Hangi Kitabı Okuyorsunuz? (Detaylı İnceleme)

Manifold : Space (Manifold #2)

Zamanında ilk kitabını etkinlikle okuduğumuz (Okuma Etkinliği - Manifold: Time) üçlemeye yine beyin yakacak, ufuk açacak fikirlerle dolu olduğu umuduyla başladım, ve kesinlikle hayal kırıklığına uğramadım. :slight_smile:

Stephen Baxter üçleme olarak yazmış olsa da her kitapta Fermi Paradoksu’na farklı bakış açılarıyla cevap vermeye çalışmış, o yüzden Manifold: Space ilk kitap ile aynı karakterleri içerse de bağımsız. Buradan sonrası bol miktarda sürpriz bozan içeriyor!

Baş kahramanımız (kitabın sonlarına dek ne kadar kahraman olduğu tartışılabilir olsa da yazar noktayı koyuyor. :saluting_face: )Reid Malenfant ilk kitaptaki “Elon Musk” havasından sıyrılıp bu defa veteran, emekli olmuş bir astronot rolünde çıkıyor karşımıza.

2020 yılındayız, ama bildiğimiz dünyadan biraz farklı. Kaynakların tükenmeye başladığı, güç dengelerinin değiştiği, teknolojinin biraz daha gelişmiş olduğu bir 2020 manzarası var karşımızda. Neden olduğu anlatılmasa da Amerika için işler bir noktada iyi gitmemeye başlamış, uzay yarışında geri kalıp pes etmiş, ay Japonlar tarafından kolonileştirilmeye başlamış ve Avrupa Uzay Ajansı bile NASA’dan çok daha güçlü durumda. Aydaki Japon şirketlerinden birinin finanse ettiği bir araştırmacı olan Nemoto, Asteroit Kuşağı’nda olağan dışı kızılötesi ışık kaynakları gözlemleyince Malenfant’ı aya davet edip evrende yalnız olmadığımızı ispatlıyor. Sonrasında dünya bir süreliğine ayağa kalksa da daha buraya gelmelerine çok var diyerek umursamazlığa vuruyor işi. Özel bir girişim devletlerin yapamadığını yapıp kuşağa insansız bir sonda gönderse de Malenfant bunun yeterli olmadığına ikna olup ne yapıp ederek kendinin de Gaijin(Japonca’da yabancı demek)'lerin yanına gönderilmesini sağlıyor. 70’li yaşlarında olsa da yaşam uzatma tedavilerine bol para gömen abimiz bedenen 40larında bir delikanlı olarak yolculuğa başlıyor. Oraya vardığında ise ilk kitapta da yer alan portallardan birine rastlıyor ve merakına yenik düşüp içine giriyor.

Burada kitapta bol bol karşımıza çıkacak olan zaman genişlemesi konseptini mantıklı bir şekilde açıklıyor yazar. Teleportasyon söz konusu olsa da, kişi ya da nesne için zaman geçmese de veriye indirgenen objenin gittiği noktaya ışıktan daha hızlı varamayacağı açıklamasıyla ana temamızın temeli atılıyor, zaman atlaması. 2020 yılında başlayan kitap atlamalarla 8800’lerde sona eriyor gibi yapıp -burası biraz da yoruma bırakılmış olsa da- milyarlarca yıl sonrasında bitiyor.

Bu yıllar boyunca bir kaç farklı povdan hem başka uzaylıların, hem de insanlığın hayatta kalmak uğruna yaptığı şeyleri görüyoruz. Triton’a yollanan Aborijinlerin kolonisi gezegen tahminlerinden daha soğuk olduğu için yok olmak üzereyken Nemoto’nun daha ufak bir uyduyu Triton’a çarptırarak donuk olan okyanusu eritme planını mesela, bin yıl kadar sonra ise okyanus tabanındaki madenleri çıkarmak için gönüllü olarak genetik modifikasyondan geçip yunus benzeri canlılar haline gelmiş olan bir grubun zamanla insanlıktan tamamen vazgeçmesini, ve yüzeydekilerin onları haşere olarak görmeye başlamasını anlatıyor bize yazar. Ay yüzeyinde bulunan bir kaya türünün aslında bilinçli bir canlı türü olduğunu, her birkaç yüz milyon yılda bir çoğalarak seyrelip yok olmaya başladığını, sonrasında ise zaman akışını tersine yaşayarak aslında kurtuluşa doğru zamanda geri ilerlediklerini okuyoruz. Bir nötron yıldızının çevresinde o yıldıza taparak yaşayan uzaylı ırk da var, Gaijinler tarafından yeniden yaratılan Neandertal ve diğer eski insanlar da. Hatta bir ara ana karakterimiz Neandertallerin arasında yaşıyor.

Satır satır anlatasım var aslında ama bazı örnekler vermekle yetineceğim. İlk gelen uzaylılar - Gaijinler- filmlerde hayal ettiğimiz gibi değiller, ne görünüş ne de davranış olarak. Dünyaya bir miktar teknoloji yardımları olsa da bu yardımlar dünya ekonomisinin çökmesini hızlandırıyor, insanlık yavaş yavaş yok oluşa yaklaşırken bunu durdurmak için hiç birşey yapmıyorlar. İnsanların uzaylıların varlığına verdikleri tepkinin zamanla nasıl değiştiğini okumak çok güzeldi. Ayrıca Gaijinler dinler konusunda çok meraklılar. Bir şeyi anlamaya çalışıyorlar ama ne olduğunu da yine sonlara kadar öğrenemiyoruz.

Venüs’e giden karakterlerden birinin gözünden uzun uzun Venüs coğrafyası dinliyoruz bir ara, sonra yazarın en başarılı olduğu şey olan harika fikirlerden biriyle daha karşılaşıyoruz; tüm gezegeni çepeçevre saran bir kablo. Sekiz yüz milyon yıl önce Venüs’ün kaynaklarını sömürmeye gelmiş bir ırkın şu an ki asit dolu atmosferi yaratmak için gezegeni kablodan bir ağ ile kaplayarak güçlü bir manyetik alan yaratıp iklimi değiştirmesini anlatıyor yazar. Ve o bölümde Fermi Paradoksu’na ait bir açıklama yapıyor. Tüm sistemlerin sonsuz bir döngü halinde hasat edildiğini, bu sırada o sistemdeki canlıların yok olduğunu, gezegenler zamanla iyileştikçe canlıların yeniden ortaya çıktığını ve bir sonraki hasata kadar hayatta kalabildiğini söylüyor Nemoto. Bu yüzden yeni bir kolonizasyon dalgası gelene kadar etrafta hiç uzaylı göremiyoruz diyor.

Ay kolonisinin maden yokluğundan dolayı yavaşça teknolojisini kaybetmesini, vücutlarında ağır metaller biriktirerek medeniyetlerini yeniden başlatma hayaliyle yaşadıklarını, öldüklerinde bedenlerini sıvılaştırarak en yakınlarına içirip korkunç bir şekilde o metalleri biriktirmeye devam etmelerini de anlatıyor yazar.

Bu yazdıklarımdan daha da fazla sayıda çarpıcı fikri içeriyor roman. Okuması kolay değildi, bahsedilen olayları her yönden sindirerek okumaya çalıştım ve zamansızlıkla da birleşince çok uzun sürdü bitirmem. Ama elimden gelse herkese okuturdum. İnsanlığın -uzaylılar kısmını dahil etmeden bile- yaşayabileceği olası bir gelecek ve özellikle de zaman dediğimiz şeyin kozmik ölçüde kapsamı hakkında aydınlatıcı bir deneyimdi, tıpkı ilk kitap gibi. Bir kaç alıntı da bırakmak istiyorum.

She smiled at them coldly. “I heard that in Spain and France people have gone back to the caves, where the art still survives from the last Ice Age. And they are adding new layers of painting, of the animals they see around them. Maybe it was all a dream, do you think? The warm period, the interglacial, our civilization. Maybe all that matters is the ice, and the cave.”

The shortness of human lives, she thought. Our curse. Every generation thinks it is immortal, that it has been born into a world that has never changed, and will never change.

Her translator suite was essentially Gaijin. How ironic that seventeen centuries after the Gaijin came wandering unannounced into the asteroid belt, humans should need alien technology to talk to each other.

Edebi olarak 7/10, bilim kurgu okurları için ise 11/10.

18 Beğeni