Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Olmasa diyorum işte. :joy:

1 Beğeni

Ban emojisi gelmesi lazım foruma :laughing:

Neyse bir ara alır başlarım. Acelem yok :sweat_smile:

1 Beğeni

Aylar olmuş buraya yazmayalı. İşler güçler, çeşitli sıkıntılar, günlük hayatın koşuşturmacası derken okuduğum kitaplara dair yazılar paylaşmayı ve bu surette okuduğum kitapların içerik olarak neler olduğunu unutmamamı sağlayan bu başlığa yazmayı unutmamalıyım. Okuduklarımı sıralı olarak yazayım arada çok beğendiklerimden bir kaç söz edeyim diye düşünüyorum.

  1. Vakıf İleri :heavy_multiplication_x:
  2. Vakıf Kurulurken :heavy_multiplication_x:
  3. Deadpool İntihar Kralları
  4. Space İnvaders
  5. Kent :heavy_multiplication_x:
  6. Od
  7. Yeni Tabular
  8. 1919
  9. Tanrıların Tohumu :heavy_multiplication_x:
  10. Benimde Söyleyeceklerim var İki
  11. Geri Giden Saat
  12. Lanetli Otel :heavy_multiplication_x:
  13. Deadpool X Thanos
  14. Süpermen Red Son
  15. Maske
  16. Oblomov :heavy_multiplication_x:
  17. Kaybolmuş Göz
  18. Aydaki Adam
  19. Karabibik
  20. Odd ve Ayaz Devleri
  21. Summerfield Vakası :heavy_multiplication_x:
  22. Houston, Houston Duyuyor musun?
  23. Allah Senden Razı Olsun Dr. Kevorkian
  24. Dersimiz Cinayet
  25. Ve Perde İndi
  26. Koralin
  27. Xipehuz: Şekiller :heavy_multiplication_x:
  28. Cehennemlik Yürek :heavy_multiplication_x:
  29. Bilinmeyen Adanın Öyküsü
  30. Ölüm Labirenti
  31. Tipi- Seçme Öyküler ve Masallar
  32. Çıplak Ayaklıydı Gece
  33. Kraken Uyanıyor :heavy_multiplication_x:
  34. Geleceğin Cumhuriyeti
  35. Postacı :heavy_multiplication_x:
  36. Siyah Tom’un Baladı :heavy_multiplication_x:
  37. Muhteşem Gatsby
  38. Kara Gece: Gerçek Bir Batman Hikayesi
  39. Görünmez Olmak İsteyen Adam
  40. Yakın :heavy_multiplication_x:
  41. Bir Palavracının İtirafları
  42. Geliş
  43. Mevki Uygarlığı :heavy_multiplication_x:
  44. Saga Cilt: 1 :heavy_multiplication_x:
  45. Ay Batarken :heavy_multiplication_x:
  46. Marianne’in Kalbi
  47. Bin Muhteşem Güneş :heavy_multiplication_x:

Yazarken uzun bir liste olduğunu fark ettim. Genel olarak benim bu başlıkta okumak isteyen arkadaşlar için resimlerini koyar, bir kaç kelime bahsediyordum. Fakat bu uzun liste içinden beğendiklerim hakkında yazmak bile uzun süreceğini fark ettim.

Hem okurken keyif aldığım, hem çok beğendiğim hem de size okumanızı önereceğim kitapları listenin yanında :heavy_multiplication_x: emojisiyle belirtim. Ama içlerinde bir tanesi var ki beni okurken duygudan duyguya soktu. İvan Gonçarov’un OBLOMUV’unu mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Klasiklerin neden klasik olduğunu bir kere daha ispatladı bu kitap bana. Bir an Oblomov oldum, yattığı yerden tükenmişliği beraber yaşadım. Bir an Ştoltz oldum Oblomuv’u tutup sarsmak istedim. Bir an Zahar oldum beceriksizliğime türlü kılıflar buldum. Tekrar Oblomov oldum Tarantyev ile Matyeviç’in dalaverelerine kandım. Oblomov’u okuyun, okutun, bilmeyenlere anlatın. Oblomuv’u görün ve onun gibi olmayın.

14 Beğeni

image

Korudaki Gümüş

İthaki Kapsül Dizisi ile tanışma şansı bulduğum bir diğer ödüllü Novella ( 2020 WFA en iyi novella ) oldu Korudaki Gümüş. Dizinin daha önceki kitapları da ödüllü olmasına rağmen genel olarak pek beğenmediğimden fazla bir beklentim yoktu. Bu kitabı beklentimin aksine nispeten beğendim.

Hikayenin esin kaynağı olan efsaneyi pek bilmiyorum, ancak yazar yeşil adam mitine kendi yorum ve üslubunu güzelce katarak işlemiş gibi hissettirdi. Karakterlerin duygusal bağlamından etkilenecek bir derinliği de yok pek. Yine de hikayenin kendi içindeki tutarlı gelişimi ve karakterlerin hikayeye dahil olup aldıkları roller ile beraber derli toplu bir anlatıya sahip olmalarını beğendim sanırım. Akıcı bir yazımı olmasıyla da bir çırpıda bitti.

Bir devam kitabı da varmış, hikayenin bu şekil bitimine ben okeydim aslında. Olur da dilimizde devamını da görürsek ona da şans veririm muhtemelen.

15 Beğeni

Kağnı Ses Esirler - Sabahattin Ali

Sabahattin Ali’nin bu kitabı iki öykü (Kağnı, Ses) kitabından ve bir oyundan (Esirler) oluşuyor. İçindeki öykülerin çoğu kısaydı. Öykülerin genelinde insanların çaresizliği, acısı, seslerinin çıkmayışı anlatılıyor.

En beğendiğim öykü, diğerlerine göre daha uzun olan Bir Skandal oldu. Özellikle karakterlerin ruhsal tasvirlerini beğendim, çok başarılıydı.
Esirler oyunu ise çok ilginç ve beklenmedikti. Tabii onu da çok beğendim. Oyunda, Çin Sarayı’nı basan tarihi kişilik olan Kürşad var ama bu Kürşad epey farklıydı, bir aciz âşıktı…

Sözün özü hiç sıkılmadan okudum, kısa öykülerini de kötü bulmadım. Zaten Sabahattin Ali, en sevdiğim Türk yazar.

Unutmadan kitabın yazımında iki harf hatası vardı. 27. baskısını yapan bir kitapta böyle bir şey olmasına hayret ettim. :slight_smile:

17 Beğeni

Bir klasikten söz etmek istiyorum. Olağanüstü Yolculukların en bilineninden. 80 Günde Devrialem Romanından. Alfa yayınlarının Eylül 2015 baskısı olan kitap

9786051711492_84094

Roman, 1872 yılında yayınlanmış. Yani yazıldığından bu yana 150 yıl geçmiş ve hala güzelliğini koruyor. Daha önce okuduğum halde merakla ve istekle bir kere daha okudum. Ne yalan söyleyeyim Phileas Fogg’u pek sevmedim, sevemedim. Gururlu adeta burnundan kıl aldırtmayan biri dilim varmıyor ama tipik bir batılı.
Jules Verne deyince aklıma adeta, her şeyi bilen ve olmayacak nesneleri, makineleri, yolculukları hayal edebilen insanüstü bir varlık geliyor. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama bundan yüz elli yıl önce bütün dünya hakkında her türlü bilgiyi bilen ve sindiren birinden söz ediyoruz. Uçağın henüz icat edilmediği dönemlerde dünyanın 80 günde dolaşılabileceğini iddia edecek kadar coğrafya bilgisine sahip olmak gerekiyor. (Gerçi o yıldan bir kaç yıl önce böyle bir seyehatin olabileceğini iddia edenler olmuş ama bu Verne’in büyüklüğünü gölgelemez) Yani şimdi girersin Google’a ne zaman tren var trenden inip hangi gemiye binmeliyim ve o geminin hızı saatte ne kadardır ve bu hızla o mesafeyi aşacağı süre nedir dersin çok kolaydır ama o günlerde bunları bilmek ve/veya biliyormuş gibi hesaplamak ve olanca inandırıcılığıyla yazıya dökmek çok iyiymiş. Eminim o dönemde pek çok okur bunları hayalini bile kuramaz ve bu roman onlar için ufuk açıcı bir romandır. Yolculuk sürelerini kabaca belirtmek gerekirse ;

Londra’dan Süveyş’e, 7 gün
Süveyş’den Bombay’ya , 13 gün
Bombay’dan Kalküta’ya, 3 gün
Kalküta’dan Hong Kong’a 13 gün
Hong Kong’dan Japonya’ya 6 gün
Japonya’dan ABD’ye 22 gün
ABD’de Batı kıyısında Doğu kıyısına 7 gün
New York’tan Londra 'ya 9 gün
Toplam : 80 gün.

Eğer bir haritada nasıl durur diyorsanız şöyle durur.

Peki, romanın olumsuz yönleri yok mu? Hemen cevap veriyorum var. Örneğin, roman fazla didaktik yani okuyucusuna bilimsel mesajlar vermeyi seviyor. Yukarıda belirttiğim gibi hiçbir olumsuz haberden sarsılmayan hatta etkilenmeyen bir kahramanı var. Üstelik her şeyi para ile satın alabileceğini zannediyor. Hiç itiraz etmeden söylediklerini uygulayan bir uşak var. En kötüsü doğu dünyasını geri kalmış, vahşi, barbar, görüyor ve gösteriyor. İngilizlere ve Amerikalılara da belirgin bir hayranlık var. Ama eserlerini yazdığı batılı okuyucu kitlesini düşününce diyeceğim bir şey kalmıyor.
Sonuç olarak sıkılmadan okuyacağınız, bir batılı gözünden 1870 li yıllarda doğu nasıldır bir fikir sahibi olabileceğiniz bir eser. Kim ne derse desin Jules Verne bu işi yani olağanüstü gezileri hayal etmeyi ve okuyucularını inandırmayı bilen biri. İşte bu yüzden O Bilimkurguda ve tabii edebiyatta bir dev.
Peki, bu kitabı önerir miyim? Eğer daha ciddi okumalarınız veya çalışmalarınız yoksa kesinlikle öneriyorum. Birde Alfa yayınevinden okuduğum bu romanın biraz kötü basılmış olsa da güzel resimlerle desteklendiğini söylemeliyim. En beğendiğim iki tanesini aşağıya ekliyorum.


Barbar kızılderilerin (!) uygar beyazların trenini bastığı sahne


Mongolia gemisi…

15 Beğeni

image

Bir Çöküşün Öyküsü

Paris’teki kraliyet dünyasında kendine önemli bir konum edinmiş, entrikaların merkezi olmuş soylu bir hanımımız olan Madame de Prie’nin, bir anda Fransa kralının gözünden düşmesi sonrasında saraydan sürülmesi ve Normandiya’daki Courbepine malikanesine gönderilmesi akabinde de Prie’nin yaşadıklarını okuyoruz Bir Çöküşün Öyküsünde.

Mevkisini, itibarını, saygınlığını kaybettikten sonra çöken Madame de Prie ablamız oluyor ama kitabın gücünü aldığı yer bu sırada kendisinin duygularını ve yaşadıklarını Zweig’ın bize birinci elden hissettirmesi diye düşünüyorum. Paris sosyetesindeki şaşaalı hayattan sonra kendini kırsaldaki boşlukta bulan bir kadının üzüntüleri, hezeyanları, ara ara sevinçleri, kıskançlıkları, çılgınlıkları… Duygudan duyguya taşınırken her birini hissedip hikayeye ortak olduk bu kısa macerada.

Telifi düştükten sonra ülkemizde her tarafı saran Zweig kitaplarını genelde sevmem ve çerezlik bulurum, Bir Çöküşün Öyküsü’nü beğenerek çerezlik buldum :slight_smile: Hastanede sıra beklediğim bir günde başlayıp bitirdim ben, bir yerlerde bekleyeceğinizi bildiğiniz bir maceranızda çantaya atıp okumalık olmuş.

12 Beğeni

Kısa sürede okunuyor ama çerezlik değil bence. Derin hisler uyandıran bir tarzı var yazarın. Herkesin elinde bir ara çok gördüğümden gına gelmişti bana da, ama şans verdiğime memnun etmişti. Her kitabında ayrı bir etki bırakıyor ben de. Özellikle karakterlerin psikolojisini ve iç çatışmasını çok iyi yansıtıyor; duyguların ve düşüncelerin yoğunluğundan başınızı kaldıramıyorsunuz sanki, öyle bir şey :slight_smile:

5 Beğeni

Okuduğum Tarih: 02-06 Kulca 2022
[Okuduğum 313.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 40.betik
[Teke (Temmuz) ayının ilk betiği]

Baştan sona hüzün dolu bir roman. Bir adam ve bir atın; sözlere gerek duymadan anlaşmalarına ve birbirlerinin halleriyle hallenmelerine rağmen yollarının ayrılması, Tanabay’ın kaybettikleri, Gülsarı’nın başına gelenler, aslında hayatın kocaman bir hayal kırıklığından ibaret olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor. Hayat kısa ve bu kısa yolculukta sevdiklerimizin kıymetini bilip mutlu anları çoğaltmak gibi bir sorumluluğumuz var. Ama hayat bizi görünmez iplerle öyle sımsıkı bağlamış ki kımıldamak istediğimizde iplerimizin farkına varıyor ve her seferinde durmak ve beklemek zorunda kalıyoruz.

Romanın orijinal adı “Kopar Zincirlerini Gülsarı”dır ama çeviri sırasında “Elveda Gülsarı” şeklinde değiştirilmiştir. “Kopar Zincirlerini Gülsarı”, romanın içeriğine ve mesajına çok daha uygundur aslında. Romana adını veren Gülsarı ismindeki “taypalma yorga” at; romanda özelde Kırgız Türkleri genel manada da esaret altında olan bütün Türkleri temsil eder. Gülsarı’nın ayaklarının zincire vurulması ve ardından da iğdiş edilmesi sembolik bir anlam taşır.

Joseph Stalin’in getirdiği sistem sanki ölümsüz gibi görünsede komünizm çiftliklerinde her şey yolunda gitmeyişinin ve bunları dile getirenlerin partiden ihraç edilmesi aslında 1991 yılında gelen yanıtla bu sistemin ölümsüz olmadığını bizlere gösterdi. Stalin ve Milosevic yönetimleri aslında bir devletin yıkılması için zemin hazırlamış çünkü ikisi olmasaydı belki şimdi Sosyalist Sovyet Cumhuriyetler Birliği ve Yugoslavya dağılmayacaktı. Lenin döneminde SSCB’nin en güzel dönemiydi çünkü Rus olmayan halklara karşı bir zülum yoktu.

Bu betik, neredeyse baştan sona bir çobanın hayat hikayesini anlatıyor. Bu öyle sıradan, dümdüz bir hayat hikayesi değil… Çobanlık mesleğinin inceliklerinden, bu mesleğin insanda yarattığı tüm mesleki deformasyona kadar ince ince işliyor Aytmatov… Bir çobanın hüznü, sevinci, mesleğine, içinde bulunduğu topluma ve mesleğinin varlık nedeni olan hayvanlarına olan tutkusu; diğer taraftan o çobanın aile ilişkileri, birey olarak toplumda sahip olduğu roller, siyasi kimliği ve her birimizin payını aldığı sistem, adalet, hak, hukuk gibi kavramların onun üzerinde bıraktığı yıkıntı; patlayan bir yanardağdan boşalan lavlar gibi akıyor Aytmatov’un mucizevi kaleminden zihnimize…

Roman bir Kırgız Türkleri’nin kültür ansiklopedisi gibidir. Ata verilen değer, göç kültürü, dinî unsurlar, el sanatları, geleneksel oyunlar, atasözleri, türküler, kopuz, ağıt yakma geleneği gibi pek çok unsur romanda detaylarıyla anlatılır. Roman bu haliyle sosyolojik bir kaynaktır aynı zamanda.

Türkülerin Tanabay’ın içinden taşan hislerini ifade etmek için bir vasıta olarak kullanıldığı görülmektedir. Aytmatov’un eserlerinde türkü ve aşk arasında yakın bir ilişki kurulduğu rahatlıkla söylenebilir ki Cemile hikayesinde Daniyar’ın söylediği türküler buna en çarpıcı örnektir.

Romanı okurken ilk defa yaralı aslan olan Komünist olan Musost Canbek aklımda canlandı çünkü farkında olmadan işlediğim kabahatla onu kırmışım. Tanabay ile Çora’nın vedalaşmasını okurken sanki yıllar geçmiş ve Musost beni bağışlamadan bu dünyadan göçüp gittiği his ettiğim için gözlerim doldu. Evet açık sözlüyüm ama bana değer veren ve beni evinde ağırlayan insana karşı elim kolum bağlı kalır çünkü vefalıyım. Benim için karşımdakinin kalbi her şeyden önce gelir.

Dizi uyarlaması köşesinde dizinin adı Gülsarı kalmalı diyerek başlıyorum. 1980 darbesinde geçen bir olay olarak Anadolu’ya uyarlanmalıdır. Ertan rolünde Tolga Sarıtaş, Yadigar rolünde Hande Erçel, Gülben rolünde Aybüke Pusat, Yurdal rolünde ise Aras Bulut İynemli ve İbrahim rolünde ise Serhat Özcan oynamalıdır. Alıntılama yaptığım okurların isimleri yazmadığım onlardan özür diledikten sonra onlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum çünkü aklın yolu biridir. Her biri duygularıma ve düşüncelerime çevirmen olmuşlar. Okuduğumuz bu romanı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

4 Beğeni

Aynen güçlü yanı hissettirdiği karakter duygularında bence de, ona değindim yorumda da :D. Elimde birkaç kitabı daha olması lazım bakalım sırası gelince okuyacağım. Spesifik takip etmeye çalıştığım bir yazar değil Zweig ama sepet tamamlarken ekleye ekleye evin her yerinden çıkabiliyor :joy:. Çerezlik terimim de vakit endeksli aslında ya, oturup 1-2 saatte hüpletmelik :smile:.

1 Beğeni

Okuduğum Tarih: 06-07 Kulca 2022
[Okuduğum 314.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 41.betik
[Teke (Temmuz) ayının 2.betiği]

Yazar, betiğin henüz başındayken sonunu bizlere sunmakta fakat sonunun nasıl sebepler neticesinde geliştiğini bizler üzerinde merak uyandırarak sunmaktadır. Bunu yaparken de biz yani okurlarla bir nevi irtibat halindedir. Merakımızı cezbedecek şeklinde bizi kendine bağlamakta ve bir bakıyorsunuz ki kitabın son sayfasındasınız. Biz okurların ona sormak istediğimiz soruları adeta duyar gibi kendisi sorup bunu cevaplamaktadır.

Behice Hanım, bana birazcık Bihter’i anımsattı. Bihter en azında Behlül’ü sevdiğini itiraf ettikten sonra kendini öldürüyor. Behlice Hanım neden Mustafa Paşa’ya vardığını anlatmasa da her dönemde olduğu kadınlar erkekleri servetleri için tavlıyorlar. Bazen para da mutlu etmediğini görüyoruz. Behice ilk başta Sıtkı’yı sevdiğini Mustafa Paşa’ya anlatsaydı belki Sıtkı’ya kavuşurdu. Şartlar ne olursa olsun insan sevdiğini demeli ve mal mülk için zombilere varmamalıdır çünkü her şey para değildir.

Sinesaf, hem dizi uyarlamasındaki hem de romandaki Necla karakteri gibi değildir. Necla, sevdiğini başkasıyla paylaşan kadın iken Sinesaf ise cariye olmasına rağmen aşkı için hanımına karşı çıkıyor. Sıtkı’yı onunla paylaşmak istemediğini mertçe ve cesurca dile getirdi. Behice Hanım’dan Sıtkı’nın koynuna girme teklifi bekliyordum okuduğum sırada. Behice de insanı ters köşeye yatıran bir karakterdir. Ben de Sinesaf gibiyim çünkü sevdiklerimi başkalarıyla paylaşmayı sevmiyorum. Önce ben ve sonra diğerleri gelmelidir.

Alıntılama yaptığım okurların isimleri yazmadığım onlardan özür diledikten sonra onlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum çünkü aklın yolu biridir. Her biri duygularıma ve düşüncelerime çevirmen olmuşlar. Dizinin adı “SITKI” olsun diyerek dizi uyarlaması köşeme davet ediyorum. Uzun öykü günümüze uyarlandığında Emekli albay Mustafa ve Behice’nin evine üniversite okumak için Sıtkı geldiğinde kurgu başlıyor. Mustafa rolünde Talat Bulut, Behice rolünde Beren Saat, Sıtkı rolünde Kıvanç Kasabalı ve Sinesaf rolünde ise Fahriye Evcen oynarsa çok güzel bir dizi olur. Okuduğumuz bu romanı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

6 Beğeni

Adrew Robinson - Bilim İnsanları Bir Keşif Destanı kitabını okudum.

Adından da anlaşılacağı gibi tarihdeki öncü bilim insanlarının hayatlarını, buluşlarını ve bu buluşların medeniyetimizde neden olduğu değişimleri 4-5 sayfalık pasajlar halinde ele alan oldukça kaliteli bir kitap. Dizgi ve editörlük hataları malasef var fakat birkaç yer hariç çok rahatsız edici bulmadım.

Basım olarak oldukça kaliteli. Sanırım bu çizgi romanların basıldığı ivory kağıdı kullanmışlar. Yüksek çözünürlüklü yüzlerce renkli görseller bulunan bir baskı.

Neden bilmiyorum ama içerik ve basım kalitesine oranla fiyatı çok çok uygun. 100 TL etiket fiyatı var. Amazonda an itibarı ile 44 TL’ye satılıyor. Böyle derli toplu genel bir kaynak arayanlar için biçilmiş kaftan.





23 Beğeni

Dikenlikler Prensi

Parçalanmış imparatorluk serisinin ilk kitabı.

Uzun zamandır okuduğum kitapların incelemelerini paylaşmamıştım fakat bu kitap bana bunu hissettirdi. Çok büyük beklentim olmadan çıtır çerez olsun diye başlamıştım. Ama yanılmışım. :joy:
Öncelikle grimdark bir atmosferde ama bizim dünyamız mı yoksa yazarın kendi dünyası mı anlayamadığım bir evrende geçiyor hikaye. Hikaye çok çok klişe bir intikam örgüsü ile başlıyor hatta bayağı bir süre o şekilde ilerliyoruz. Fakat işlerin içine çok başka işler giriyor. Farklı karakterler, olaylar, ufak tefek heyecanlı maceralar ile okuması çok hızlı ve keyifli bir kitap. Çok akıcı geldi öncelikle. Yazarın dili ve cümleleri çok sade ve basit. Hikaye de çok karışık olmayınca okuması hızlı ve keyifli bir roman karşımıza çıkıyor.

İşin grimdark kısmı bayagı sıkı olmuş. Baş karakterimiz her ne kadar 14 yaşında olsa da, yaptıkları hiç 14 yaş gibi değil. Tabi bu davranışların nedenlerini ilerleyen sayfalarda daha iyi anlıyoruz. Sonu da fena değil cinsten hatta iyi diyebilirim.
Devam kitabına başlayacaktım fakat canım acayip şafakparesini okumak istiyor. Ardından muhtemelen hızlıca kalan 2 kitabıda bitiririm.

15 Beğeni

Okuduğum Tarih: 07-08 Teke 2022
[Okuduğum 315.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 42.betik
[Teke ayının 3.betiği]

Bu betiği ilk okul yıllarında okuduğumu hatırlıyorum. Yıllar sonra yeniden okumak nasip oldu. Kemalettin Tuğcu’nun melodram olmayan uzun öykülerinden biridir çünkü bu yayınevi, Tuğcu’nun külliyyatından okullarda okumak üzere seçtiği bir kaç uzun öykülerden biridir. Bu yayınevinin mantığıyla Tuğcu’nun külliyatını belli dönemlere ayırabiliriz. Böylece melodram uzun öyküler lise düzeyindekilere hitap edebilirler.

Bu uzun öyküde “Arap” tabiri; Hami ırkından gelen Afrikalılar için kullanılması yanlıştır. Belki de bu yanlış, Osmanlı zamanında toplumumuzun iliklerine kadar aşılandığını anlayabiliriz. Arap sadece Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da yaşayan Sami ırkında gelen halkın adıdır. Araplar, Afrikalılar gibi koyu tenli değildirler. Sudan, Araplar’ın işgal ettiği bir Afrika ülkesidir. Sudan’ın yerli halkı Afrika kabilelerinden Fur, Beja, Nuba ve Nübyan kabileleridir. Dolayısıyla Mergup’un kökenli Arap değil bu kabilelerden biridir. Sudan Arapça’da Siyahiler demektir.

Mergup gibi diğer Afrika göçmeni vatandaşlarımıza karşı ırkçılık ettiğimizi sanmıyorum çünkü bizler hoşgörü ve adaletin yeryüzündeki temsilcileriyiz. Belki de rahmetli yazar, kurgu gereği böyle yazmış olabilir. Şimdi bu konuda ne düşünsek yanlış çünkü ölmüş insanın günahına girmiş olabiliriz. Mergup’u Survivor 2021 sekizincisi olan Gönüllü Steve Salam ile kıyaslarsam Mergup daha ağırbaşlı, efendi, saygılı, vefalı ve değer verilmeyi hak eden biridir. Steve Salam’ı tanıdıktan sonra bazen sömürgecilerin ettiği muameleye hak veresim geliyor ama Afrikalılar için de Mergup gibilere haksızlık etmekten korkuyorum.

Dizinin adı “MERGUP” olsun diyerek dizi uyarlaması köşeme davet ediyorum. Aziz Bey rolünde Ahmet Saraçoğlu, Mürşide rolünde Bennu Yıldırımlar, Gülbeyaz rolünde Aslıhan Kapanşahin, Kerim rolünde Ayberk Koçar ve Gülyeter rolünde Parla Şenol canlandırken Beyza ve Mergup roller için uygun çocuk yıldızlar seçmelidir. Severek okuduğum uzun öyküyü okunmanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

1 Beğeni

Görünmez Adam - H.G. Wells
Bilimkurgunun babalarından olan H.G. Wells’in kitapları uzun zamandır aklımdaydı. Önceliği aklımı her zaman karıştıran görünmezlik fikrinin uygulandığı Görünmez Adam kitabına verdim.
Kitaba bakış açısı olarak yazıldığı zamanı ve bilimkurgunun o andaki seviyesini düşündüğüm zaman, kitabın yeterli seviyede bilim içerdiğini söyleyebilirim. Kitap görünmezlik fikrini ilk defa ortaya atmış bir kitap değil, ancak edebi olarak zamanına göre fikrin içini en iyi dolduran kitap diyebiliriz.
Genelde yorumlara bakıldığında kitaptaki bilim kısmının az veya eksik olduğu için yorumlarının düşük olduğunu görmüştüm ancak kurgu tarafında görünmezlik fikrinin insana sağlayacağı faydalar, vereceği zararlar çok iyi düşünülmüştü. Tabii ki bilimsel olarak incelediğimiz zaman görünmezlik fikrinin imkansızlığı hakkında yazıldığı dönem için bile yargılar çıkartılabilir ancak sonuçta için kurmaca tarafını ele aldığımız zaman ortaya güzel bir eser çıkmış diyebilirim.

Ben kitabın kurgu yönünü, görünmez olan insanın düştüğü durumu çok iyi yansıttığı çok beğendim. Kitabın sonuna kadar çok büyük bir merak ve akıcılıkla okudum. Görünmez Adam’ın düştüğü durumu, git gide artan çaresizliği, çaresizlik yaşadıkça daha da saçmalamasını gördükçe eserin başlangıcında bu adamın karşısındayken sonlarına doğru toplumsal ahlak normlarını bir kenara bırakıp adamın tarafını tutmaya başladım. Son zamanlarda okumaktan en zevk aldığım eserlerden birisi oldu.
Kitabın sonunda bulunan Yazan Sonsözü kısmında, yazarın bilimkurgu veya bir fantastik eserin nasıl olması gerektiği, tek bir olağandışı durum olup, diğer her şeyin onun etrafında normal bir şekilde örülmesi gerektiği çok güzel anlatılmış. Bu türde eserler yazmak isteyenler için özellikle tavsiye ederim.

Not: her zaman olduğu gibi kitabın girişinde Sunuş olarak yer alan kısmı kitabı bitirdikten sonra okudum, o sebeple okuma zevkim azalmadı.

Puanım 8.8/10

Zaman Makinesi - H.G Wells

Yazarın Görünmez Adam kitabını çok beğenince Zaman Makinesi kitabına başladım. Geleceğe Dönüş serisini 20-30 defa izlemiş bir hayran olarak zaman yolculuğu her zaman cezbetmiştir. H.G. Wells ise bu soruya daha felsefi ve insan evriminin geleceği olarak bakmış.
Kitap genel olarak ilgi çekici ve akıcı bir hikayeye sahip, tempo bazı yerlerde düşse de kitabın sonuna kadar zevkle okudum. Zaman makinesi ve gelecek olguları bir araya gelince teknoloji ve gelişim yönünde tahminler bekleseniz de malesef kitapta bu tür bir detaylandırma veya açıklama mevcut değil. Kitabın içeriğinden bilgi vermemek adına bu kısmı okurların zevkine bırakıyorum. Kitabın sonu havada kalmış gibi olsa da ben bu kitaba ancak böyle bir son yakışırdı diye düşündüm.
Diğer taraftan kitabı okurken evrim ve gelecek hakkında daha fazla bilgimin olmasını dilerdim ki, kitabı bitirdikten sonra en başa dönüp kitabın önsözünü okudum. Önsözde hem evrime daire bilgiler hem de kitabın yazılış hikayesinden oldukça bahsedilmiş. Kitabın hangi evrimsel fikirler üzerine kurulduğu belirtilen bu önsözü kitabı bitikrdikten sonra okuduğuma pişman değilim. Ben kitabın içeriği hakkında çok fazla detaya giren bu önsözlerin okuma zevkini baltaladığını, kitabın hikayesinin o çekiciliğini kaybettirdiğini düşünüyorum. Bu kitaptaki 20 sayfalık önsözde bu durum haylice mevcut. O sebeple okuyucunun bunu göze almasını temenni ederim.
Puanım 8.3/10

Münih’e Kadar 6 Mezar - Mario Puzo
Üniversite zamanlarında E Yayınlarından çıkan tüm Trevanian kitaplarını okumuştum. Kitapların edebi değeri çok yüksek olmasada Şibumi kitabına çok sevmiş, ancak Katyanın Yazı adlı kitaba hayran olmuştum. Hala okuduğum en iyi kitaplardan biridir diyebilirim. Mario Puzo kitapları ise yine E yayıncılık tarafından basılan, Baba filminin hem kitap yazarı hem de filmin senaryosuna yardım etmiş biri olarak oldukça meşhur. Baba filmini çok sevdiğim ve hikayeye aşina olduğum için başka bir kitapla başlamak istedim.
Kitap yaklaşık 145 sayfa, ne istediğini bilen, size ne vereceğini bilen, çok akıcı ve türe meraklılar için oldukça güzel gelecek bir kitap. Yazının başında belirttiğim gibi aynı Trevanian tarzında, abartılı ama suyunu çıkarmadan, güzel mantık üzerine kurulmuş bir intikam hikayesi.
2. dünya savaşı, espiyonaj, intikam konularını severseniz tavsiye ederim. Edebi olarak beklenti içinde olacaklar gemilerini başka limana sürsünler.

Puanım : 7,5/10

31 Beğeni

Öncelikle 236 sayfalık polisiye ve bilimkurgu temalı bir roman olan Kör Talih isminin ne kadar isabetli bir seçim olduğunu gösteren bir içeriğe sahip diyebilirim.

Olaylar 11 erkeğin aynı benzerliğe sahip olması ve kükürt banyosundan bir süre sonra 9 kişinin ölmesi sonucunda başlıyor. Ölen kişilerin tamamının kel, bekâr ve atletik olması bu ölümlerin daha da bir içinden çıkılmaz olmasına neden oluyor. Peki katil kim? Bu soruya cevabı da elbette birisi kitabın son 2 sayfasında cevap verecek.

Bana göre Stanislaw Lem piyango bileti gibi bir yazar. Bazı romanları ve öyküleri müthiş olsa da bazıları bana hiç mi hiç hitap etmiyor. Bunu özellikle Solaris romanında yaşamıştım. Tıpkı Solaris romanındaki gibi Kör Talih romanında da Lem yer yer asıl olayın dışına çıkıyor ve bundan dolayı da kitabı okurken sıkılmalar baş gösteriyor. Ama kitabı bitirince Lem’in neden böyle yaptığını da çok iyi anlamış oluyoruz.

Kitap hem polisiye hem de bilimkurguyu oldukça güzel işlemiş. Kitabı okuyanların bilimkurgunun bilimselliğini daha çok hissedeceğini düşünüyorum. Hikayenin polisiye kısmı da ne çok fazlaydı ne de yok denecek kadar azdı. Bana göre tam dozundaydı. Özellikle hikayenin son kısmı eserin olumsuz denilecek kısımlarını not alanlara silgiyi gösterecek kadar iyiydi.

Farklı bir polisiye kitabı okumak isteyenler bir şans verebilir.

8/10

28 Beğeni

resim

Okuduğum Tarih: 08-12 Teke 2022
[Okuduğum 316.betik]
2022 (Pars) yılında okuduğum 43.betik
[Teke ayının 4.betiği]

Betiğin adından bilimkurgu öykü seçkisi olarak anlaşılsa da içerik olarak bilimkurgu ve onun dışında türlerden öyküler olduğu için spekülatif kurgu öykü seçkisi olarak adlandırıyorum. Bu öykü seçkinin türünü anca uzman okurların değerlendirmesiyle ortaya çıkar. Bu öykü seçkisinde Azerbaycan Türk’ü Ümid Qurbanov ve bilimkurgu öyküleriyle Sinan İpek’i tanıyorum. Jürinin belirlediği ilk üç öyküyü acaba beğendim mi? Gelin birlikte öyküler için tek tek yazdığım yorumları okuyalım;

Rüya Odası (Ümid QURBANOV); Birazcık durağan olan öykü beni çok sardı. Rüya Odası olan son teknoloji harikası evler, zoraki olarak yalnızlığa itirilenlere ve psikolojik bunalımlar geçirenlere ilaç gibi geliyor bence. Karavan tarzı olarak tasarlansaydı çok güzel olurdu. Dağ başına giderdim ve karavan evimde mutlu bir şekilde rüyalar alemine dalardım. Zoraki olarak yalnızlığa itirildiğim için rüyalar bana düşlerimi sundu bazen. Bazen görüşmeyi çok istediğim halde kendisi görüşmekte oralı olmayan arkadaşımla rüyalar sayesinde görüşebildim. İyi ki de hayatıma Düşlerin Gardiyanı Emin Ersöz girdi. Onun sayesinde rüyaların ne denli değerli olduğunu öğrendim.

Bakınız: Eski Dilde Bir Kıyamet Hikâyesi (Harika Bahar ÖZTOK); Teknikolojik gelişmeler hayatımızı kolaylaştırırken aslında eski ve zahmetli yılların özlemini zaman içinde anlıyoruz. Hem rahatlığımızı düşünüyoruz hem de o yılları özlüyoruz. Yani kısacası ne istediğimizin farkında değiliz sadece moda denilen görünmez canavarın etkisi altında olduğumuzun farkında değiliz. O canavarı öldürdüğümüzde ne istediğimizi az çok anlarız. Öykü tam bir bilim kurgu temasına uygundur.

Kalp Şehri (Erdal GÖZE); Öyküyü okurken sanki Cüneyd Suavi kendi tarzıyla bilimkurgu öyküsü yazdığını sandım. Makineleşme zamanına doğru yavaş yavaş sürüklenirken aslında maneviyatımızı kaybediyoruz. Belki de hırslarımızın kurbanı oluyoruz. Bizi seven bize değer veren insanlara “anormal” aslında onlara değil kendimize anormal diyoruz çünkü bizim unuttuğumuz maneviyatı ve sevgiyi onlar bize hatırlatıyor. Ellerinde tutmayı denemeliyiz. Sevgiden bir gelecek yarattığında onun ikliminde nice insanlar buluşur. Hey sen! Kendini unutma ve geldiğin görevlerden güç almak yerine o görevler sayesinde güzel kalpleri fethetmeye bak. Birini memnun etmek için onun yanlışların inkar edip ve o yanlışa göz yumup başkaların gözünde senin iyiliğini istiyorum diye tanımadığın insanların günahına giriyorsun.

Duyu Duvarı (Tevfik Saygın ÖZCAN); Bu teknolojik harikasının icat edildiği dönemde yaşamak isterim. Bazen yalnızlık hissine kapılırsam dilediğim arkadaşımla ortamda görüşürdüm. Bazen öyle günler geliyor ki yalnızlığı iliklerime kadar yaşarım. Bu öyküde bizlerin bir tekolojik ürünü bağımlılık derecesinde kullanmamızı çok güzel vurgulamıştır. Bu öykü bana Megaman ve Digimon evrenlerini anımsattı. İki evreni uzun uzun anlatmaya gerek yok çünkü daha önceki incelemelerimde dile getirmişim.

İki Adım Bir Takla (Yağmur YENİCE); Ağabeyimin deyişiyle düz yolda yürümeyi bilmediğim bu bilimkurgu evreninde ya arabalar yada insanlar beni ezecekti. Eğer ayakta kaldıysam kesinlikle arabaları ve insanları paldır küldür ezip geçecektim. Oraya yakın bir hastane inşa edeceklerdi. Belki de beni gördüklerinde yolu boşaltırlardı ve arabalar durardı. Kemiklerim sert olduğu için vücudumun ayarsız ve orantısız bir gücü vardır. Gülme krizine girdiğimde yanımdaki kişi bir kaç adım benden uzaklaşır.

Derin Dalış (Mehmet Cemil AKTAŞ); Sihirli Okul Otobüsü ve devamı Sihirli Okul Otobüsü Yeniden Yollarda animasyon dizilerindeki düşlenen imkanın gerçekleştiği çağa doğru yolculuk ediyoruz. Bu sefer sihir olmadan bilimsel bir gerçeklikle göreceğiz. Böyle bir imkanda ben de rüyaları gördüğüm beyin kısmına yolculuk yapmayı çok istiyorum. Rüyalarımızı tetikleyen ve düzenleyen siniri keşfetmek isterdim. Böylece rüyaların gizemini çözmüş olacağız.

Tanımsız (Emre SÖNMEZ); İnsanoğlu belli bir noktaya şehirleşme ve robotlaşma hevesine kapılacaklardır. Uras gibiler artık şehirlere hapis olmaya karşı direnecekler çünkü insanoğlunun ham maddesi toprak olduğu için doğadan ister istermez kopamayacak. Ben de Uras gibi robotların oluşturduğu şehirde yaşamak istemem çünkü insanın ihtiyacını gideren bir hizmetçi robot dışında başka robotların olması gereksizdir. İnsanların işsiz kalmaması için böyle düşünüyorum.

Çöldeki Zeytin Ağaçları (Sevda KALİ ERGENER); Gezi Park olaylarından yola çıkarak bir bilimkurgumsu öykü yazmak bence bir sanat olmalıdır. Binalaşma ve betonlaşma değil bilimkurgu evreni. Bilimkurgu evreninde yapay ağaçlar ve holofloralar sayesinde gezegenin candamarları olan ağaçların önemini anlatılabilinir. Burada betonlaşmayı çöle benzetmesi bence doğru yerinde kullanılımdır. Çöl sadece sıcak ve soğuk değil. Zamanla betonlaşmada da üçüncü çöl türü olacak. Kentleşme konusunda bence daha doğru planlamalar yapılırsa beton çölünü hiçbir zaman yaşamayacağız.

Yağmuru Durmasını Bekleyen Adam (Ali Rıza ARCAN); Ayakları sağlam bir şekilde yere basan bir bilim kurgu öyküsüdür çünkü “Biz yeryüzünü uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Tanrı, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.” ayetinde her yıl belli bir milimden buzların eridiğini anlıyoruz. Oysa insanoğlunun duyumsuzluğunun sonucu oluşan küresel ısınmayla bu süreç hızlı bir şekilde devam ediyor. Bir gelecek buzlar eriyecek yeryüzü sular ve yağmur yağışları sayesinde silinecek. Yağmuru azı da çoğu da zarardır. Tanrı’nın belirlediği ölçütler doğrultusunda yaşamalıyız. Durağanlığın ve gereksiz ayrıntıların olduğu öyküyü kısmen beğendim.

Duvar (Nilay ÜNSAL GÜLMEZ); Gelecekte geçmiş ve doğal afetlerle yıkılmışlığın arasında bir duvardan yola çıkarak geçmişe özlemi ruhsal betimlemelerle okura his ettirmeye çalışmış. Bilimkurgu ögelerine bolca yer verilseydi belki de öykü hak ettiği değeri bulurdu. Duvar bana ağlama duvarı anımsattı ama o duvarın neden bu kadar önemli olduğuna değinmemiş.

Bardakta Toz Var (Gökhan KABLAN); En saçma öykü nasıl üçüncü olmuş. Buna anlam veremiyorum. Bilimkurgu öğeleri hiç yok. Bildiğin şehir güldürüsü öyküsüdür. Ya Sonra sözünü kullanılarak kurnazca yazılan öykü havası var. Bu öykü, bu seçkide sınıfta kalsa da hak ettiği değer uygun bir temada bulacaktır çünkü okunurken hem insanı çileden çıkar hem de insanın yüzünü güldürür. Editör olsaydım bu öykü yerine elediğim öykülerden birini koyardım. Burada anlıyoruz ki asıl jüriler biz okurlarız. Bir öykünün değerini anca bizler anlarız.

Sınırsız Kent (Hülya ORAL); Bu öyküdeki karmaşık kentte yaşasam bir gün bitmeden kafa karışıklığından beyinimdeki devreler yanacak ve ağızımdan kulaklarımdan dumanlar çıkacak. Karmaşık yapıları hiç sevemiyorum. Öyküde takdir ettiğim şeyde yapay zeka sayesinde iş dağılımı olmasıdır. Böylece yeni gelenler yata yata çalışmayacak. Herkesin günlük iş limiti olacak. Emek verenler göz ardı edilmeyecektir.

Haber Okuması (Sinem CERRAH); Bir haberden yola çıkarak verilen dipnotlarla değişen dünya ikliminden sonra yeni dünya düzeni hakkında bilgiler veriyor. Buzulların milim milim eridiğinin ilahi bir güç olduğunu ve bizlerin doyumsuzluğuyla bu süreci hızlandırdığımızı anlattım bir öyküde. Dipnotlarla verilen bilgiler aslında bilimkurgu öyküsü değil bilimkurgu ansiklopedisi okuduğumuzu anlıyoruz.

Çukur (Nur ÖZKAN); Bu seçkinin temasına uygun olmayan ve seçkinin temasını Bilimkurgudan spekülatif kurguya dönüştürebilen öykülerden ikincisidir. Öykünün türünü kestiremesem de öykü bildiğin kafa ütüleme yazısıdır. Öyküyü yazana göre de kurgunun güzelliğine göre seçmeliyiz çünkü böylece edebiyatımızda öykü gelişimine yardımcı oluruz.

Çöplükte (Sinan İPEK); Kıyamet sonra bilimkurgu öyküleri pek sevmiyorum çünkü inancım gereği kıyamet koptuktan sonra dünya hayatı sona erdiğini biliyorum. Oksijenin azaldığı dünyada canlılar ayakta kalır mı bilmiyorum. Kağıt üzerinde hayatta kalmayabilirler ama mutasyona uğramaya ve çevre şartlarına adapte olabilirler. İpek ile hemfikir olduğum nokta ise ilk insanların on metre boyunda olduğunu ve bizlerden daha güçlü olup daha da dayanıklıdır. Zaman içinde insanlar çoğala çoğala şimdi ki ebatlarına erişmişler.

Taş… Kağıt… Makas… (Benan DÖNMEZ); Bilimkurgu emarelerine dair izleri hiç bulmadım. Bildiğiniz bir deneme tarzı bir edebi eserdir. Bu yönüyle seçkinin türünü spekülatif kurguya dönüştüren öykülerden biridir. Bu eserde anlatılanlardan yola çıkarak ben de bir kaç söz söylemek istiyorum. Öyle anlar zamanın nasıl geçtiğini ve o anki yorgunluk ve moralimi gideriyor. Sanki bir hafta uyumuşum ve o enerjiyle bir kaç gün durmadan hep dolaşırım. Buna üçüncü kez Antalya çıkartmasını örnek verebilirim çünkü telefon ve kitabı bile unuturdu bana. Öyle günler yaşadım ki zamanın bile geçmediğini ve sıkıntıdan patladığımı his ettim. Sevdiklerinizle zamanı, morali ve yorgunluğu unuturan anılara imza attınız.

Su İçti, Kare Çizdi (Ceren EKİNCİ); En saçma sapan bilimkurgumsu öyküdür. Bence bu seçkide yer almaması gereklidir. Neymiş su içmişmiş, kare çizmişmiş. Doğayı ve insanlığı adamakıllı özleyebilirsin. Bir konuda ona hak veriyorum. Kadınlar ilk görevi konusunda. Onun dışında kadınlar, toplumu düzenler ve iş bölümünde yardımcı rollerle hayatı kolaylaştırır. Bizlerin göremediğini onlar görebiliyorlar. Bugün kadınlar kendilerini olimpiyat meşalesi gibi his etmeleri nedeni zamanında onların kıymetini bilmediğimiz için onlara ikinci sınıf ve insan değilmiş muamelesini yaptık. Bu çağda erkekler aklını kullansa yeniden dengeleyici düzene geri döneriz.

Bu öyküde iki üç tane öykü beğenmediğimi yorumlarda görmüşsünüz çünkü ben öyküleri beğenip beğenmeme konusunda yazarın adı, sanı ve cinsiyetine bakmam. Beğendiğim öykülere hak ettiği değeri verdim elimden geldikçe. Gelecek öyküleri her zaman sevilir çünkü teknolojik harikaların geldiği son noktayı görmek için. Karamsartıcı gelecek öyküleri pek sevemiyorum. Okuyup okumamayı sizlere bırakıyorum.

3 Beğeni

Hayaletin Çırağı – Joseph Delaney

Wardstone Günlüklerinin ilk kitabını bitirdim. Kitabın hikayesini ve olayların genel gelişimini beğendim. Folklorik içeriği hoşuma gitti. Okurken biraz araştırma yapmamı da sağladı…

İçinde gerçekten heyecanlı kısımlar vardı. Olaylar bazen korkutucu ve karanlıktı. Yani korku filmi izliyormuşum gibi hissettiğim oldu. Bu seri kesinlikle bir çocuk kitabı değil. İçinde öcüler, hortlaklar, cadılar var. Ama tabii asıl mesele bunların olması değil. Kitabın kanlı, vahşi bir yanı var.

Kitap fazlasıyla sade ve akıcı. Betimlemeleri ise bana biraz az geldi. Bazen de olaylar çok çabuk olup bitiyor hissi verdi. Ama kendisini zevkle okutturuyor ve dünyasını merak ettiriyor.

Puanım: 8/10

22 Beğeni

Aleksandr Belyayev - Su Adamı

H.G. Wells ile beraber bilimkurgunun ilk örneklerini okumaya devam ediyorum. Su Adamı’nın yazarı Belyaev Rus - Sovyet Bilimkurgusunun babalarından birisi sayılıyor. Su Adamı kitabı özelinde konuşacak olursak, kitapta bilimden çok kurgu ve macera ağır basıyor, diğer taraftan Belyaev’e Sovyetlerin Jules Verne’i demeleri boşuna değil. Su Adamı kitabında doğanın güzellikleri ve bunun keşfi bol bol bulunuyor.

Hikaye olarak içeriğindeki sürprizi bozmadan hem karada hem suda yaşayabilen İhtiandr etrafındaki akıcı ve sade bir macera anlatılıyor. Kesinlikle okumanız gereken bir mihenk taşı olmasa bile benim gibi bilimkurgunun nereden gelip nereye gittiğini görmek isteyenler için ideal bir kitap diyebilirim.
H.G. Wells ile kıyasladık ama H.G. Wells daha gerçekçi , insan karakterinin bilimin getirdiği gelişmelerle düzelmeyeceği, aksine yıkımı hızlandıracağını düşünenlerden. Ancak Belyaev , Jules Verne’e daha çok benziyor. Bilimin ve akılcı düşüncenin insanı refaha ve huzura sürükleyeceğini düşünüyor.
Benim için kitabın en güzel yeri şurada @Howl 'un bahsettiği mahkeme sahnesiydi.
Din yoluyla kendine güç elde etmiş iktidar sahipleri (ruhban sınıfı) Doktor Salvator’un çalışmalarının Tanrı’ya karşı gelmek olduğunu iddaa ederken, Salvator bilim ve bilimin insana yardımı hakkında çok güzel konuşuyor.
Çok alakasız gelecek belki ama İttihat ve Terakki üyeleri, sonrasında Cumhuriyeti kuran cesur subaylarda aynı bu şekilde düşünüyordu. Atatürk’e atfedilen “Hayatta en hakiki mürşit sözü ilimdir fendir.” sözü de dünyaya bakış açılarını yansıtıyordu.

Sonuç olarak kitap , hikayesi oldukça güzel ve sürükleyici, hatta içinde güzel de bir aşk hikayesi bulunan, bilimkurguyu ucundan kenarından yakalayan, bilim, din ve hayat ilişkisi hakkında güzel şeyler de anlatan, kısa sürede bitirilebilecek eser. Tavsiye ederim.
Kitabın değerlendirmesi Sonsöz olarak kitabın sonunda yapılmış, önsözde hikayenin anlatılmasına gıcık olduğum için sonsözleri daha çok seviyorum.

Puanım 8.1/10

29 Beğeni

Üstat yazar aslen avukat. O yüzden bana göre mahkeme sahnesi çok güçlü iken kitabın kalanı vasat.

Ama o sırf mahkeme sahnesi için okunur mu? Bence okunur (ben dinledim). :slight_smile:

5 Beğeni