Ülkenin başkentini terör örgütüne “parsel parsel” satan kişinin vasıfsız çocuğunun milletvekili olarak gösterilmesine karşı bir cümle edemeyenlerin ve oy verip meclise sokanların, yargılanmamaya yetecek kadar parası olmadığı için yurtdışına kaçan fetöcünün kalburüstü bir üniversitede eğitim alan çocuğunu sosyal medyada günlerdir linçlemeleri alışık olduğumuz mide bulandıran siyasal islamcı ikiyüzlüğünden başka bir şey değil.
Daha çok kişi ölür, altına hücum gibi bir fırsat sunan yüzlerce milyar dolarlık hatta belki trilyon dolara yaklaşacak uçuk bir proje, bu projede yer alan türkiyeden de dahil dünyanın en büyük inşaat, mimarlık, çevre mühendisliği, sanat ve tasarım uzmanlığı vs alanlarında seçkin firmaların iş yürüttüğü devasa projede yüksek maaşlarla kariyer fıraatlarını elde edenlerle hayatlarında en basit naylon market poşeti bile görnemiş yokluk ülkelerinden gelen işçilerin bir arada çalıştığı bşr yer orası. Zaten suudi devleti insan hakları, insancıl çalışma şartları, batılı olmayan yabancılara karşı şarklılaştırılmış kompleksif acımasızlığı çok bilinen bir şeydir. Bunu bir kenara koyarak orada proje yütüten firmaların da suud ortamında kabullenilmiş bu kötü tutumdan faydalanmalarına ne demeli? Elbette bir şey dememeli çünkü yaşanan vaka bir habercilik vakası olabilecek kadar yüzeysel bir vakadır. Biraz eşelenirse altından islam dünyasının gizleyemediği suçlar olarak ortaua çıkar ki bu tembel ve kafa konforunun bozulmasından şiddetle korkanların yaptığı üstünkörü bir eşelemedir ve “bak işte yine haklı çıktım, bu iskam dünyasından bir şey çıkmaz” diyerek konforlu kafasını ütüleyerek sıvazlar ve içini rahat tutacak delilleri o meşhur dosyasına yerleştirir. Halbuki böylesine önemli bir vakada gerçeğin peşine düşmek insanı konfor alanından çıkmasını gerektirir. Yakalanacak iyi bir ip ucu tüm dünyanın yerleşik düzeninş bozacak bir imkan verir insana. O ipucunu bulmak kolay ama onu tutup çekecek insan nerede? En iyisi biz vakayı bir habercilik meselesi olarak görelim ve şarklılaştırılmış zihnimizle zaten bildiğimiz şeyleri oturduğu yerden rahatça ahkam keserek içimizi rahat, tuzumuzu kuru tutalım.
Tüm olaylarda cezasızlık veya 3-5 bin lira para cezası bu tarz insanların sayısını artırıyor. Galiba ilk kez bu tarz bir olayla alakalı tutuklama görüyorum.
Sürücünün ismini açık yazmamak için kısaltmışlar, o da küfür gibi olmuş.
Antalya’nın Manavgat ilçesinde, bir hastaneden başka bir hastaneye sevki için bebek almaya gitmekte olan ambulansa yol vermeyen ve geçişini engelleyen otomobilin sürücüsü O.Ç., tutuklandı.
Önce talim terbiyeden, milli eğitimden “dayı” bulacaksın, sonra yayınevi açacaksın. Telifli eser, çeviri eser… 300-500 bin euroların arkası yoksa o para 3 günde 3 ayda geri dönmez batarsın elbette.
Şakası bir yana. Herhangi bir girişimde ana sermaye dönüşünü 2 yıl unutarak başlamak lazım, En az 8 aylık giderde kenarda olsun, giden para bir yana üstüne borçlanarak batılır. (Sıcak para olan temel gıda vs gibiler hariç, o sektör için canlı para nedeniyle dönüş hızlı olur.)
Ülkede aspavadan çok yayınevi var. Kurumlar vergisi muafiyetini duyan oturduğu yerden yayınevi açıyor. Bim gibi biri kapanıyor yerine on tanesi açılıyor. 2014’de 1700 olan yayınevi sayısı ulaşabildiğim en son veriye göre 6000 civarı. Bu sayı Amerika’da 3000
Daron, bırak devletleri imparatorlukları falan gel ülkede ekonomi kötüye gitmesine, yayınevlerinin sosyal medyada ölüyoruz bitiyoruz mahvolduk diye ağlamalarının zırlamalarının artmasına doğru orantılı olarak yayınevi sayısının da katlanarak artması paradoksunu çöz…
Durum şöyle cereyan ediyor zannımca. Siz üretim sektöründe özel bir müteşebbissiniz. Yıllardır İsrail’e ürünşerinizi satıyotsunız veya israilli bir firma gelip sizden mal talep ediyor siz de o talebe bir tüccar olarak cevap veriyorsunuz, israil’in Gazze ve Filistin’de yaptığı katliamlar nedeniyle böyle karlı bir işten vaz geçmeyi düşünmekten ziyade önünüze gelen fıtsatı değerlendiriyorsunuz. Hükumet tepkiler nedeniyle İsrail’e ticari ambargo koysa bile bu ambargo kağıt üstünde Filistin’e ihracat yöntemiyle deliniyor. Ticaret dünyası tarihsel sürecini her zaman devam ettirerek kendi çıkarını sürdürmeyi tercih ediyor. Ambargo için tek bir yöntem kalıyor geriye, o da hükumetin metazori veya hatta silah zoruyla İsrail’e mal satan firmaların gırtlağına çökmesi. Bu da pek mümkün olacak bir şey değil, nasıl ki İsrail mallarını boykot etmeyi hafife alıp alay edenler varsa aynı şekilde İsrail ile ticaretini devam ettirmenin avantajını kaybetmek istemeyen firmalar da var. Böylesine bir özgürlük var. Bana kalırsa Erdoğen Putin gibi yapmalı, aykırı hareket eden bütün iş adamlarını karşısına alıp onları bitirmekle tehdit ederek auaklarını denk almalarını sağlamalı. Atatürk olsaydı bunu çoktan yapardı.
Bence gerçek bir devlet başkanı bu hain tüccarlara -sırf muhafazakarlar istiyor diye- düşman olmayan bir ülkeyle ticaret yaptıkları için, onları tokatlamak(sertçe) suretiyle hadlerini bildirirdi.
Mesele sadece hain tüccarlar meselesi değil. Şöyle düşünelim, siz orta ölçekli veya biraz daha büyük bir firmasınız ve bazı stratejik ürünler üretme peşindesiniz veya ürettiğiniz ürün pazarda iyi bir yer tuttu. Yani yol alarak büyüyorsunuz. İşte o zaman ofisinize iki tane siyah giyen adamlar geliyor ve masanıza iki siyah çanta bırakıyorlar. Birinde cazip bir teklif diğerinde nazik bir tehdit olan iki siyah çanta. Ve siz de vatansever cesur bir vatan evladısınız ve papuç bırakmayıp kovuyorsunuz gelenleri. Fakat ne yazık ki bütün vatanseverliğinize ve cesaretinize rağmen tek başınasınız. Ne devletiniz size sahip çıkıyor ne de rakiplerinizin maharetiyle de dezormatif bilhi yayılımıyla sosyal medyada aleyhinizde kaynatılan saldırıya karşı durabilşyorsunuz. Mecburen çantalardan birini tercih ediyorsunuz.
İkinci bir teori; Almanya’ya çelik ihraç ediyorsunuz. Almanya diyor ki siz bu işi iyi yapıyorsunuz, biz bu işi yapmayı azalttık dışarıdan tedarik edeceğiz, sizden alalım, hatta uygun fiyattan hurda metal de size vereyim siz bana çelik satın. Güzel bir anlaşma. Ama Almanya şöyle bir şart koşuyor İsrail’in ihtiyacı olan çeliği de siz vereceksiniz, ona verdiğiniz çeliğin fiyatını da ben ödeyeceğim. Şimdi siz vatanseverlik adına böyle bir ihanete girmezseniz arkanızda kimse durmaz onca emekle kurduğunuz yapı bir anda aşağı doğru yuvarlabmaya başlar. Bu ve benzeri vakalar üzerinden yürütülen tartışmaların temel problemleri var malesef.
Gazze’de kanser hastalarının tedavi edildiği tek tesis olan Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesi’ne İsrail ordusu tarafından el konuldu, çalışamaz hale getirildi ve askeri üsse dönüştürüldü. Givati Tugayı’ndan İsrailli asker Harel Amshika, hastanenin içinde çektiği fotoğrafları sosyal medya hesabından paylaştı.
Uluslararası anlaşmaları ihlal eden bu eylem, hastanenin askeri amaçlarla kullanıldığını ve sağlık hizmetlerinin engellendiğini belgeliyor.