Ben serilerin hepsini okumadan tek tek kitapları yorumlamayı sevmem. Yanlış anlamayın bence bir serinin her kitabı, yazar uzun tek bir kitap yazmış ama yayıncı bölmüş gibi durum yoksa, bağımsız olarak değerlendirilebilmeli. Mesela dediğim durum Yüzüklerin Efendisi’nde var bu yüzden o tek kitap olarak değerlendirilmeli. Böyle düşünüyorum çünkü serinin devam kitapları önceki kitaplara bakış açımı değiştirebilir. Ayrıca detayları unutmamak için serileri art arda hızlıca okumayı severim. Konudaki bir önceki mesajımdan sonra oldukça uzun bir zaman geçti ve ben aradaki zamanda Robin Hobb’un Farseer Üçlemesini okuyup bitirdim. Şimdi üç kitabı da ayrı ayrı yorumlayacağım. En son da genel bir yorum yapacağım.
Suikastçının Çırağı:
Kitap FitzChivalry Farseer isimli bir kraliyet piçinin yıllar sonra anılarını yazmaya karar vermesiyle başlıyor ve Fitz’i 6 yaşından itibaren okuyoruz. Kitap 1. Kişi bakış açısından bir otobiyografi gibi yazılmış. Bu açıdan bana Rüzgar’ın Adı’nı hatırlattı. Ama arada bir fark var. Rüzgar’ın Adı’nın ilk 100 sayfasından hafif spoiler vererek bir kıyaslama yapmak istiyorum. Bence önemli değil ama kitabı okumayı düşünüyor ve tamamen körlemesine girmek istiyorsanız açmayın.
Rüzgar’ın Adı bizi direkt Kvothe’nin hikayesinin başına bırakmıyordu. Kitabın açılışında 70 sayfa kadar bir bölüm üçüncü kişi bakış açısından yazılmıştı. Bu kısımda Kvothe’nin efsanevi bir kişilik olduğunu ama artık eski halinden eser kalmadığını ve sıradan bir hancı olarak yaşadığını öğreniyorduk. Sonra Kvothe hikayesine çocukluğundan başlayınca okur o çocuğun çok önemli biri olacağı bilgisini almış oluyordu. Fitz bize önden hiç bilgi vermeden direkt hikayesine başlıyor. Ama henüz okurun bu çocuğu önemsemesi için bir sebep yok. Bu yüzden kitabın başlangıcı biraz sancılı oluyor. Bu durum kitapta ilerleyip karakteri tanıdıkça azalıyor.
Gördüğüm kadarıyla Robin Hobb’un en güçlü yönü karakter yazımı. Daha ilk kitaptan Fitz, Burrich, Patience, Chade gibi karakterler gerçekten çok sağlam yazılmış. Verity, Kettricken, Soytarı, Molly gibi görece daha az sahnesi olan karakterler için de devam kitaplarında derinleştirmek üzere çok iyi temeller atılmış. Birinci kişiden yazılan kitapların genel sıkıntısı yan karakterlerin yeterince inandırıcı yazılamaması bence. Bu kitap buna hiç düşmemiş ve neredeyse her yan karakter Fitz kadar inandırıcı. Her karakterin kendi sıkıntıları ve travmaları var. Biz en çok Fitz’e acıyoruz ama bana Patience’ın veya Burrich’in bakış açısından okusak onlara da benzer miktarda acırız gibi geliyor.
Benim için bir sıkıntı olmayan ama bazı kişiler için sıkıntı olacak bir konu var. Kitabın karakter odaklı ve ağır akan bir hikaye olması. Aksiyon miktarı oldukça düşük. Yani sakın bir suikastçının görevler alıp suikastlar yaptığı bir aksiyon hikayesi bekleyerek başlamayın. Göreceğiniz şey bir çocuğun büyüme hikayesi. Bu çocuk ileride bir suikastçı oluyor ama kitap yine de o aksiyon odaklı Assassin’s Creed hikayesine dönüşmüyor.
Fitz biraz Unreliable Narrator(Güvenilmez Anlatıcı) sayılabilir. Hikayeyi tüm gerçekliğiyle anlatmayı hedefliyor ama o yaşta anladığı şekliyle anlatıyor. Yani bazı şeyleri anlatıcı yetişkin Fitz biliyor ama çocuk Fitz bilmiyor. Biz de bunları Fitz öğrenince öğreniyoruz. Üstüne yetişkin Fitz bile başına gelen her şeyi tamamen anlayabilmiş değil. Bu yüzden bazı şeyleri anladığı şekliyle anlatıyor. Neyi doğru neyi yanlış anladığını çözmek ise okura kalmış. Bu da serinin tekrar okunabilirliğini arttırıyor. Muhtemelen ikinci defa okusam çok daha zevkli olur.
Bence çok iyi bir giriş kitabıydı. Kötü karakterler biraz fazla kötü gibi duruyor ama ben bunu yanlış bulmuyorum. Sonuçta biz hikayeyi Fitz’in bakış açısından okuyoruz ve Galen, Regal gibi karakterleri Fitz’in gözlerinden görüyoruz. Fitz de onlardan nefret edip saf kötü olarak görüyor. Eğer kitap üçüncü kişiden yazılsa bu karakterler daha gri olurdu bence. Mesela Hobb’un üçüncü kişiden yazdığı Liveship Traders serisinin kötü karakterini herkes beğeniyor gördüğüm kadarıyla.
Kraliyet Suikastçısı:
Bana göre üçlemenin en iyi kitabı. Fitz hala aynı derecede ilgi çekici bir ana karakter. İlk kitapta çok beğendiğim Burrich, Patience, Chade gibi yan karakterler hala aynı derecede iyi yazılmış. Verity, Kettricken, Molly gibi ilk kitapta sahnesi daha az olan karakterler de hikayede daha çok yer bulup çok başarılı karakterlere dönüşmüş. Üstüne yeni tanıtılan Gecegözleri de şimdiden aynı seviyede bir karakter. Fitz ve Gecegözleri’nin ilişkisini gerçekten çok beğendim. Gecegözleri gördüğüm en iyi yazılmış hayvan karakter olabilir. Tabi bunda konuşabilmesinin etkisi büyük.
Direkt karakterleri ve dünyayı tanıyarak başladığımız için ilk kitabın başındaki yavaşlık burada yok. Yine çok aksiyon ve suikast yok ama saraydaki entrikalar ilgimi çektiği için çok akıcı bir şekilde okudum. Tabi bazı karakterlerin mantıksız davranışları oldu ama çoğunun bir açıklaması vardı. Özellikle Fitz’in hatalarının çoğunu inanılabilir buldum. Chade’in Regal’a müdahale etmeme sebebi serbest kararlar alan biri değil kralın dediklerini uygulayan biri olmasıydı. Kral da oğlunu hain olarak görmek istemediği için emir vermiyordu. Shrewd acı çektiği için uyuşturulmak istiyordu. Chade de bunu Wallace üzerinden yapmayı düşünüp müdahale etmedi. Zaten üçüncü kitabın başlarında Fitz’e “Sen inisiyatif alıyorsun ama bir suikastçının sadece kendisine denileni yapması gerekir. Hatan buydu ve bu yüzden seni planlarıma dahil etmeyeceğim.” benzeri bir şey diyordu. Verity de veliaht ama kral değil. Kralın sözüne aykırı haraket etmekten çekiniyor. Muhtemelen kendisi kral olsa bu kadar pasif kalmazdı.
Benim en mantıksız bulduğum şey herkesin Shrewd’ün zehirlendiğini görmesi ve kimsenin bir şey yapmamasıydı. En azından Verity’nin bu konuyla biraz daha ilgilenmesi gerekiyordu. Muhtemelen okuyan herkes Shrewd’ün durumunu gördüğü anda kesin bu kitapta ölecek ve zehirleyen kişi Regal demiştir. En azından ben dedim. Fazla tahmin edilebilirdi ve çok uzatılmıştı. Okurun gördüğü bir şeyi karakterlerin uzun süre görememesi sinir bozucu oluyor.
Kitaptaki Fitz ve Molly aşkı beni çok çekmedi. Zaten gerçekten aşık olduklarını düşünmüyorum. Molly babası tarafından bırakılan kötü çocukluk anılarından kaçmaya çalışıyor ve bu yüzden ilk fırsatta birine aşık oluyor. Fitz çok fazla travma geçiriyor ve bunlardan kaçmaya çalışıyor. Ayrıca, mesleğinin de etkisiyle, kaledeki entrikalardan ve soylulardan bıkmış durumda bu yüzden ilk fırsatta kalenin dışından birine aşık oluyor. İkisi de birbirlerine çok kötü davranıyorlar. Molly babasına sinirli ve hepsini etrafta babasına benzettiği kişilerden, mesela sarhoşlardan, çıkarıyor. Bunun dışında da bazı sahnelerde çok mantıksız davranıyordu. Fitz ise mesleğinden hoşlanmıyor ve Molly’yi hayatının suikastlara ve saray politikalarına bulaşmamış tek parçası olarak görüyor. Bu yüzden ona her konuda yalan söyleyip hayatından ayrı tutmaya çalışıyor. Mesela Molly Fitz’in İzanlı olduğunu bilmiyor. Bir sahnede Gecegözleri Fitz’in bedenine girip Molly ile sevişiyor. Ve Fitz bunu söylemeyip kendisiymiş gibi davranıyor. Çünkü bilse muhtemelen ayrılırlar. Verity ve Kettricken’ın aşkı daha iyiydi. İkisinin de ilk kitapta yeterli sahne bulamadığını düşünüyordum ve bu kitapta beklentilerim karşılandı. Genel olarak romantik sahneleri beğendim. Fitz ve Molly ilişkisini beğenmeme sebebim de kötü yazılması değil çok iyi yazılmasıydı.
Bu kitapta yazım dili de seviye atlamış. Önceki kitapta da dil kötü değildi ama okurken dikkatimi çekecek kadar iyi de değildi. Belki çeviri kaynaklıdır bilemiyorum. Bu kitap fantastik edebiyat içindeki en iyi üsluplardan birine sahip. Ve diğer hepsinden farklı bir üslup. Diğer kitaplardan farklı olarak şiirsel olmaya çabalamıyor. Oldukça sade bir dil kullanılmış ama okurken gerçekten zevk alıyorsunuz. 677 sayfalık ve olay miktarının oldukça az olduğu kitap okurken hiç sıkmıyor ve bunu üslubuna borçlu. Farseer’ın Hobb’un üslubu daha zayıf olsa okuması işkenceye dönebilecek bir seri olduğunu düşünüyorum.
Savaş sahnelerinin yazılışını hiç beğenmedim. Daha doğrusu yazılmayışını. Fitz savaşa giriyor kendini kaybediyor ve savaşın sonrasını okumaya başlıyoruz. Fitz o anlarda olanları hatırlamıyor. Savaşta kendini kaybetmek ve sonra unutmak daha iyi yazılabilen bir şey. Okuduğum en iyi örneği Kadim Kanunlar serisindeki Kanlı Dokuz bölümleriydi. Kitabın anlatım anlamında tek zayıf yönü buydu diyebilirim.
Kitabın finali okuduğum en iyi finallerden biriydi. Muhtemelen bazı kişiler Fitz’in ölümden dönmesinden hoşlanmamıştır ama ben sorun etmedim. Burada kritik nokta ödenen bedel. FitzChivalry Farseer gerçekten zindanlarda Regal’ın işkenceleriyle ölüyor. Fitz önceki hayatında sevdiği veya kendisini seven karakterlerle neredeyse hiç iletişim kurmuyor. Çoğu Fitz’in hayatta kaldığını bilmiyor bile. Bilenlerle olan ilişkisi de eskisi gibi olamıyor. Bunun dışında üçüncü kitabın başlarını da tekrar insan olmayı öğrenmekle geçiriyor. Öldükten bir bölüm sonra geri dönmesi, yani bunu şaşırtmak amacıyla yapmaması, ve Fitz’in geri dönmesi yüzünden hikayenin akış şeklinde büyük değişimler olması benim sonu beğenmemi sağlıyor.
Dediğim gibi bence seri bu kitapla zirve yapıyor. Hiç aksiyon dolu bir macera haline gelen bir seri değil ama en akıcı olduğu kitap bu. Ayrıca bence duygu yoğunluğu en çok bu kitapta hissediliyor. İlk kitabı aşmayı başaran çok iyi bir devam kitabı.
Suikastçının Arayışı:
Buraya kadar seriyi yeterince övdüm bence. Şimdi biraz da kötü yönlerinden bahsetmek istiyorum. Ve serinin en büyük eksileri bu kitapta başlıyor. Önceki iki kitaptan sevdiğimiz yan karakterler haklı şekilde yok. Bu yüzden iki yeni karakter tanıtılıyor. Sebebi aklıma yatsa bile bir serinin son kitabında hikayede kritik rol oynayacak yeni karakter tanıtmayı pek mantıklı görmüyorum. Kettle finalde çok kritik bir rol oynuyor ve vardığı noktayı beğendim ama bu ilk iki kitaptaki karakterlerin eksikliğini gidermeye yetmedi. Starling ise pek umursadığım bir karakter olmayı başaramadı.
Kitabın en büyük sıkıntılarından biri sayfa sayısı. Kitap 867 sayfa. Bu hikaye kesinlikle daha kısa sürede anlatılabilirdi. Hobb’un dili hala ikinci kitaptaki kalitede devam ediyor. Ama bu bile yetmemiş ki bazı bölümlerde resmen sıkıldım. Daha saçması ise finalin aceleye getirilmiş gibi hissettirmesi. Kitap bu kadar uzunsa finalin oldu bittiye gelmemesi lazım. Okurken resmen, Bilge Adamın Korkusu’nda da yaşadığım, hikayeyi bu kadar sayfada nasıl toplayacak duygusunu yaşadım. Fazla hızlı da olsa toparladı. Bazı yerlerde resmen kitabın Wiki sayfasından özet okuyormuş gibi hissettim öyle söyleyeyim. Yürüyüp avlanmayı anlatan yüzlerce sayfadan bir kısmını silip yerine finali uzatsa daha mantıklı olurmuş.
Fitz bazı sahnelerde resmen dayaklıktı. İlk iki kitapta bunu her insan hata yapar şeklinde geçiştirebiliyor veya genç yaşına verebiliyordum ama burada artık o bahaneler işlemiyor. Özellikle Soytarı’ya Molly’nin yerini söylediğinde aşırı sinirlendim. O sayfayı okuduktan sonra ne olacağı aşırı belliydi. Resmen olsun diye bekledim. Bu kadar tahmin edilebilirlik iyi bir şey değil.
Biraz da beğendiğim şeylerden bahsedeyim. Karakterler yine çok iyi yazılmıştı. İkinci kitabın sonunun Fitz’in tanıdıklarıyla olan ilişkisine etkisi güzel işlenmiş. İlk iki kitapta yeterli odağı alamadığını düşündüğüm Soytarı bu kitapta parlama fırsatı bulmuş. Önceki kitaplarda Soytarı
arada görünüp foreshadowing olan bir şeyler söyleyip ortadan kayboluyordu. Artık düzenli gördüğümüz bir karakter. İlk iki kitapta da Fitz’le arasındaki arkadaşlıktan bahsediliyordu ama burada ilk defa gerçekten arkadaş olduklarını hissettim. Kettricken, Verity ve Gecegözleri çok sağlam karakterler olmaya devam ediyor. Üslup hala ikinci kitap kadar güçlü.
İki kitap boyunca yaratılan gizemlere cevap alıyorsunuz. Cevapların hepsinden tatmin oldum diyemem ama en azından ucunu açık bırakmamış. Galiba bir kısmı devam serilerinde de işleniyormuş ama şimdilik çok memnun kalmadığım yerler var.Mesela Elderling’ler tam olarak ne? Fitz taş ejderhaları uyandırırken bazıları için “Onlar insanlar tarafından değil Elderling’ler tarafından yapılmışlardı” gibi bir cümle kuruyor. Bu cümle taş ejderhalar ve Elderling’lerin iki ayrı şey olduğunu düşündürüyor. Ama biraz ileride “Verity Elderling’ler ile birlikte geri dönmüştü” gibi bir cümle geçiyor. Bu cümle de o taş ejderhaların Elderling’ler olduğunu düşündürüyor. Ejderhalar başka ejderhalar mı yapıyor? Burada ciddi bir çelişki var. Daha doğrusu bir bilgi eksikliği var. Belki devam serilerinde netleşiyordur ama şimdilik fazla havada kalmış.
Fitz’in Regal’a yaptıklarını ve Regal’ın ölümünü özellikle beğendim. Fitz’in ulaştığı sondan memnun değilim. Okurken anlatıcı olan Fitz yaşlıymış gibi hissediyorsunuz ama değil. Hala yirmili yaşlarında. Okurken yaşlı sanma sebebimiz ise seri boyunca yaşadığı travmalar, hala devam eden cinkabuğu bağımlılığı, sırtındaki ok yarası gibi seri boyunca aldığı fiziksel yaralar ve üçüncü kitapta neredeyse İşlenmesi. Bunlar fiziken hala genç olan Fitz’i zihnen yaşlandırmış. Ben yine de her şeyi bırakıp bir kulübede yaşamaya başlamasını çok mantıklı bulmuyorum. En azından Shrewd’ün istediği oldu. Shrewd Fitz’i Celerity ile evlendirmek istemesiyle ilgili “Senin soyunun rahat ettiğini görmek istiyorum” benzeri bir argüman kullanıyordu. Artık oğlu Altı Dukalık tahtının veliahtı oldu. Devam serilerinden bazılarında anlatıcı Fitz yani bu Fitz’in hikayesinin sonu değilmiş ama şimdilik beğenmedim. Verity’nin sonundan şikayet etmeyeceğim bence olması gerektiği gibi bitti. Aynısı Kettle için de geçerli. Soytarı, Kettricken ve Starling’in hikayeleri bir final yapmadı bile o yüzden yorum yapamayacağım.
Görmeyi çok isteyeceğim bazı olaylar tek cümleyle geçiştirilmiş. Bunun en iyi örneği Fitz ve Gecegözleri’nin Kara Rolf’la geçirdiği bir yıllık zaman. Elimizde çoğunlukla İrfan’a odaklanan 867 sayfalık bir üçüncü kitap var. İlk iki kitapta da Galen’ın eğitimi ve Verity ile Fitz’in bazı diyalogları gibi İrfan üzerine teorik bilgi aldığımız sahneler vardı. İzan’la ilgili böyle bir şey görmedik çünkü Fitz böyle bir şey yaşamadı. Sonuçta dediğim gibi bir şey yaşıyor ama sadece bir cümle sürüyor. Madem sadece birini detaylı görecektik neden iki büyü sistemi var ki? Umarım diğer Fitz serilerinden birinde o dönem de anlatılıyordur.
Kitabı genel olarak beğendim ama bazı ciddi sıkıntıları olduğunu da inkar edemem. Kesinlikle ilk iki kitaptan daha zayıftı. Eğer ilk iki kitabı okuyup sevdiyseniz seriyi yarım bırakmayın. En azından iki kitaptır oluşturulan bazı gizemlere cevap alacaksız. Kitap uzun ama dili çok güzel olduğu için bir şekilde kendini okutuyor. Şimdi bazı başka şeylerden ve seriyle ilgili genel fikirlerimden bahsedeceğim.
Farseer Üçlemesi:
Kitabı ciltli olarak okudum ve cilt kalitesinden de sayfa kalitesinden de memnunum. Beğendiğim bir baskı oldu. Alfa baskısının kapakları kötü değil ama bana kalırsa zamanında İthaki’nin bastığı kapaklar çok daha iyi. Zaten bu yüzden onların resimlerini kullandım. Ama kitapların içi daha iyi olabilirdi. Özellikle üçüncü kitapta çok fazla yazım ve çeviri yanlışı vardı. Çeviriyle ilgili düşüncelerimi aşağıdaki başlıkta uzun uzun belirttim. Belki üçüncü kitabın kötü çevirisi de fikirlerimde etkili olmuştur.
Verity, Patience, Regal, Chivalry gibi özel isimlerin Türkçeleştirilmemesini beğendim. Ama bence yer adları Türkçeleştirilebilirdi. Arkadaki Sözlükçe kısmında bulunan Türkçe karşılıkların çoğu güzeldi. Neden bu kadar güzel karşılıklar bulup kullanmamışlar anlayamadım.
Seriyi genel olarak beğendim. İyi işlenmiş ama ağır akan bir karakter hikayesi. Kendinden sonra yazılmış eserleri çok etkilediği de hissediliyor. Kralkatili Güncesi benzerliklerinden yukarıda bahsetmiştim zaten. Kadim Kanunlar ile benzettiğim bir yönünden de kısaca bahsetmiştim. Soytarı karakteri Fırtınaışığı Arşivi’ndeki Akıl’a çok benziyor. Birinin diğerinden etkilendiğini düşünmesem de Asoiaf ile arasında çok ciddi benzerlikler var. Özellikle Fitz ciddi miktarda Jon Snow’a benziyor. İki seriden de spoiler vereceğim. İkisi de herkesin iyi olduğuna inandığı önemli soyluların piç çocukları. İkisinin de babası sarayın politik oyunları yüzünden ilk kitaptan öldürülüyor. İkisi de bir kurtla büyülü bir bağ kurmuş. İkisi de zombi benzeri bir tehdite karşı savaşıyor. İkisi de ölüp sonra ölümden dönüyor. Jon Snow ve Fitz karşılaştırması dışında da çok benzerlik görüyorum. Altı Dukalık ve Yedi Krallık. İki evrende de yönetici hanedanın sembolü bir geyik. Ana hikayenin en önemli unsurlarından biri ejderhaların dönüşü. İki seride de ejderha canlandırmak için insan kurban etmek gerekiyor. Çok yakın zamanda çıkan iki serinin bu kadar benzemesi gerçekten ilginç. Taht Oyunları Suikastçının Çırağı’ndan bir yıl sonra çıkarmış ama Martin’in yazma hızını düşününce çalmış olması imkansız. Mesela kitap Sanderson’ın olsaydı kesin çalıntı derdim.
Hobb’un kurduğu dünyayı beğendim. 90larda ve öncesinde çok fazla Tolkien klonu seri var. İşte bu seri onlardan biri değil. Ama bu çok orijinal olduğu anlamına gelmiyor. Olaylar orta çağ benzeri bir Low Fantasy evreninde geçiyor. Şimdilik ortalıkta ejderhalar, Soytarı’nın ırkı ve insanlar dışında ırk yok. İlk iki kitapta bol miktarda politik entrika var. Dolayısıyla Buckkeep dışındaki yerleri neredeyse hiç görmüyoruz. Üçüncü kitapta politik entrika azalmış ve yerine sonunda dünyayı görmeye başlıyoruz. Gördüğümüz kadarıyla dünya sıradan bir orta çağ dünyası ama seri çok uzun. İleride bu durum değişebilir. Ben sıradan orta çağ ortamını sevdiğim için memnun kaldım.
Seri klasik fantezi sayılabilir. Grimdark olduğunu düşünenler gördüm ama ben olmadığını düşünüyorum. Bir serinin Grimdark olması için sadece arada vahşet ve ölüm olması yetmez. Grimdark iyi ve kötünün savaşı yerine kötü ve daha kötünün savaşıdır. Ama burada taraflar net şekilde belli. Fitz çok iyi bir insan olmasa da kötü demek imkansız. Hiçbir insan bu kitapları okurken Regal’ı haklı bulamaz. Bunu olumsuz yön olarak söylemiyorum bence bu durum kitapların değerini düşürmemiş. Zaten bu durumda kitapların direkt Fitz’in kafasından yazılmasının da etkisi var. Normal olarak kendisini kötü biri olarak görmüyor. Kimse görmez.
Eğer Kralkatili Güncesi’ni sevdiyseniz okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Piyasada birinci kişiden yazılmış fantastik seri çok yok ve bu seri en iyilerden biri. Asoiaf sevenlere öneririm. Yukarıda da dedim Jon Snow’un bakış açısından yazılmış bir seri gibi. Eğer en önem verdiğiniz şey karakterlerse kesinlikle öneririm. Bu kadar geniş ve sağlam bir karakter kastını zor bulursunuz. Sizi duygusal olarak sarsacak bir kitap arıyorsanız okumalısınız. Okurken en üzüldüğüm seri olabilir. Bir suikastçının hikayesini okumak istiyorsanız önermem. Suikastçılık hiç ana odak haline gelmiyor. Aksiyon arıyorsanız kesinlikle önermem. Üç kitap da çok durağan geçiyor. Aksiyon arada oluyor ama olduğunda da sizi tatmin edemiyor. Bol fantastik öge, farklı ırklar veya orijinal büyü sistemleri barındıran bir seri arıyorsanız kesinlikle önermem. Farklı ırklar yok, fantastik öge miktarı düşük ve iki büyü sistemi de alışıldık sayılabilir.