeviri için teşekkür ederim. Başka öyküleri okumak ümidiyle kolay gelsin diyorum.

5 Beğeni

Hatalı gördüğünüz kısımları atarsanız incelerim, güzel de olur hatalarımızı görmemiz için. Sonuçta hiçbirimiz bu işin profesyonelleri değiliz. Amaç da güzel öyküler kazandırmak foruma.
Öykünün kendi dili —diğer arkadaşlar da kabul edecektir bunu— biraz farklı. Kaynağa tamamen bağlı kaldık diyebilirim.

4 Beğeni

Ellerinize sağlık arkadaşlar. Zaman yolculuğu hakkında ilginç bir öyküydü.
Çeviri olarak da konu olarak da oldukça güzeldi. Emeğinize sağlık, devam projelerinizi merakla bekliyorum, hatta belki bir tanesine katılırım. :slight_smile:

3 Beğeni

Elinize sağlık. :clap: Çok güzel olmuş. :slightly_smiling_face: Öykü çevirisine devam edin. :blush:

3 Beğeni