Prison Break’i sadece pilotunu izleyeyim diye açmıştım, koca ilk sezonu tekrar izledim. Tek unuttuğum detay, daha sonra The Purge ve Marvel serileriyle adını duyuracak Frank Grillo’nun varlığıydı.
Agatha pilot bölüm devamını seyretmemek için yeterli sebepti. Gayet yavan ve sıkıcı. 51 yaşındaki başrolümüzün akranı kütüphaneci ablada Buffy’nin cadısı Emma Caulfield’in yer alması ve hiç yaşlanmamış gibi durması hoş bir sürpriz olmuş.
Tulsa King bu sezona da keyifli başladı. Botoks cehenneminden çıkmış Dana Delany yerine keşke doğal yaşlanmış akranlarından (Lisa Emery, Lindsay Duncan) biri seçilseymiş (kendisini Tombstone’dan hatırlayanlar burada görmesinler). Yellowstone ekibinin kotardığı dizide yine orada da yer almış, eşimin deyişiyle “CGI ile çizilmiş gibi görünen” Neal McDonough ile yine yukarıda ismini andığım Frank Grillo bu sezonun yeni ağır topları olmuşlar.
The Penguin hemen açılışta renk paletiyle ciddiyetini ortaya koyup Pulp Fiction’a yaraşır bir kurşunla hikâyesini örmeye başlıyor. Karakterin paytak yürüyüşünden mor renk tercihine bildik detaylar ekrana taşınmışken, neden topalladığını da tüm “çıplaklığıyla” öğrenmiş oluyoruz. Maroni ve Falcone Aileleri zaten Gotham’ın tanıdık yüzleri (Sal’de Clancy Brown). Penguen kendi çocukluğunu anarken akla Vito ve Godfather Part 2 geliyor. Kendisine sempati katacak iki de karakter var: Kendisinden daha güçlü bir karakter olarak gösterilen annesi ve himayesine aldığı, muhtemelen yetim kalmış hırsız genç. Bunu da Tulsa King pilotla bağdaştırdım güncel bir klişe olarak, orada şoförlük yapan siyahîmizin yerini burada Palminteri’nin yazıp De Niro ile birlikte oynadığı A Bronx Tale’deki gibi daha genç bir sima alıyor ve muhtemelen biz de (seyirci) onunla birlikte bu dünyayı keşfe çıkıyoruz. Penguin’in titizlikle örmeye başladığı oyunda iki tarafı birbirine düşürme, savaş çıkarma planı da Yojimbo/A Fistful of Dollars/Last Man Standing filmlerini akla getiriyor. House of Cards’tan Michael Kelly’i de görmüşken, ilerleyen bölümlerde Mark Strong, Carmen Ejogo ve Luke Cage’den Theo Rossi’yi de seyretme şansına kavuşacağız.
HBO’nun çizgi roman dünyasından ekrana taşıdığı en önemli yapım gibi dursa da, daha “comic” olacak ve yıllardır neden çekilmediğini sorguladığım “Lanterns” hem DC hem çizgi roman dünyası adına çok önemli bir hamle, toparlanma olabilir. Dünkü haberlere göre Kyle Chandler ile anlaşılmış bile. Kimi serilerinin Batman’den bile çok sattığı ve henüz beyaz perdede yüzünü eskitmediği, genel seyirciye tüm hikâyesi yabancı olduğu için, büyük bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Ego the Living Planet ile (GG2) Marvel tarafında bir üyesini tanımış kadar olunması da avantaj (Star Trek serisinin beşincisinde de vardı sanırım). Yeşil, Sarı, Kırmızı, duygulara göre renk değiştiren yüzüklerin Inside Out serisiyle çocuklara da tanıdık geleceğini düşünüyorum, Superman’den (Kripton) LOTR’a, gücün bu farklı kullanımlarına âşinâlık diziye ısınmayı da hızlandıracaktır. HBO ciddiyetinde ortaya nasıl bir iş çıkacağını çok merak ediyorum. Umarım Alien ile beraber sci-fi özlemimizi dindirirler.
Mafya dizilerine dair de, Roaring Twenties dönemini Boardwalk Empire sonrası ele alan bir dizi göremedik. Godfather of Harlem var en yakın, o da 60’lara geldi. 4. sezonunu iple çekerken, Disney’e 3. sezonunu da gelmiş olduğunu hatırlatmak isterim. Halihazırda süren en iyi dizidir, hatrımda kalan aktif bir yapım yoksa. 5 dakika kadar seyrettiğimiz Unprisoned için yorum bırakmak istemiyorum, Delroy Lindo’yu göremedik bile.
Böyleyken böyle. Darısı Cobra Kai finalde Silver’i yeniden görmeye.