Ay Bahçeleri - Seteven Erikson
Biraz uzun bir inceleme olacak sanırım.
Malazan serisini yıllar önce “Best of Fantasy” listelerinde görmüştüm. Okuyacak yeni kitaplar bakınıyordum, neler var diye araştırma yapmış ve birkaç listede görünce ilgimi çekmişti. Ufak bir inceleme sonrası tam bana göre olduğunu düşünmüştüm. Ancak serinin özellikle ilk kitabının karmaşık olduğuna dair bazı uyarılar yapılmıştı, nasıl yaparım, altından kalkabilir miyim diye düşünürken Tor sitesinde bir reread olduğunu görmüş ve onun da yardımıyla okumaya girişmiştim.
Tüm seriyi okuyalı 4-5 yıl oluyordur sanırım (belki de daha fazla). O zamandan beri benim için çok farklı bir yeri var Malazan’ın. Bundan daha etkileyici, daha “grand” bir seri yazılabilir mi hiç bilmiyorum (sanmıyorum ama yazılmasını çok isterim). Seri bitince şöyle düşündüğümü net hatırlıyorum: Bu adam bir dahi!
Her ne kadar okuduğum en iyi seri olsa da, seriyi yeniden okumaya hep uzak durdum. Okunacak binlerce kitap varken bir kitabı ikinci kez okumanın yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Bununla birlikte bir kitabı yeniden okuyacaksam da bu Malazan’dan başkası olmayacaktı. O yüzden kendime söz verdim, Türkçesi çıkınca mutlaka tekrar döneceğim seriye dedim. Ay Bahçeleri çıkınca da artık benim için herhangi bir bahane kalmamıştı. O yüzden bu muhteşem dünyaya ikinci kez daldım.
Ay Bahçeleri kitabını forumda okuma etkinliği kapsamında onlarca arkadaşla birlikte okuduk. Kitabı bitirdiyseniz ve konudan haberiniz yoksa bir göz atın derim, çok faydalı bir etkinlik olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle çeviriden bahsetmek istiyorum. Çeviriyi maalesef beğenemedim. Çokça hatanın haricinde iyi bir editöryal süreçten de geçmediğini düşünüyorum. Bununla ilgili yukarıda bahsi geçen konuda çokça inceleme de mevcut ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Erikson’ın kendi özgün dili bir miktar hatta belki de büyük ölçüde kaybolmuş. Yani çok iddialı olur mu bilmiyorum ama %60-70 Erikson - %30-40 Karamancı okuyoruz maalesef. Aslında Karamancı’nın çevirdiğini ilk öğrendiğimde çok mutlu olmuştum, en yetkin çevirmenlerden birisi olduğunu düşünmüştüm ancak sonradan fark ettim ki yetkin olsa da özensiz bir çevirmen Karamancı (kendi tercihinden ziyade mecbur kaldığını düşünüyorum). İyi bir editör elinden geçmediği için de maalesef en fazla vasat bir çeviri ile karşı karşıyayız.
Kitapla ilgili en çok yapılan eleştiri “fazla karmaşık” olması şeklinde. Birçok Erikson röportajı izledim. Bunlardan birinde şöyle bir şey diyor röportajı yapan kişi: “Kitaplarda birçok detay var ve ben bu detayları kaçırmamak için çok dikkat ederek okuyorum”. Erikson da diyor ki “O detayları ancak ikinci okumada fark edebilirsin, sen sadece ana hikayeye odaklan”. Bu gerçekten doğru, ilk okumada hep şöyle düşünmüştüm: “Bu konuyu henüz açıklanmadığı için ben mi anlamadım, yoksa anlatıldı ama ben mi kaçırdım?”. Bu ikilemde çokça kalmış ve Tor’dan her fırsatta faydalanmıştım (çoğunda da anlamayışımın normal olduğunu görmek mutlu etmişti). Ancak tüm seriyi bilerek ikinci kez okuduğum zaman serinin asıl kıymetini anlayabildim. Okurken “Ne alaka” dediğim birçok şeyin aslında çok mantıklı olduğunu, kitaptaki karakterlerin gizli amaçlarını o anda bilmediğim için alakasız göründüğünü anladım.
Kitaba dönecek olursak, kitabın neden karmaşık göründüğünü anlayabiliyorum. Yazarın kendisi bile ön sözde belirtmiş durumu. İlk okumada kafam ne kadar karıştı, ne kadar kendim anladım, ne kadar Tor reread’teki özetlerden faydalandım hatırlamam mümkün değil ama insanların kafasının neden karıştığını da rahatlıkla anlayabiliyorum. Erikson bilgi verme konusunda pek bonkör değil, birçok şeyi “iyi, peki, ileride anlarız” diyerek geçiştirmek zorunda kalıyoruz. Bu da özellikle tercihi bu yönde olmayan okurları negatif etkiliyor bence. Ancak ikinci okumada şunu fark ettim ki, aslında Erikson’ın foreshadowing’leri çok net, hatta “Ben bunu ilk okumada nasıl fark etmemişim” dedim kendi kendime.
Belki bilenler vardır, Erikson hem antropolog hem de arkeolog. Birisi Erikson’ın yazın şeklini arkeolojiye benzetmiş, o da diyor ki “Aslında haklı. Ben üstteki olayları anlatıp, altta yatan gerçekleri sizin görmenizi ya da tahmin etmenizi istiyorum. Arkeoloji de böyledir, yüzeyin altında yatan şeyleri araştırırız”. İkinci okumada yine bunun ne kadar doğru olduğunu anlayabiliyor insan. Hatta bu sebeple 3., 4. hatta 10. kez tekrar okuyanlar var seriyi. Bu sözde karmaşıklık sebebiyle tekrar tekrar okunabiliyor seri.
Kitap incelemesi diye giriş yapıp seri tanıtımı yapmış gibi oldum, farkındayım. Sadece ilk kitabı seriden nasıl ayrı tutup değerlendirebileceğimi bilmiyorum. Yine de seriyle ilgili olarak son bir şey söylemek istiyorum (sonra umarım kitaba geçiş yapabilirim). Seri, ikinci kitapla birlikte kendini buluyor. O yüzden ilk kitap size yeteri kadar hitap etmediyse bile seriye ikinci kitapla bir şans daha vermenizi tavsiye ederim. Bu, muhteşem bir dünya, sadece giriş ücreti biraz yüksek. O eşiği aşabilenler için harika şeyler vaat ediyor seri.
Ay Bahçeleri, yayılmacı bir politika izleyen Malazan İmparatorluğu merkezli bir tarihi anlatıyor aslında. Bu çerçevede kitabı (seriyi?) History Channel gibi düşünmek mümkün sanırım. Kitaba başladığımızda çok fazla bilgi verilmeden olayların içinde buluyoruz kendimizi. Çok fazla karakter var ama kim iyi kim kötü, kimin ne amacı var belirsiz. Bu yönden, mesela Zaman Çarkı gibi iyi-kötü ayrımının net olduğu bir hikaye akışı yok. Hatta verdikleri kararlar sebebiyle çoğu karaktere karşı seri içerisindeki fikrimiz değişiyor (benim değişmişti en azından). Her ne kadar karakter odaklı bir seri olmasa da, siyah-beyaz karakterler yerine gri karakterler olmasını her zaman tercih ederim, bana daha gerçekçi gelir.
Bazı konular çok muğlak kalmış, bu konudaki eleştirilere katılmamak elde değil. Örneğin ejderha destesi ile fal bakılıyor ama kartlardaki karakterleri bilmeyince okuyucunun orada verilen mesajı anlaması mümkün değil. Ya da örneğin Darujhistan’da çatılarda olan biten başta çok karmaşık geliyor okura. Kitap sonunda anlaşılıyor gerçi ama bazı sabırsız okurlara “Ben bundan hiçbir şey anlamadım, bırakıyorum kitabı” dedirtebiliyor. Belki oradaki dengeyi Erikson daha iyi ayarlayabilirdi diye düşünüyorum. Bununla birlikte savaşlar, suikastler, entrikalar ve büyüler Malazan dünyasında gündelik hayatın bir parçası gibi resmen. Güç peşindeki karakterlere kadim ırklar, ejderhalar, farklı dünyalardan iblisler ve yine gizli emelleri olan Tanrılar da katılınca işler iyice karışıyor.
Yeteri kadar uzayan bu incelemeyi artık bitirmem gerek sanırım. Fantastik dünyaları seven herkesin bu seriyi mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Bazı zorlukları olduğunun farkındayım ama bu zorlukları birlikte aşmamamız için hiçbir sebep yok. Etkinlik konusuna istediğiniz soruları yazabilirsiniz, bilgim dahilinde hepsine yanıt vermeye çalışırım. Unutmayın: “Once a Bridgeburner, always a Bridgeburner”.