Kitaplardaki Çeviri Sorunları

Farseer serisini okurken takıldıklarımı yazmak istiyorum.

İlk kitapta zaten dikkatimi çeken çok şey olmamıştı. Kontrol ettikten sonra ise sadece bir cümlenin bir miktar hatalı olduğunu düşünüyorum.

Sayfa 191:

Parlak Yıldızların derin mavi bir gökyüzünü delip geçtiği göğün altında eve gittim, ezeli zar oyunlarına dalmış nöbetçileri aşıp ahırlara yöneldim.

Özgün metin:

I took myself home under a deeply blue sky pierced by bright stars, past the sentries at their eternal dice game and up to the stables.

“Deep” tek başına derin anlamına gelse de bir rengin önüne geldiğinde koyu anlamına gelir. “koyu mavi” olması gereken ifade “derin mavi” olmuş. Ben Türkçede “derin mavi” diye bir ifade duymadım.

İkinci kitabın çevirisinde takıldığım yer olmadı. Gerçekten memnun kaldım. Ama üçüncü kitapta çok fazla hata buldum. Üstüne daha da fazla yazım ve editörlük hatası buldum. Bir de bazı genel hatalar var. Önce tekil hatalardan başlayacağım.

Sayfa 154:

Seni taşıyan at bunu istediği için yapar, yanında avlanan kurdun yaptığı gibi. Hakkın olduğunu biliyorsun, hükmetmeye değil ama onun bir parçası haline gelmeye.

Özgün metin:

The horse that carries you will do so because he wishes to, as does the wolf that hunts beside you. You have a deeper sense of yourself in the world. You believe you have a right, not to rule it, but to be part of it.

Cümle atlanmış. Bunu Türkçesinden okurken fark etmem imkansızdı. Peki nasıl fark ettim? Aynı sayfada okurken fark ettiğim bir hata daha var. Onu yazmaya çalışırken bunu da gördüm.

Sayfa 154:

Orman yolunun üzerinden geçile geçile ezilmiş toprağına baktım. Rolf’a döneceğime dair bütün kesinliği kaybetmiştim.

Özgün metin:

I looked down at the trodden soil of the forest path. I had lost all certainty that I would not return to Rolf.

Yazar “dönmeyeceğime dair bütün kesinliği kaybetmiştim.” derken çevirmen olumsuzu olumlu yapmış. Bölümün bağlamı içinde çok saçma duran bir sözdü nedeni buymuş.

Sayfa 163:

Bazıları ikisi birbirinin aynısıymış gibiköpek” veya “at” der. Bir adamın yedi yıldır sahip olduğu kısrağa, bir sandalyeden bahseder gibi “o” dediğini duymuştum. Bunu hiç anlamadım.

Özgün metin:

Some say “a dog” or “a horse” as if every one of them is like every other. I’ve heard a man call a mare he had owned for seven years “it” as if he were speaking of a chair. I’ve never understood that.

“İkisi birbirinin aynısıymış gibi” yerine “hepsi birbirinin aynısıymış gibi” olması gerekirdi. Yazar atlarla köpeklerin benzer görülmesinden değil tüm atların ve tüm köpeklerin aynı görülmesinden bahsediyor. “A dog” ve "a horse"u karşılamak için de “köpeğin biri” ve “atın biri” kullanılabilirdi. Türkçede he, she, it ayrımı olmadığı için hayvana “o” demek çok anormalmiş gibi durmuyor. “o” yerine “şu” kullanılsa daha doğru bir karşılık olabilirdi. Son ikisi tercih meselesi ama ilk dediğim net bir hata.

Sayfa 379:

Etin bir ada gerçekten bir ada ihtiyacı yok, gözleminde bulundu Gecegözleri ve ona katılmak zorunda kaldım.

Özgün metin:

Meat doesn’t really need a name, Nighteyes observed wryly, and I was forced to agree with him.

Baştaki rezalet anlatım bozukluğunu bir kenara bıraksam bile alaycı şekilde anlamına gelen “wryly” kelimesi yok olmuş.

Sayfa 541:

DİKKAT BU ALINTIDA BİRAZ SPOİLER VAR!

“Sana öğreteceğim, sonra sen de Nettle’ına öğretebileceksin,” diye söz verdi Burrich.
Isırgan toplarken elleri ve kolları kızartmasına rağmen, çok sevdiği bitkinin ismini Molly, kızına vermişti, Nettle.

Özgün metin:

“I’ll teach you and then you can teach Nettle,” he promised her. Nettle. She named my daughter Nettle, after the herb she loves, though it leaves great rashes on her hands and arms if she is careless when she gathers it.

“careless” kelimesi çeviride yok olmuş. Isırgan her zaman değil toplayan dikkatsizse kolları kızartıyor. Ayrıca ikinci cümle bana çok sağlam gelmiyor. Benim çevirimi aşağıya bırakıyorum.

“Ben sana öğretirim sen de Nettle’a öğretirsin” diye söz verdi. Molly kızıma, sevdiği ottan dolayı, Nettle ismini vermişti; hem de dikkatsiz toplarsa isilik yapmasına rağmen."

Sayfa 563:

Buckkeep’te bir kediyi bile beslemeyeceğiniz kadar balık İçyer kentlerinde az bulunan, lezzetli bir yiyecek olarak itibar görüyor.

Özgün metin:

Fish we would not feed to a cat in Buckkeep is prized as a delicacy in the inland cities.

Ya “kadar” gereksiz kullanılmış ya da sonrasında başka bir kelime gelecekti ama unuttular. Kadar ve sonrasında başka bir kelimeyle çevirip sonra vazgeçip değiştirirken kadarı silmeyi unutmuş da olabilirler. Ben sonuncudan yanayım. Aslında bu çeviriden çok editörlük hatası.

Sayfa 595:

Nehir bu şehri neden ve ne zaman terk etmişti? Burası Elderling’lere mi aitti? Binaların üzerinde ve pencerelerin boyalı camlarında gördüğüm ejderhalar, onlar mıydı? Bazıları bilmeceleri sever, şafaktan beri içimde büyüyen, hiç rahat vermeyen açlık bana korkunç baş ağrıları veriyordu.

Özgün metin:

Why was this river city abandoned, and when? Had this been the home of the Elderlings? Were they the dragons I had seen on the buildings and in the stained-glass window? Some folk enjoy a puzzle; it gave me a pounding headache to compliment the nagging hunger that had been growing in me since daybreak.

Nehir şehri terk etmemiş. Bölümde şehrin içinden geçen nehirden defalarca bahsediliyor. Doğrusu “Bu nehir şehri neden terk edilmiş” olmalı. Ayrıca Fitz’in başını ağrıtan şey açlık değil bilmeceler. Düzeltilmiş halini aşağıya bırakıyorum.

Bu nehir şehri ne zaman ve neden terk edilmiş? Burası Elderling’lere mi aitmiş? Onlar binalarda ve vitraylı pencerelerde gördüğüm ejderhalar mıymış? Bazıları bilmeceleri sever; ama bana şafaktan beri içimde büyüyüp rahat vermeyen açlığa ek olarak şiddetli bir baş ağrısı verdiler.

Sayfa 596-597:

Yıkım, şehrin merkezinin derinine bir mızrak gibi saplanmıştı. Başımı iki yana salladım. Büyük bir kısmı hala durur vaziyette kalmıştı.

Özgün metin:

The destruction had plunged like a spear deep into the heart of the city. The placid water shone silver under the winter sky. I wondered if some sudden earthquake had been the death blow to this city. I shook my head. Too much of it remained standing still.

İki cümle eksik. Bu yüzden Fitz’in neye karşı başını salladığı anlaşılmıyor. Ayrıca “hala durur vaziyette kalmıştı” gibi karmaşık bir ifade yerine hala ayaktaydı daha rahat anlaşılır olabilirdi. Düzeltilmiş halini aşağıya bırakıyorum.

Yıkım, şehir merkezinin derinine bir mızrak gibi saplanmıştı. Durgun su kış göğünün altında gümüş gibi parladı. Bir depremin şehre öldürücü darbeyi vurup vurmadığını merak ettim. Başımı iki yana salladım. Büyük bir kısmı hala ayaktaydı.

Sayfa 597:

Bunun cinkabuğu olduğunu söylemeye çalıştım kendi kendime. Neredeyse sabit başarısızlığın sonradan ortaya çıkan etkileri gibi hissettim daha çok.

Özgün metin:

I tried to tell myself it was the elfbark. It felt more like the after effects of near-constant failure.

“Neredeyse sabit başarısızlık” çok tuhaf duran bir ifade. Birebir çevirmeyi denemeyip “Neredeyse her zaman başarısız olmanın sonradan ortaya çıkan etkileri” dese daha doğru olurmuş.

Sayfa 788:

Regal’ın muhafızına bunu açıklamak zorundayım: Yerini aldı, Kral’ın ilk hamlesini yakaladı ve çevirdi.

Özgün metin:

I will have to give Regal’s guard this: He stood his post, and caught the King’s first blow and turned it.

“Regal’ın muhafızının hakkını vermem lazım” olması gereken ifade bunu açıklamak zorundayım gibi saçma sapan bir şeye dönmüş.

Evet tekil sıkıntılar bitti. Sıkıntılı sandığım yerlerin çoğu düzgünmüş ama onları ararken aynı sayfadan başka hatalar buldum. Ciddi olarak tüm kitabı kontrol etsem çok daha fazlasını bulurum. Belki ilk iki kitapta da atlanan kelimeler ve cümleler vardır ama kontrol etmedim. Sırada tekrarlanan hatalar yani bir tercih olarak yapılanlar var. Yaptığı tercihe sadık kalmamayı da hata sayacağım.

Serinin ilk kitabında Fitz dağlara giderken “Mavi Göl” diye bir yerden geçiyor. Serinin üçüncü kitabında aynı yerden tekrar geçmesi gerekiyor ve kelime üçüncü kitap boyunca Blue Göl olarak geçiyor. Nedense 234. sayfada bir defa Mavi Göl olarak geçiyor. Verity, Regal, Patience gibi özel isimlerin çevrilmemesini doğru buluyorum ama Blue Göl aşırı saçma duruyor. Sadece bir bölümde düzeltilmesi ise daha da saçma bir durum.

Sayfa 257

Molly’nin ona ne isim vereceğini merak ettim. Bir çiçek ismi büyük ihtimalle. Leylak ya da buna benzer bir şey. Gül. Kadife çiçeği. Ben olsam ne koyardım ismini? Ne fark eder.

Özgün metin:

I wondered what Molly would name her. A flower name, probably. Lilac, or something like that. Rose. Marigold. What would I have named her? It didn’t matter.

Kitap boyunca özel isimler çevrilmemiş ama bir bebek için düşünülen isim önerileri olan çiçek adları çevrilmiş. Onların da özel isim sayılıp çevrilmemesi gerekirdi. Tutarsızlık var.

Bir noktada Kaptan Mark diye bir subay görüyoruz. Adam kara subayı ve gemilerle alakası yok. “captain” sözcüğü ordu için kullanılıyorsa “yüzbaşı” anlamına da gelir. Aslında oldukça sık yapılan bir hata.

Soytarı’nın Kettle’ın da takip ettiği eski dine göre unvanı olan “White Prophet” sözcüğü Ak Peygamber yerine Ak Kahin diye çevrilmiş. Kelime iki anlama da gelen bir kelime. Geleceği de görüyor aslında ama bir din için kutsal kişi olmasını da düşününce ben peygamber demeyi tercih ederdim.

Sayfa 379

Kettle’ı şömine ışığında gözlerini kısmış, etrafında yemek pişirmeye çalışanlara aldırmadan okurken buldum.“Ne okuyorsun?” diye sordum.
“Beyaz Kabal’ın yazılarını. Kimoala zamanının peygamberi ve kahini”

Özgün metin:

I found Kettle squinting at a scroll by the firelight, ignoring those whowere trying to cook around her. “What are you reading?” I asked her.
“The writings of Cabal the White. A prophet and seer of Kimoalan times.”

Bu cümlede Soytarı’nın taşıdığı unvanı eskiden taşımış bir adamdan “peygamber” diye bahsediliyor. Çeviride tutarsızlık.

Kitap yazım hatası dolu olunca ve çeviride bu kadar tutarsızlık görünce editör kimmiş bakayım dedim. Kitabın içinde editörün ismi yazmıyor. Galiba zamanında İthaki’nin bastığı çeviriyi editörlükten geçirmeden basmışlar. Ama bir seri içi tutarlılık bile yok. Çevirisini kıyaslamadığım ama en azından yazım yanlışı anlamında daha iyi bulduğum ilk iki kitapta da bir editör gözükmüyor. Galiba asıl sıkıntı çeviride değil editörsüzlükte.

14 Beğeni