- sezon daha çok spiritüal,dini, ruhani ve karma gibi konular üzerine kurulu, bu yüzden dijital detoks ve wellness center gibi olaylarla harmanlandığı için bu sezon bazı kişiler tarafından daha yavaş ve sıkıcı bulundu bence. Bu sezonu beğenenler de oldu beğenmeyenler de. Ben şahsen beğenerek izledim her hafta. Bazı eksik,gereksiz şeyler vardı. Bana göre, olsa daha iyi olacak şeyler de vardı. Onun dışında bence güzel bir sezondu her açıdan. Karakterler ve oyunculuklar çok iyiydi. Arkadaşlarımdan çok beğenen de oldu çok sıkıcı bulan da oldu. Ortasını tutturan yok sanırım. Bence bir şans verilebilir.
The Wire dizi değil, gerçeğin ta kendisi ondandır belki hocalarım
Vallaha hocam The Wire ve Six Feet Under dizilerinin aldığı övgüleri bende bir türlü anlayamadım. Yani kötü dizi değiller ama benim beklentim çok yüksekti.
TLOU sezon 2’ye başladım. Bu işi çok iyi yapıyorlar… Şu kızın yerine de geçen senenin favori filmlerimden olan Alien:Romulus’un baş karakteri Cailee Spaeny’i seçmiş olsalardı eminim ki alacağım keyif arşa çıkardı. Neyse yapacak bir şey yok. Cast’i yapanlar utansın.
Hepsini birden vereydiler iyi olurdu.
Ben oyunu bitirdiğim için pek sorun etmedim de haftada 1 bölüm olayını seviyorum ben. Diğer türlü bir gününü ona ayırıp bitirme isteği oluyor. Böyle her hafta yeni bölümü heyecanla beklemesi daha keyifli bence.
Katılıyorum. Gerçek dava dosyalarından alındığı için temposu biraz düşük. Zaten bu kadar tutmasının sebebi gerçekçi olması. Akılda kalıcı tipler var, Omar ve Bubbles gibi. “Bosch” tan sonra başlamıştım. Her ikisinden de 3 er sezon seyrettim herhalde. Bana yeter.
Adolescence
Stephen Graham’ın A Thousand Blows’tan hemen sonra yine Netflix platformunda başrole soyunduğu Adolescence, tek plan çekimleriyle adından söz ettirdiği kadar, ebeveynliğe dair söyledikleriyle de gündem oldu. Dün gece seyredecek bir şey bulamayınca şans vermek istedim. Gayet akıcı, sonuna değin seyrettiren bir yapım olmuş.
Çekim tekniğinden çok, her bölümün farklı mekanlarda geçmesi merak duygusunu diri tutan bir tercih yaratmış:
İlk bölüm bir gece baskınıyla evlerinden alınan ailenin, 13 yaşındaki oğullarının cinayet zanlısı olması hasebiyle, karakola getirilmeleri ve standart prosedürün işleyişiyle geçiyor. Aileyi, dedektifleri yavaş yavaş tanıyoruz, arada Saul Goodman’ı utandıracak denli boş bir avukat görünüp gidiyor.
İkinci bölüm, John Singleton’un Higher Learning’i gibi, okulda geçiyor. Soruşturmayı yürüten dedektifler, işlenen çocuk cinayetinin (İskandinav Noir’e selam) ardındaki makul sebebi ve cinayet silahını bulmak üzere, kanıt arıyorlar. Dedektifin oğlunun deyişiyle “utanç verici” ölçüde başarısız olsalar da, onun yardımıyla bir şeyler daha açıklığa kavuşuyor.
Üçüncü bölüm, mahkemeye kadar nezaret altına alınmış Jamie’nin adli psikologla görüşmesine odaklanıyor, dolayısıyla mekan daha dar, odak daha yüksek. Primal Fear’daki patlamaları ansıtan görüşmede, çocuk oyuncumuzun karşısında The Crown’da ailenin büyük kızını canlandıran, yeni nesil Julie Harris, Erin Doherty var. Oyununun ağırlığını gözlerinde bulduğumuz oyuncu bu yönüyle Pacino’yu hatırlattı. Kedi-fare oyununda zanlının karşıdakini kandırmaya yönelik manipülatif hareketlerine alışkınız lakin burada yeni nesli temsilen zeki bir çocuk söz konusu olunca, ilk bölümü takiben, yine özgün ve izlenmesi elzem bir anlatı ortaya çıkıyor. Öyle ki, Stanley Tucci’nin geçtiğimiz yıl Netflixlenen Inside Man’indeki gibi, bu bölümde final yapabilecekleri denli doyurucu ve vurucu bir kapanış var.
Son bölümse, Chernobyl ile aynı düşüşü yaşatıyor bana göre: Tempo zirvedeyken, seyirciye katharsis yaşatılmışken, bunu düşürecek bir ya da birkaç bölüm daha çekmek risk. “Bitse de yatsam” dediğim bir saatlik bölümde, en uzun zaman atlaması (üçüncü gün; 3 ay sonra; 7 ay sonra; yanlış hatırlamıyorsam bölüm başları) sonrası, ailenin kalanının, babanın ellinci yaş gününü kutlayacağı güne konuk oluyoruz. Minibüsüne “sübyancı” yazılan baba, kutlamayı erteleyip, boya almak üzere, aileyi yapı markete götürür; orada failleri bulup patlama yaşar, bir önceki bölümde altyapısı kurulan “pasif agresif” benzerlik, çocuk ile baba arasında kurulur. Sonrasında “biz nerede yanlış yaptık” sorgulamasıyla dizi sonlanır. Lakin anne-babanın “bu kız da bizden çıktı” şaşkınlığı üzere, çevre etkisi muğlak da olsa mimlenir.
Kadın dedektifin “maktulü değil faili konuşuyoruz” söylemi, dizinin tamamını kapsıyor aslında. Bir özeleştiri gibi kabul edebiliriz, zira son yıllarda seri katillere yönelik mini diziler gırla sipariş edilmeye başlandı. Suçu normalleştiriyor görünmese de, Hannibal’ın popülaritesinden nemalanmak hayali mi diyelim, eski zamanlarda canilik (Lacenaire katılmasa da) sayılan eylemlerin ardında makul sebepler aranması, "canavar"ların rehabilitör televizyonmuşçasına “insanlaştırılması”, silah yasasından nemalanan lobilerden politize olmuş film sektörüne, kafada soru işaretleri yaratırken, The Purge coşkusu misali, gerçek hayatta “uyuşturulduğu” zannedilen toplumun şiddete daha da yatkınlaşır olduğu fikrini sorgu altına alıyor.
Bu alanda yüzlerce filmi ve davayı inceleyip bizzat bir kaynak ele aldığımdan, bana yeni bir şey sunmadığını söylemeliyim. Gerçekten vurucu bir cinayet draması izlemek isteyenler için aşağıya link bırakıyorum, sinefiller bulup izleyebilirler. Bir önceki paragrafı yazarken unuttuğum bir şey vardı**, önemli olsa unutmazdım diye düşünüyorum. O halde, bu kadar. Ha, şunu hatırladım: İngiliz aksanı. Graham’ın This is England’dan aşina olduğumuz ağzı ve asabiliği kendini korurken, Doherty’nin tıpkı Gervais gibi "t"leri yutması da, “elit” kesimin çokça üstünde durulmayan şivesini belleklere kazımış oldu. Neyse, benden bu kadar, amme hizmeti olarak şimdilik burada dursun.
Sinefil değilseniz tıklamayınız.
** Quiz Show: “Bu sadece televizyon, şov dünyası, hiçbir şey gerçek değil ve hiçbir şeyden sorumlu değiliz” savunusu gelmişti, tutanağı hazırlarken aklıma; işin içinden yine sıyrılacaklarına dair. Diziye yönelik yazacak bir şey kalmadı bu cephede, başka limanlara yelken açabilirsiniz.
HBO Max’da gezerken posterinde Moritz Bleibtreu’u görünce hemen izledim. Bu adamın oyunculuğunu feci beğeniyorum. En underrated oyuncular listesinin ilk sırasına adını direkt yazarım.
Blackout küresel bir felaketi konu alan 6 bölümlük Alman yapımı bir mini dizi. Bu sefer deprem, tsunami, fırtına gelmiyor, elektrikler gidiyor Dizi Marc Elsberg’ün aynı isimli kitabından uyarlanmış. Kitap 2014 yılında Sayfa6 Yayınları tarafından Kesinti adıyla Türkçeye çevirilmiş.
Ben diziyi genel anlamda beğendim. “Hidden Gem” kategorisine koyabilecek kadar iyi bir yapım olmasa da ortalamanın üzerinde sürükleyici bir yapımdı. Ayrıca dizideki İngilizce konuşmaların altyazılarını malesef çevirmemişler.
diziyi bitirdim yalnız değlsiniz linçleyen linçlesin aynısını düşündüğüm çok dizi var
İkinci sezona arkadaşlarla başladık,yine güzel bir iş çıkarmış HBO tek sıkıntı kadın karekterler arasındaki cinsel gerilimdi.
Final bolumu de bitti.
"Neden onune atladin"a mal gulen cevap = Sherlock’un dususe dair sacmasapan fan theoryleri siralamasi.
Malum sahne = GoT sahnesini yikti gecti. Ayi kenara cekilsin (bu adam bacak kadar kizdan dayak da yedi Hawkeye’de, unutulmasin)
Post credit sahne = Dexter new blood hucre sekansi. Hangi mal gidip bunu yapar ki… Neyse.
Bir onceki bolumde yazdiklarim gecerli, Punisher ve Karen kurtardilar seyir keyfini. “Army” kadrosundan ben utandim.
Birinci bölümü zor bitirdim, diğer bölümleri sırf meraktan atlaya atlaya izleyeceğim.
Biraz geç oldu ama True Detective 4. sezonu seyrettim.
İlk bölümü izlemeye başlayınca hafiften bir The Thing havası alıp çok heyecanlandım fakat dizi ilerledikçe hayal kırıklığı oldu.
Neo-feminizm manifestosu gibi dizi yapmışlar. İstisnasız her sahnede diziye en ufak bir katkısı olmayan ve hiç bir anlam ifade etmeyen abartılı kadın dominasyonu midemi bulandırdı. Irklarına ve miraslarına sahip çıkan güçlü kadın goygoyu yapmak için dizinin sonunu öyle bir yere bağlamışlar ki sinirim bozuldu. Dizinin yapım amacı bu hastalıklı woke kültünün propagandasını yapmak olduğu için bu temanın dışında kalan istisnasız her şey ikinci planda, önemsiz ve baştan savma yapılmış. O yüzden çok fazla irdelemeye gerek yok.
Off bu diziyi tekrar hatırladım bak. Aynı şekilde The Thing benim en sevdiğim film ve ilk bölüm o kadar benzerini çekmeye çalışmış ki yönetmen ablamız tamam dedi ya işte bu ama dediğin gibi saçma bir yere bağlanıyor. Üstelik bazı bölümlerde gösterdiği gizemler beni finale kadar götürmek için uydurduğu şeyler gibi kalmış aklımda.
Dostlarım… Romalılar… Yurttaşlar… Bugün size buruk bir zafer haberiyle geldim. Birkaç yıldır sürmekte olan bekleyiş bugün nihayet sona erdi. Galya Köyü’ne ulaştık ancak bizi bekleyen egzotik maceralar yerini kuru ve gösterişsiz bir karşılamaya bıraktı. Kadim yazmanımız Goscinny’nin incelikli nüktedanlığından nasibini almamış barbarlar tüm görgüsüzlükleriyle kültürel hazineyi çarçur etmiş, günün modasına uydurmak adına yarattığı eserleri talan etmiş, yeni nesillere bırakmak istediğimiz mirası ayaklar altına almıştır.
Gotik kadın büyücüden şef değişimine, Avengers göndermesinden Pulp Fiction’a, birbirinden leş müzik tercihleriyle, Chabat’ın ne idüğü belirsiz titriyle (gudik bir oyuncuyken) live action sonrası animasyonda da yakasını bırakmadığı Asterix markasını büyücüyü popo sallarken görmek herhalde Uderzo ve Goscinny’nin de vizyonunda yer almıyordu. En iyi, hem de özgün bir hikayeyle, uyarlaması olan 12 Görev’de de müzikal sahneler vardı ancak bu şekilde “cıvık” değillerdi. Sezar’a on yüz bin milyon kez instagram esprisi yaptırmak zeka yahut yaratıcılık belirtisi değil. Esasen 4 bölüme yayılmış, yine milyon kez uyarlanmış Şefler Savaşı’nın başına sadece Oburiks’in nasıl kazana düştüğünü göstermek adına bir “çocukluk prequeli” eklemek de öyle. Bakın, ben bu yapımı duyurulduğu andan beri bekliyorum. Kızıma izletmekti hayalim. Çocuk 10 dakika dayanamadı - Idefix’i kastederek “Snoopy yine çıkacak mı?” deyip durdu -ki bu bölümde yok kendisi. Eşim yine bölümü tamamlamadı, son iki bölüme kadar gayet sıkıcı ilerledi çünkü: Bildik hikaye olabildiğince yavan işlenmişti. Öğlen 8 olan imdb puanının 8.4’e yükselmesinden mütevellit, bir kere daha, gerizekalı bir küresel toplum içinde yaşadığımızı üzülerek görüyorum.
Sondaki animasyon bölüm (yaban domuzları ve kazlar) daha da kötü. Oyunlar ve filmler mi kötü biz mi artık bu seriden zevk almıyoruz diye sorabilirim, ama cevap belli. 3/10 veriyor ve 3D’ye kafam girsin diyerek sonlandırıyorum.
Galya bayraklarınızı indirebilirsiniz.
Aaah! Bu akşam için planımızdı. Laaanet barbarlar. Bir de devamı gelir şimdi bunun.