Şovmenin biri yaptığı şovuyla dünyada çok büyük bir üne kavuşmuş. Şovunu bir timsahla gerçekleştiriyormuş. Sopasıyla timsahın başına vuruyormuş, timsah ağzını açıp adamın kafasını ağzına alıyormuş, adam tekrar sopayla timsahın başına vurunca tekrar ağzını açıp hiçbir zarar vermeden adamın kafasını serbest bırakıyormuş.
Şovmen bütün dünya ülkelerini gezer, sıra Türkiye’ye gelir. Büyük bir kalabalık şovu heyecanla izlemektedir. Şov biter, şovmen alkışlardan aldığı zevkle seyircilere döner, kasılarak sorar:
-Aranızda bunu yapabilecek biri var mı?
Seyircilerin arasından bizim Temel atılır:
-Ben yaparım ama, söz ver kafama hızlı vurmayacaksın…
İki adam yolda konuşa konuşa yürürken yolun ilerisinde iki kadının geldiğini görmüşler. Adamlardan biri
“Eyvah karım ve yanında da sevgilim” demiş. Adam arkadaşının neyi kastettiğini görmek için bakınca ağzında hayret dolu bir cümle çıkmış
“Benim de…” demiş
Temel oruçluyken ve akşamın nasıl geleceğini düşünürken arkadaşı pat diye bir soru sormuş.
“Ula Temel, oruçluyken kaç hamsi yersun” Temel başını kaşımış ve cevap vermiş,
“Yüz tane yerum” demiş. Arkadaşı parmaklarını açıp yüzüne karşı kaba bir nah işareti yaptıktan sonra
“Bi tane yersun. O birinciyi yediğunde orucun biter” demiş. Temelin hoşuna gitmiş cevap. “Hemen geliyorum” deyip fırlamış.
Heyecanla kapı çalındığında karşısında Temeli gören eşi
“Ne oldu daaa” deyince Az önce arkadaşından duyduğu soruyu sormuş,
“Oruçluyken kaç hamsi yersun” Karısı,
“Elli tane yerum” deyince
“Tühh” demiş “Yüz deseydun sana ne güzel bir cevap vereceydum.”
Çağrışım yapan bir fıkra da benden. Yakın zamanda geçen ve gerçekmiş gibi anlatılan bir fıkra…
Hoca kürsü de vaaz veriyormuş. “Kızlarınıza mini etekler giydirmeyin zinhar günahtır” falan derken dinleyenlerden biri “Ama hoca senin kızın da mini etek giyiyor” deyince Hoca gururlu bir şekilde “Yakışıyor kerataya” demiş.
Bir adam polisi aramış: “Karım alışverişe gitti. Dönmedi. 10 saat oldu. Ne olur onu bulun!” demiş.
Görevli polis sormuş: “Karınızı tarif eder misiniz?”
Adam anlamamış: “Nasıl yani?”
Polis: “Boyu ne kadar?”
Adam: “Ne bileyim, bazen yüksek topuk giyer beni geçer, evde yalınayak benden kısa.”
Polis: “Göz rengi?”
Adam: “Bilemem, bazen yeşil bazen mavi lens takar, aslında galiba ela…”
Polis: “Saçı ne renk?”
Adam: “En zor soru. Her hafta başka bir renk desem?”
Polis: “Üzerine ne giymiştir?”
Adam: “Hiç dikkat etmedim valla…”
Polis: “Peki arabayla mı gitmişti alışverişe?”
Adam: “Evet!!! Siyah Audi R8, süperşarj 3.5 litre V6 silindirli motor, 290 beygir. İçi geyik derisi taba renginde, LED farları var, sağ kapıda görünür görünmez hafif bir çizik var.”
Bu fıkra, bir zamanlar çok popülerdi, sık anlatılırdı, ama belki forumda hiç duymamış olanlar vardır.
Soğuk Savaş yılları… ABD ve Sovyetler her alanda yarışıyor, zıtlaşıyor, itişiyorlar.
Amerikalılar, bir Rus heyetini ülkelerine davet etmişler ve övündükleri tesislerini gezdirmişler. Tabii Ruslar buna hemen karşılık verme gereği duymuşlar ve bir grup Amerikalıyı Moskova’ya davet etmişler. Ruslar, ülkelerinde nelerle övünüyorlarsa onları konuklarına göstermeye başlamışlar. Gururlanarak Kremlin Sarayı’nı göstermişler, tiyatro binalarını gezdirmişler, sirki gezdirmişler. En sonunda Moskova Metrosu’na gelmişler… Rus rehber, kalkan treni göstererek, “Bizde her şey çok dakiktir” demiş ve eklemiş:
“Gördüğünüz gibi tren yeni kalktı, bundan sonraki tren tam 6 dakika sonra platformda olacak.”
Hepsi birden beklemeye başlamışlar.
6 dakika geçmiş, tren gelmemiş… 16 dakika geçmiş, tren gelmemiş… 26 dakika geçmiş, tren gelmemiş… Amerikan heyetinin saatlerine bakarak kıkırdadığını ve alay etmeye başladığını gören Rus rehber, birden Amerikalılara dönüp,
Stalin’in demir yumrukla Sovyetleri yönettiği yıllar…
Bir Rus, Moskova sokaklarında “Diktatöre Ölüm! Diktatöre Ölüm!” diye bağırıyormuş. Bunu duyan polis, apar topar adamı tutuklayıp Stalin’in karşısına çıkartmış.
Stalin, adama “Sokaklarda diktatöre ölüm! diyerek geziyormuşsun. Hayırdır?” demiş.
Adam, “Ben Adolf Hitler’i kastetmiştim efendim” demiş.
Kasabanın yaşlı rahibi bıkmıştı. Her sabah birileri geliyor ve gece kocasını veya karısını aldattığını söyleyip günah çıkarıyordu. Rahip duyduklarından utanmış olsa gerek günah çıkarmaya gelenlere “düştüğünü söylemelerini” rica etmeye başlamıştı. Bu sayede sabahları gelen kasaba halkı “dün gece gene düştüm” diyordu ve tecrübeli rahip günahlarından kurtulmalarının yollarını anlatıyordu. Gel zaman git zaman yaşlı rahip işverenine kavuşunca kasabaya yeni ve genç bir rahip atanmıştı.
Bir kaç gün sonra genç rahip belediye başkanının yanına çıktı ve kısa bir hoş beşten sonra “Başkanım yolları yaptırmanız lazım. her sabah bir kaç kişi gelip düştüğünü söylüyor” dediğinde başkan kahkahayı basmıştı. Tabii işin aslını bilmeyen rahip adamın kahkahalara boğulduğunu görünce
“Gülmeyin başkanım daha bu sabah güzel eşiniz gelip düştüğünü anlattı” dedi.
Adamın biri yeni BMW’siyle havalı havalı dolaşıyormuş. Kırmızı ışıkta durmuş. Birkaç saniye sonra bir kamyon arkadan shrankkkkkk diye çarpmış. Adam, hışımla dışarı çıkıp bakınca, kamyondan bizim Temel inmiş ve başlamış yalvarmaya:
-Abi etme eyleme, ben 3 kuruş maaşımla bu arabanın hasarını karşılayamam, beni bağışla. Sen büyüksün abi, yaptık bi eşşeklik, bağışla abi beni…
Adam acımış Temel’e, bırakmış. Arabasına binip arabayı tamire götürürken ileride yine bir kırmızı ışıkta durmuş. Yine arkadan bir kamyon geçirmiş buna! Adam sinirli sinirli inmiş. Bi bakmış yine Temel!
Adam komadadır, yanında ise karısı… Adamın gözleri nemli, kısık sesiyle karısına doğru bakar ve konuşmaya başlar:
“İlk işten kovulduğum zaman yanımda idin… İflas ettiğim gün yine oradaydın… Vurulduğum zaman, ilk gözümü açtığımda seni gördüm. Trafik kazası geçirdiğimde, hastanede başucumdaydın.”
Kadın, takdir edilmenin mutluluğu ile kocasına bakar.
Adam devam eder:
"Şimdi komadayım ve yine başucumdasın. Sonunda anladım ama, çok geç oldu. Yahu sen ne uğursuz kadınsın be!!‘’
Antonio Banderas ve Salma Hayek’in başrolde oynadığı “Desperado” (1995) filminde, Quentin Tarantino da rol almış ve bir sahnede uzun uzun fıkra anlatmıştı.
Tarantino, bu bar fıkrasını günlük hayatında çok beğeniyor olacak ki, film sahnesinde de kullanmak istemiş:
Tarantino, “Pulp Fiction” filminde de bir fıkraya yer vermişti, biliyorsun.
Filmi ilk kez izlediğimde, espriyi anlamamıştım! Sonradan öğrendim ki, catch up, İngilizce’de “yetişmek” anlamında kullanılıyormuş. Kelime esprisi varmış bu fıkrada yani.
Sokakta yürüyen üç tane domates var. Baba domates, anne domates ve bebek domates. Bebek domates geride kalıyor ve baba domates ona kızıyor. Geri dönüyor, bebeği eziyor ve ona şöyle diyor:
Arası çok olmuş yeni fıkra paylaşmayalı, bir tane gelsin
Adam çok usta bir kaptanmış. En fırtınalı denizlerde bile gemisini salimen varacağı limana ulaştırıyormuş. Sadece fırtına başlangıcında Kaptan köşkündeki kilitli çekmecesini açıp orada sakladığı bir kağıda bakıyormuş. ve ardından çekmeceyi tekrar kilitliyormuş. Gel zaman git zaman Hak vaki olmuş, kaptan sizlere ömür. En sadık tayfaları hemen geminin kaptan köşküne girmişler. O esrarengiz çekmeceyi açmışlar. Oradaki kağıtta dört kelimelik bir cümle varmış
“SOL İSKELE, SAĞ SANCAK”
Temel kamyon şöförüdür. Son sürat ilerlerken bir yol ayrımına gelir ve frene basar. Ama fren patlamıştır. Sol taraftaki yol bir pazar alanına gitmektedir ve orada yüzlerce kişi vardır. Sağ taraftaki yolun üstünde ise sadece küçük bir çocuk oyun oynamaktadır. Temel, “bir sürü insanın ölmesindense bir kişinin ölmesi daha iyidir” der ve direksiyonu sağa kırar.
Ertesi gün gazeteler manşet atar: “Freni patlayan kamyon pazar alanına daldı, çok sayıda insan hayatını kaybetti.”
Temel’i mahkemeye çıkarırlar. Hakim sorar: “anlat bakalım, olay nasıl gelişti?”
Temel: “Valla hakim bey, her şey çocuğun oyun oynamayı bırakıp pazar alanına doğru kaçmasıyla başladı.”