Katılıyorum. Bölümün ortasında fikir değiştirip ikinci sezon için yol yapmışlar sanki.
Çok eski bir Metin Akpınar esprisi. Arabesk söylemeden önce ses kontrolü bu şekilde yapardı. “Acılı” hesabı.
Mr. McMahon
Neredeyse 20 yıldır sektörü takip eden biri olarak, özellikle WWF-WWE arka alanınının (locker room) nasıl leş bir ortam olduğunu biliyordum. Çocukluktan gelen nostaljik hislerim olmasa takip etmeye de devam etmez veyahut Japonya tarafına (Puroresu) ya da ABD’deki diğer alternatiflere yönelirdim. Ancak WWE ne yazık ki alışkanlık olmuş bünyede.
Belgesel Vince McMahon üzerinden özellikle WCW ve WWE’deki çoğu skandala ışık tutuyor. Tabii es geçilen de fazlaca şey var ama en popülerlerini koymuşlar. Arada benim de bilmediklerim vardı. Akıcı bir üslupla, gerek booker, gerek güreşçilerin yorumlarıyla keyifli bir belgesel olmuş. Tabii Vince ve WWE bu belgeseli karalayıcı olarak söylemiş ama ben az bile anlatmışlar diyorum. Ki, bu belgesel Vince’in son tecavüz skandallarının öncesinde çekiliyor.
Ek olarak Hakan Haktanır’ın Kurgu ve Ötesi kitabı da profesyonel güreşteki arka alan olaylarını merak edenler için güzel bir kaynak.
85/100 diyelim.
1.sezonu yeni bitirdim, izlemesi keyifli ama dizideki insanların “duruma” karşı bilinçli şekilde aciz bırakılmasına(yazarlar tarafından) yapılan genel eleştiriler de haklı. Düşünmeyi bırakırsanız cliffhangerlar izletiyor.
Bazı şeyleri değiştirmiş olsalar da kitapların ruhunu iyi anlamışlar, izlerken baya eğleniyorum.
Ben kitap okuyamadığım gibi dizi de izleyememeye başladım. Neye başlasam ilk bölümden sonra devam edemiyorum.
Son zamanlarda baştan sona zevkle izleyebildiğim bir kaç dizi bulabildim neyse ki.
Nautilus
Bazen böyle kafa yormayacak eğlenceli ve akıcı diziler izlemek iyi geliyor. Jules Verne’ün Denizler altında 20000 fersah kitabından uyarlanan bu diziyi (maalesef kitabı okumadım) ben çok sevdim. Biraz Karayip Korsanları tadı da var izleyin bence :d
The Eternaut
Sanki çok olaysız sakin bir ülkede yaşıyormuşuz ve normal yaşamımda da hiç stresim yokmuş gibi kıyamet sonrası dizi/filmlerini de çok seviyorum. Bu dizi Buenos Aires’de geçiyor ve yaz günü kar yağışıyla ve dışarıda olup kara temas edenlerin ölmesiyle devam eden ilk bölümümüz var.
Dizi Arjantin orijinal yapımıymış ve çizgiromandan uyarlamaymış. Çok kaliteli ve acayip heyecanlı ve geren bir diziydi. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
The Survivors
Buna da kesin ilk bölümden sonra devam etmem diyerek başladım ama 2 günde bitirdim. Başrolümüz Lotr dizisinden tanıdığımız Sauron’u oynayan oyuncu. Dizideki ismini hatırlamıyorum ama kendisi liseliyken yaşadıkları yerin deniz kenarında bulunan kayalıklardaki mağaralara giriyor ve sonra çıkan fırtınada mahsur kalıyor. Onu kurtarsınlar diye abisini arıyor ve abisi de arkadaşıyla gelirken ikisi de kaza geçirip ölüyor. Herkes bunu suçluyor falan o da sydney’e gidiyor yıllar sonra eşi ve bebesiyle tekrar eski kasabasına geliyor fakat o geldikten sonra bu sefer de bir cinayet işleniyor. Bir yandan da aslında yıllar önceki olay yaşandığında bir kız da kayıpmış falan. Ay bir sürü olay ve gizem var işte kim yaptı kim çıkacak diye diye izleniyor. Dizinin çekildiği yer harika bu arada. Tazmanya’da çekilmiş inşallah bir gün görürüm oraları.
Dept.Q
Bir şey diyeyim mi bu diziye de hiç umudum olmadan başladım ama bayıldım. Netflixde izlediğim en iyi polisiyelerden biriydi. Matthew Goode () ilk defa böyle bir rolde ve ona çok yakışmış:heart:
Konusu da şöyle; Dedektifimiz Carl Morck ortağıyla gittiği bir olay yerinde saldırıya uğruyor. Ortağı felç kalıyor, o boynundan girip diğer taraftan çıkan bir kurşun sonrası götü başı zor kurtarıyor ve onlara eşlik eden polis memuru da ölüyor. Neyse Carl zaten sorunlu bir tip (sorunlu olmayan bir dedektif düşünemeyiz zaten) bu olaydan sonra iyice sıyırıyor ve karakoldaki (aman işte adı neyse) amirleri bakanlığın açmalarını istediği geçmişte işlenmiş ama kapanmamış vakaları çözecekleri bölümün başına oyalansın Carl’ı diye getiriyor.
İskoç aksanı, iskoçya manzaraları, merak uyandırıcı bir konu, harika bir başrol ve yine sevilesi yan karakterler vs bence baya iyi bir dizi şans verin.
Yer aldığı 2-3 saatlik WWE programlarını son 15-20 dakikaya sararak John Cena’nın Heel Turn veda turunu izliyorum. WWE nezdinde herkes tarihin en büyük dönüşü falan diyor da, ben farklı düşünüyorum. Adamın ana akım sinemaya girişi (Daddy’s Home, Fast and Furious, Suicide Squad) zaten az konuşan, asık suratlı, “bad boy” kötü adam imajıyla başladı ve yayıldı. Persona bu zaten. İçeride “parlak çocuk” olduğuna ne inanasımız ne oturup o zamanları izleyesimiz var. Bakın, bu önemlidir: Seyircide yerleşik intibayı kırmak da zordur.
Scent of a Woman’daki pislik öğrenci Philip Seymour Hoffman,
The Jackal’da Willis’in kolunu kopardığı mide bulandırıcı tip Jack Black,
Ally McBeal’da trans (penisi vardı sanırım) rolündeki kadın House M.D.'nin "love interest"i olarak bende antipati yaratıp öyle de kaldılar mesela. Büyük oyuncularda bunu göremezsiniz, kötü roller üstlerine yapışmaz. Eh, Cena da ekranda “çıkışta bekleyen kabadayı” personasını yerleştirince bu WWE senaryosu “perdeden ringe” geçişten öte bir şey yaratmadı bünyelerde. İzlemesi zevkli, evet, zira başka türlüsü de bembeyaz teniyle (parlak, iyi çocuk) komik olurmuş. Herkesin yanında Bubble Boy gibi parlıyor onca kalıbına rağmen. Neyse, Goldberg’le de son bir maç yaparlarsa izlemek isterim. Vaktiyle göremediğimiz hareketleri yapıyor şimdiki atletler ipte, takdir etmek lazım (Cody Rhodes, Youtuber Paul vs).
Ben de izlemeyi düşünüyorum. Önerir misin?
Peaky Blinders’a yeni başladım. Güzel gidiyor şu an beni çok sardı. Ama benim dört tane vazgecilmezim var: Loki, WandaVision, Falcon and the Winter Soldier ve Moon Knight. Hepsini iki kez bitirdim muq diziler (evet Marvel hayranıyım).
Iliza Shlesinger - Freezing Hot & Hot Forever
Mark Wahlberg’le filminden sonra stand-up şovlarına şans vereyim dedim ve ilk ve son gösterilerini seyrettim. IMDB puanları düşük kalmış, gayet başarılı: Sahne hakimiyeti ve şov konsepti doyurucu. Lakin bir kusuru var ki; fazla ciddiye aldığınız takdirde, yetişme çağındaki bir erkekseniz, kadınlardan ömür boyu uzak durabilirsiniz. Zira nerede bir “arıza” var, malzeme çıkartmış ve hepsinin üst üste yığılması fazla yorucu bir deneyim yaratmış. Bu yönden, Seinfeldler üstü yelpazeleriyle George Carlin, Eddie Izzard, Chris Rock üçlüsü yanına yaklaşamaz (Jerry Seinfeld’e toz attırır) ancak özellikle kadın izleyiciyseniz çok eğleneceğiniz muhakkak. Yanına şunu da tavsiye ediyorum, başka şovu olmadığı için film bölümüne almışım:
Cody sanırım 2004’den beri var. Ancak Türkiye’de ilk önce Smackdown yayınlayıp RAW sonra yayınladıkları için( ki o dönem WWE içinde Raw’da yer alanlar ve Smackdown’da yer alanlar diye bir ayrım vardı. Bir güreşçi diğerine geçmesi ancak WWE onayı ile olurdu. )çok bilinmiyordu.
Jeff Dunham - Relative Disaster
Bu şovunu nasılsa atlamışım: Stand-up sanatçıları arasında kuklalarıyla kendine has bir yere sahip olan Dunham, İrlandalı bir bebek de eklediği bu vantrilog (vantrilok bizi bozar) gösterisinde yine iyi yazılmış diyaloglarla seyirciyi kırıp geçiriyor. İlk kuklası yaşlı Walter ile yapıyor her zamanki gibi açılışı. Bebekten sonra en zayıf halka Bubba-J (fotoda altta) çıktığında kapatıp uyudum, muhtemelen sonrasında Jalapeno (yokmuş sanırım), hiperaktif kukla (fotoda sağda) ve Achmed (solda) çıkacak. Bitince ekstra bir şey varsa editlerim. Bu şovda 55 yaşında, şu an 62 olması gerek, boşanmış ve Kiefer Sutherland’e benzemiş. Dunham’ın tek ve gerçek Batmobile’i garajında muhafaza ettiğini öğrendiğimde şaşırmıştım. Zengin koleksiyonerlere pek rastlamıyoruz geek dünyasında.
Evet evet, öyleymiş. Geri dönüş senaryosu, giriş müziği, babadan oğula (The Rock gibi) taşınan kemer vb. özetini görmüştüm. Hatta ilk döndüğünde dövme falan yok üstünde, “dream” dövmesi eklemişler kemer öncesi. Muhtemelen Cena’dan geri aldırırlar emekli olmadan. Saçlar bile sarı değil öncesinde, boyanıp dönmüş.
12’sinde Goldberg’in Gunther’le ağır sıklet kemer maçı var, gelecek ay da Rhodes ile Cena SummerSlam’de rövanş için karşı karşıya gelecek. Devir teslim için erken ama, eğer unvanı korursa yıl sonuna kadar Goldberg’le de bir maç yaparlar diye umut ediyorum. Ha, belki Rhodes alır, Goldberg “You’re Next” meydan okuması yapar ve alır, Cena ondan geri alır onu da bilemeyiz. Bakalım. Onun giriş müziğini de bırakayım. Kendi söylediği “My Time is Now” ile.
The Rookie
Çok keyifli dizi. İyi ki içgüdülerimi dinleyip başlamışım. Prison Break gibi açılan pilotta, yeni boşanmış ve hayatına amaç arayışındaki Nathan Fillion bir banka soygununa yakalanır, malum klişeler, ayağa kalkıp soyguncuları oyalar, cesaretiyle hayranlık kazanır, sonrasında 9 ay öteye gideriz, eğitim bitmiş ve L.A. polis teşkilatına katılmıştır. Ekipler, vakalar gayet eğlenceli. Okul ve hastane odaklı dizileri zaman zaman ben de izlemiştim ancak rating canavarı olduklarından polis ve özel tim teşkilatı temalı dizilere hep mesafeli durmuştum. Bunda farklı bir tat bulacağım inancıyla başına oturdum, ikinci bölüm sonunda devam kararı aldım, umarım bozmaz. Bakalım.
7 sezon 126 bölümmüş yazacaktım, ne zaman iptal olduğunu ararken sekizinci sezon için yenilendiği bilgisini okudum. Devam ediyormuş.
Bir de buna spin-off yapmak istiyor ABC.